31 Aralık 2013 Salı


Öptü beni: "- Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır," dedi.
"Bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır," - dedi.
İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde : "körler onları görmese de, yıldızlar vardır," - dedi..
Nazım Hikmet

Sağlık dolu,aşk dolu,şiir dolu bir yıl olsun.
Güzel her şey bizimle olsunJ

24 Aralık 2013 Salı

OCAK OKUMALARI


Ocak ayında Kitap Kardeşliği ile Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacı'nı okuyacağız.
Daha önce yazarın La:Sonsuzluk Hecesi'ni almıştım ancak fırsat bulup henüz okuyamadım.Nar Ağacı ile yazarı ilk defa okuyacağım.  
Katılmak isteyen arkadaşlar instagram.com/kitapkardesligi hesabından ya da kitapkardesligi2013.blogspot.com'dan etkinlik için bağlantı kurabilir.


İlk defa katılacağım Kitap Ağacı grubunda Ocak Ayı için yapılan oylamada Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı seçildi.Bu etkinliklerle kendi okuma listemden uzaklaşsam da birlikte okumak çok keyifli.Uygun olduğum zamanlarda Kitap Kardeşliği'nin aylık okumalarına katılmaya çalışıyorum.Paylaşımlar çok güzel.

Kitap Ağacı grubunu iseVikitap'ta görmüştüm.Sevgili Pınar'da bloğunda bahsedince bu ay ben de katılmak istedim.İncelemek isteyen arkadaşlar 
http://instagram.com/kitapagaci
www.kitapagaciyiz.com
adreslerine bakabilir.
Bulundukları şehirlerde çok hoş etkinlikler düzenliyorlar.







23 Aralık 2013 Pazartesi

YENİ YIL HEDİYENİZ BİR KİTAP OLSUN - ÇEKİLİŞ SONUCU

Yeni Yıl için yaptığım çekilişe katılan, bunu duyuran,paylaşan herkese çok teşekkür ederim.Kura usulu yaptığım çekilişe göre kazanan Aynur Aslanova oldu.İsteği üzerine Alice Munro'nun Nefret,Arkadaşlık,Flört,Aşk,Evlilik'i onundur.Kendisini tebrik ediyor ve adres bilgilerini vermek için benimle mail yoluyla iletişime geçmesini rica ediyorum.

19 Aralık 2013 Perşembe

ERGUVAN KAPISI - OYA BAYDAR

Erguvan Ağacı Judas Tree (Yahuda Ağacı) olarak bilinir. Bilindiği üzere Yahuda İsa’yı Romalılara ihbar eden havarisidir. Hikayeye göre vicdan azabından kendini erguvan ağacına asar. Çiçekleri beyaz olan erguvan utancından mor renk alır. Mor renk Hıristiyanlığın özellikle Bizans’ın kutsal rengidir. Sadece imparatorların ve izin verilen soyluların giyebildiği mor renkli pelerini halkın ve yabancıların kullanması yasaktı. Doğal yollarla elde edilmesi çok zor bir renk olduğundan o dönemde binlerce deniz kabuklusundan çok az miktarda boya elde edilebildiği söylenir. Bundan dolayı zaten paha biçilemezdi. Dolayısıyla kendilerine erguvan kanlı diyen Bizans imparatorlarının da Erguvan Kapısından geçtiğini hayal etmek bizim için çok zor olmasa gerek. 
Hikaye  Bizantolog Teo’nun bu kapıyı aramaya İstanbul’a gelmesi ile başlıyor.

Kurtarmak için kayıp ruhunu şehrin
Gizli,viran bir kapıdan giriyor
Erguvan Kapısından
Başında erguvan tacı
Erguvan Giyinmiş
Yaraları Erguvan
Münkir bir keşişin gölgesinin ardından
Kutsal bilgeliğe doğru yürüyor.
Daha önce Oya Baydar’ın son romanı “O Muhteşem Hayatınız”’ı okumuş ve burada yorumlamıştım. Bir yazarın son romanını okuyunca genelde önce yazdıkları bir parça daha geri kalır ya tam tersi ben Erguvan Kapısını son romanından çok daha fazla beğendim. Hem konusu benim için daha ilgi çekiciydi hem de tekrarlara pek düşmemiş yazarımız bu kitapta. Kitap boyunca Oya Hanım’ın politik duruşunu görüşünü,pişmanlıklarını,değişimlerini yarattığı karakterlerle birebir okuyoruz.
Teo ergenlik döneminde Türkiye’deki azınlık sorunları yüzünden Amerika’ya göçmüş Rum bir aileye mensuptur.Kimin yazdığı belli olmayan bir el yazmasındaki mısralar yüzünden Erguvan Kapısını aramaya İstanbul’a gelir ve Ülkü’nün evini kiralar.
Burjuva bir yaşantı süren Derin öldürülen diplomat babasının katillerini bulmayı çalışırken sol bir örgüt üyesi Kerem Ali ile tanışır. Ülkü’nün Derin’in babasıyla geçmişte bir ilişkisi vardır ve bu ilişkiden doğan oğlu Umut Kerem Ali’nin abisi ile bir örgüt evi baskınında öldürülür.
Bu dört kahramanın azınlık psikolojisi,68 kuşağının küskünlükleri,ölüm oruçları,oidupus ve elektra komplekleri içinde birbirleriyle olan ilişkisini okuyoruz roman boyunca.
Oya Baydar bu kitapla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat ödülü almasına rağmen çok eleştirilir.
Erguvan Kapısı”nda sosyalist ideoloji eleştirisi, özellikle sol örgütlerin özendirdiği ölüm ve öldürme kültürünün eleştirisine dönüşür,bireyselliği yok eden örgütler ve yöneticiler sorgulanır.Bu açıdan biz de alt metinde  yazarın kitap boyunca partizanların alınan kararları sorgulamadan uyguladıklarını,aslında hiç kimsenin kendi özgür iradesiyle ölüm oruçlarına yatmadığını bu tarz eylemlere zorlandıkları vurgusunu okuyoruz.
Ben bilmediğimden önce Erguvan Kapısı’nı okudum ancak isteyenler Sıcak Külleri Kaldı’yı daha önce okuyabilir zira bu kitaplar birbirinin devamı. 

12 Aralık 2013 Perşembe

KİNYAS VE KAYRA'YI OKUYAMAMAK

Bu kitabı okumayan bir ben kalmıştım herhalde .Yıllarca kapağına antipati duyduğum için elim gitmedi. Çevremde çoğu kişinin okuduğu ve hatta çok beğendiği öve öve bitiremediği bu kitap hakkında bir yorum yapamamak benim için “Kinyas ve Kayra’yı okuyamamak" başlıklı bir makaleye dönüşmek üzeydi ki Kitap Kardeşliği-Ekim etkinliğinde seçilince belki motivasyon olur diye elektronik olarak okumaya başladım.
Ama benim elektriğim baştan tutmuyorsa yok olmuyor. Kitap elimde süründükçe süründü. Araya başka kitaplar girdi. Karakterlerin nihilizminden bana fenalık geldi. Ayrıca kitapta da olsa bu kadar şiddet ,cinayet,uyuşturucu,tecavüz benim için çok fazla.Karanlık karakterler yaratmak için fazlaca kullanılmış. Yazarı ve yazım şeklini bir kenara koyarak kurgunun ve karakterlerin bana uygun olmadığını söyleyebilirim.
Oysa kurguyu bitarafa bırakırsak yazar olarak Hakan Günday çok güzel bir iş çıkarmış. Karakterlerin iç seslerini, birbirleriyle olan diyaloglarını gene karanlık psikolojilerini düşünsel olarak dikkate almadan metinsel olarak başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Yazarın hatırı sayılır bir hayran kitlesinin olması boşuna değil. Benim açımdan ise yazar hakkında olumlu olumsuz düşünceler söylemek için erken çünkü hala okumadığım çok kitabı var.Sanırım yeraltı edebiyatı tanımlamalarından dolayı kendisi favori yazarım olamadı yıllar içinde. Gene de önyargılı olmamak gerek diyor ve Hakan Günday yorumlarımı bir sonraki kitabına kadar erteliyorum.

10 Aralık 2013 Salı

YENİ YIL HEDİYENİZ BİR KİTAP OLSUN

Umarım yeni yıl hepimize güzel şeyler getirir. Ben de yeni yıl hediyesi olarak buradan kitapsever bir arkadaşa seçeceği bir kitabı hediye etmek istiyorum.
Çekilişe katılmak için takipçi arkadaşlar hangi kitabı istediğini yorumda belirtsin lütfen.
Geçen sefer çekilişten haberi olmayan arkadaşlardan aldığım yorumlardan dolayı bu sefer daha geniş bir duyuru yapmak istiyorum. 
Bundan dolayı çekilişi kendi sitesinde /bloğunda duyuran arkadaşlar ek bir çekiliş hakkı kazanacak.
Ayrıca çekilişi facebook,twitter,instagramda duyuranlar her bir duyuru için ek çekiliş hakkı kazanacak.

Katılmak isteyen arkadaşlar yorumlarını ve paylaşımlarının linklerini 23 Aralık'a kadar bırakabilirler.
Kitaplar
Ustam ve Ben  Elif Şafak 
Geyikli Park  Sunay Akın
Nefret,Arkadaşlık,Flört,Aşk,Evlilik  Alice Munro
Daha  Hakan Günday
Deniz Feneri Yolu Debbie Macomber 
Heba Hasan Ali Toptaş 


9 Aralık 2013 Pazartesi

Modern Zamanların Taş Ustası -ANISH KAPOOR

Sergi kataloglarını çok severim.Hem gidemediğim sergiler hakkında  bilgi sahibi oluyorum hem de gittiklerime daha sonra tekrar tekrar bakabiliyorum. Bu katalog halen Sakıp Sabancı Müzesinde sergisi devam eden Anish Kapoor’a ait. Sergi 5 Ocak’a kadar devam edecek. Eğer imkanınız varsa ziyaret edin derim ama yoksa sanata,heykele meraklı arkadaşlar kataloğu online olarak Sakıp Sabancı Müze Yayınlarından edinebilirler.
Hint asıllı İngiliz sanatçı bugün dünyanın yaşayan en önemli ve üretken heykeltraşı olarak gösteriliyor.En büyüğü 12 ton ağırlığındaki devasa eserler hacimsel büyüklüklerine tezat bir zerafette. Baktıkça hayranlık uyandırıyor.
Ben de çoğu ziyaretçi gibi Sky Mirror ve Sarı 'ya bayıldım.
http://www.360tr.com/britishcouncilturkey/ sitesinden sergiye sanal tur da yapabilirsiniz.

8 Aralık 2013 Pazar

2013 Edebiyat Ödülleri

Yeni bir yıla doğru geriye saymaya başlamışken bu yıl edebiyatımızda kimler ödülleriyle taçlandırıldılar bir bakalım. Gerçi bitmek bilmeyen tartışmalarda ödül enflasyonun içinde yapılan değerlendirilmelerin anlam yitirdiği daha sık dile getirilmeye başlandı.Belli başlı önemli sayılan ödüllerin dışında holdinglerin,bankaların,il ve ilçe belediyelerinin ,sendika şubelerinin,çeşitli okulların verdikleriyle belki sayısı yüzden fazla ödül içinde kim neyi ,neden hak ediyor çok da açıklanmadan  seçici kurulların değerlendirmeleri şu an için bir eleştiri konusu.  
Gene de yazarlara sonrası için cesaret vermesi ve bizim de yeni isimlerin farkına varmamız açısından en azından kurumsallaşmış ve geleneği olan ödüllerin önemli olduğuna inanıyorum.

Sait Faik Hikaye Armağanı

Sait Faik Hikâye Armağanı ödülü, "Bazen Hayat" adlı eseriyle Sine Ergün'e verildi.
















Behçet Necatigil Şiir Ödülü
Bu yılki Behçet Necatigil Şiir Ödülü oy çokluğu ile Oya Uysal’ın Uzak Olan Sendin adlı kitabına verildi..














Sedat Simavi Edebiyat Ödülü

Heba” adlı romanıyla Hasan Ali Toptaş layık bulundu.


















Yunus Nadi Roman Ödülü
Sibel K. Türker'in Can Yayınları'ndan çıkan Hayatı Sevme Hastalığı, Yunus Nadi Roman Ödülü'nün yanı sıra Doğan Kitap’ın Duygu Asena’nın anısına saygı duruşu olarak düzenlediği “Kadının Hâlâ Adı Yok” Roman Ödülü’ne de layık görüldü.















Yunus Nadi Öykü Ödülü

Öteki Kışın Kitabı” adlı yapıtıyla Bora Abdo’ya verildi.

















Yunus Nadi Şiir Ödülü
Seçici kurul, ödülü Hulki Aktunç ve Gültekin Emre’nin birlikte yazdıkları “Opus” adlı kitap ile Arzu K. Ayçiçek’in “Talidomit” adlı kitap dosyası arasında paylaştırdı.
















Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü
Her yıl dönüşümlü olarak farklı bir türde verilen ödül bu yıl şiir dalında verildi ve Fırat Caner'in Zeval isimli kitabı seçildi.

















Haldun Taner Öykü Ödülü
Bu yıl ödüle Alakarga Sanat Yayınları tarafından 2012'de yayımlanan Neslihan Önderoğlu'nun 'İçeri Girmez Miydiniz?' adlı ilk öykü kitabını değer görüldü.















Dünya Kitap Dergisi Yılın En İyileri


Altın Sayfa Ödülünde bu yılın en iyi polisiye kitabı Celil Oker'in Ateş Etme İstanbul'u oldu.

















Yılın Telif Kitabı” ödülü; Hamdi Koç’un Doğan Kitap’tan çıkan “Çıplak ve Yalnız” adlı yapıtına verildi.
En iyi çeviriyi ise Isabel Allende’nin “Maya’nın Günlüğü” kitabının çevirmeni İnci Kut aldı.

















Orhan Kemal Öykü Ödülü
Çukurova Edebiyatçılar Derneği'nin Orhan Kemel anısına verdiği ödül bu yıl Gamze Güler'in Beşinci Köşe kitabına gitti.

















Ömer Seyfettin Hikaye Ödülü
2012 yılı içinde yayımlanan hikâye kitapları arasında, Cemal Şakar’ın “Mürekkep” isimli kitabı 2013 Ömer Seyfettin Hikâye Ödülü’ne layık görüldü

7 Aralık 2013 Cumartesi

APARTHEID'IN BİR ANLAMI OLMALI

Bu kitabı 98'de almıştım.On beş büyük yazarın  Nelson Mandela'yı ve onun savaşını selamlayan bölümlerden oluşuyor.Bu selam Mandela 'nın tutsaklık döneminden geliyor ve onun simgelediği mücadelenin özgürlük yolunda ilerlediği günlerde daha bir anlam kazanıyor.Bugün bu dizeleri hepimizin hatırlaması ve gerektiğinde hatırlatması için yazıyorum...
Ben karayım
Her şeyi kara görürüm
Hepimiz karayız
Dünyanız kara
Yoksulluk,yoksulluk kara
Zenci,benim
Melez ben
Hintli ben
Camını silen benim
Arabanı yıkayan
Balkonundan düşen ben
Beyaz Adam,
Temiz Adam
Pembe adam
Parlak adam
Gıcır gıcır bir para gibi
Yaşayan sensin
Geberen ben
Ülkenin sahipleriydik
Davetsiz konuklar olduk



22 Kasım 2013 Cuma

SUFLE - ASLI E. PERKER

Tatlıyla başım pek hoş değildir.Öyle aman aman tatlı krizlerine de girmem.Ancak 2 kitap var ki okuduğum süre boyunca benden bir çikolata canavarı yarattı.
Bunlardan biri Elif Şafak’ın Araf’ı diğeri de Aslı E Perker’in Sufle’si.  Araf’ı okuduktan sonra kütüphanenin ücra bir köşesine kaldırmıştım ki gözümden uzak olsun. O nefis trüfler kitabın kapağını süsledikçe ben bunu nasıl yaparım diye kursa bile gittim.
Yapmasını yemekten daha çok sevdiğim sufle Aslı Hanım’ın kitabında sürekli karşıma çıkınca aynı duygularla defalarca sufle yaparken buldum kendimi. Çikolatalı,peynirli,ıspanaklı,mantarlı,kabaklı sonra tekrar çikolatalı.Kitabı bitirdiğimden beri bir daha sufle yapmadım
Kitapta denildiği gibi “Güzel ve kaprisli kadın gibidir sufle ne gün ne yapacağı hiç belli olmaz. Kimse şu dakikada fırından çıkartın diyemez ,her aşçı deneyerek en iyi tarifi bulur .Kendi kaplarını, kendi fırınını kullanarak, eskiterek, her biriyle defalarca didişerek."
Yaptığınız zamanki moral durumunuz bile suflenin kabarıp kabarmayacağını etkiler. Hırslanıp fazla çırparsanız hava boşlukları kalır ki sufleyi çatlatır. Ya da fırından çıktıktan sonra sufleniz söner. En güzeli oda sıcaklığındaki yumurta beyazlarını katılaşana kadar çırpıp kedinizin kafasını okşuyormuş gibi harca yumuşakça yedirmektir. Yani sufle yaparken sevgi dolu olacağız efenim öfkeliysek hamur yoğuracağız sufle yapmayacağızJŞaka bi tarafa mutfağın iyileştirici bir yanı var. Boşuna dememişti Murathan Mungan Yüksek Topuklar’da “Mutfak bir kadının ya mabedidir ya mezarıdır”diye.Kitapta sadece kadın kahramanlarımız yok.Karısını kaybettikten sonra onun acısını yemek yapmayı öğrenerek unutmaya çalışan Marc ‘da  tıpkı Ferda ve Lilia gibi dertlerini mutfakta aşmaya çalışıyor.
Suflenin çökmesi kitapta bir metafor. İnsan ruhunun bir anda çöküverdiğini karamsarlığa düştüğünü simgeliyor. Fakat sufleyi yaparken duydukları keyif fırından çıkmasını beklerken hissettikleri heyecan Paris,İstanbul ve New York’ta yaşayan 3 farklı kahramanı benzer bir hayata tutunma çabası ile hikayelendiriyor. 

15 Kasım 2013 Cuma

BEYOĞLU'NUN EN GÜZEL ABİSİ - AHMET ÜMİT

“İnsan hem iyidir hem kötü hem şeytan vardır içimizde hem de melek. Hangisini uyandırırsak hangisini beslersek o ele geçirir ruhumuzu”.
Aslında Ahmet Ümit’in bu yeni çıkan kitabını hemen alıp okumayı düşünmüyordum. Önceki kitabı Sultan’ı Öldürmek ‘i pek beğenmemiştim. O yorumu okumak isteyenler buraya bakabilir. Kitap Kardeşliği Kasım etkinliğinde seçimi Beyoğlu’nun En Güzel Abisi'nden yana yapınca Kinyas ve Kayra’nın arasına alıp şıp diye okuyuverdim. Zira diğerinin yanında pek çerez geldi.
Birbiriyle çatışan kumarhane sahipleri, kadın satıcıları, hayat kadınları, Tarlabaşındaki kentsel dönüşümden rant sağlamaya çalışan mafyavari figürler,tinerciler,Gezi Direnişi çerçevesinde yazarımızın meşhur kahramanları Başkomiser Nevzat ile yardımcıları Ali ve Zeynep yılbaşı gecesi işlenen bir cinayeti roman boyunca çözmeye çalışıyor
Gezi olaylarından bahsetmeyi sosyal bir sorumluluk olarak görmüş sanırım ancak konunun içine çok da yedirememiş. Olur olmaz zamanda ortaya çıkan gençlerin kurguyla bağlantısı zayıf. Bakın bunlarda var ben bunları hissediyorum ve yazıyorum demek için varlar sanki.
Öte taraftan çok satan bir yazarın Tarlabaşı gibi önemli bir semtin rant alanı haline getirilmesine dikkat çekmesi farkındalığı artırmak açısından çok önemli.Gelgelelim bu konuda ne yapılır nasıl karşı durulur; STK ‘larının bizim gibi zayıf olduğu toplumlarda romandaki Nazlı gibi Don Kişot’luğa soyunmuş daha çok insana ihtiyaç var.
Şehirdeki rant herkesi rahatsız eden bir konu. Bu sene Bienal’de kentsel mekanlara odaklanarak Gezi Parkı, Taksim Meydanı, Tarlabaşı Bulvarı, Karaköy ve Sulukule mahallesi gibi kentteki en tartışmalı yerlerde projeler planlanmıştı. Ancak kamusal alan sorununu irdeleyen projelerin otoriteden izin alınarak yapılma zorunluluğu dolayısıyla vazgeçildi. Kentsel dönüşümün sadece mekansal olarak binalar inşa etmek olmadığını algılayamayan otoriler içinde nerede yaşayacağı,nerede çalışacağı,nerede sosyalleşeceği göz ardı edilen insanlarla,tarihsel ve kültürel çeşitlilik taşıyan mahallerinin malum konut projelerine feda edildiği,alışveriş merkezlerinin mahalle pazarlarının yerini aldığı yaşam alanımızda, küresel yatırımı çekmek için yaratıkları mekanizmayı bizlere zorla dayatıyorlar. Bize de Fransa'da sokak pazarlarındaki peynircilerin imrene imrene resimlerini çekmek kalıyor. Hyde Park’ta uzanıp kitap okuyanları kıskanıyoruz. Elbette Tarlabaşı’nın başına gelecek olan da böyle bir şey olacaktır. Cercle D’Orient binası ortada. İstanbul’da pek çok kamu binasının özelleştirilip kar amacıyla yeniden kullanımı söz konusuyken Galata Rum Okulu, gibi Rum cemaatine ait kamusal binaların ise kültür ve sanata vakfedilerek kentin hizmetine sunulması bence kentliliğe bakış açılarının hala bizden farklı olduğunu göstermekte.Neyse kitapta denildiği gibi canlı cansız herşeyin satılık olmadığı bir dünya dileyelim.
Kitabımıza dönersek fazla mesaj kaygılı ve tekrarlı bulduğumu söyleyebilirim. Özellikle yazarımız Başkomiser Nevzat’ın aile travmasını anlatmayı bundan sonraki kitaplarında bırakmalı ve Evgenia ile olan ilişkisinin de boyutunu değiştirmeli artık. Aynı şeyleri son kitaplarında çokça kullanması en azından benim açımdan sıkıcı olmaya başladı. Bu kitabın kurgusunu da Sultan’ı Öldürmek’te olduğu gibi gereksiz uzatılmış buldum.
Bir karakter olarak Ahmet Ümit’in romanda olması ise sempatikti. Sonraki kitaplarında daha başrole yakın bir karakter yaratır umarım.



1 Kasım 2013 Cuma

HALK TAKVİMİ



Erbain’i,Koz Kavuran’ı,Ülker Fırtınalarını,Kabak Meltemini,Kırlangıç Geçimlerini çocukluğumuzun saatli maarif takvimlerinden öğrenenler elime mum diksinJ Yoksa bizim gibi şehir çocukları ne bilsin Hamsin’i,Zemheri’yi,koç ayırma zamanını ,ağaçlara su yürümesini.
Oysa binlerce yıllık bir kültürel birikimle oluşturulmuş yöre insanlarının toplumsal yapısını belirleyen zaman-yaşam biçimi hep bu Halk Takvimlerine göre şekillenir.
Üçü bize yаğıdır,
Üçü cennet bаğıdır,
Üçü yığıp getirir,
Üçü vurup dаğıdır
demiş eskiler. Yani burаdа kış düşman,ilkbahar cennet ,yaz toplayıp getiren,sonbahar da vurup dağıtandır.
Tarım hayvancılık ya da balıkçılık gibi ekonomik uğraşlar ve bu uğraşların davranış biçimleri alışkanlıkları, inanç sistemleri bu takvimlere göre yaşanır.
Anadolu Halk Takvimlerinde yıl genel olarak ikiye bölünür.Kasım ayları ve Hızır ayları olarak bilinen bu dönemlerde Kasım 8 Kasımda başlayıp Hıdrellez’e kadar sürer.Bu süre kıştır.6 Mayıs’tan Kasım ayına kadarki dönem yazdır ve Hızır ayları olarak adlandırılır. Kış 45’er günlük Kasım,Zemheri ve Hamsin adlı üç bölüme ayrılır.
Hıdrellezde tutulan çobanlar genellikle Kasım’ın iik haftası dağdan inerler.Dağda kalmanın, koç katmanın,dağdan inmenin,sürü sahipleriyle hesaplaşmanın hep yazılı olmayan bir zamanı vardır.
Bocuk,Tahta Atımı,Cemreler,Kocakarı Soğukları ,Mart Dokuzu,Aprilin Beşi,Nevruz,Paskalya,Kiraz Ayı ,Ekim Ayı,Orak Ayı ,Pastırma Yazı gibi zamanlar halk için yaşamsal önem taşır.Hayvanlarını ve ekinlerini korumak için bu zamanları bilmek zorundadır.
Örneğin Mart Dokuzundan 150 gün önce koyuna koç katılır ki kuzulamaları bu soğuk günden sonraya rastlasın ya da Aprilin beşinde tohum ya elde olmalı ya yerde olmalı derler. Çünkü önceden ekilmiş ya da filizlenmişse soğuk alır.

Günümüzde küresel ısınmayla bu pratik yaşam ne kadar değişmektedir bilemiyorum ancak konuyu merak eden arkadaşlara şu kitapları önerebilirim. 

Bir Zamanların İstanbulu- Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru İnkılap Yayınevi
Şennur Sezer & Adnan Özyalçıner  

Yazılı Kaynaklarda Anadolu'da Halk Takvimi ve Halk Meteorolojisi Türkerler Kitap Ankara
Ergün Veren

21.Yüzyıl Eşiğinde Örf ve Adetlerimiz Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Boğaziçi Yayınları
Nezihe Araz,Umay Günay,Nail Tan,Kamil Toygar,Enis Öksüz,Bilge Seyidoğlu,

22 Ekim 2013 Salı

KABİL - José Saramago


Gözümün önünde aradığım şeyi bulamadığım zamanlarda José Saramago’nun hep şu sözleri aklıma gelir.
Bakabiliyorsan ;Gör
Görebiliyorsan;Gözle
Kendisi en sevdiğim yazarlardandır. Yazar ayları etkinliğine daha önce de bahsettiğim gibi yazarın son kitabı olan Kabil ile katıldım. Oğuz Atay vari ayraçsız konuşmalar bu kitabında da mevcut.Sanırım alışkın olduğumdan beni hiç rahatsız etmedi. Takip etmekte zorlananlar olur mu bilemiyorum ancak uslup eğlenceli, okuması rahat,su gibi akıp gidiyor.Editörünün söylediğine göre kitabı 4 ay gibi bir zamanda Portekiz Hükümeti ve dini otoritelerce aforoz edildiği için yerleştiği Kanarya Adalarında yazıyor.Kitabı okuyan herkesin tahmin edeceği gibi basıldığı her ülkede tepkiler görüyor zira yazarımız kitapta kendi düşüncelerini Kabil üzerinden konuşturarak Tanrı’yla hesaplaşmaya çalışıyor. Sorgulamaları, öfkesi ve intikamı eski ahitteki mitolojilerle hikaye ediliyor. Eşeğinin üzerinde zaman yolculuğu yaparken Babil Kulesinin yıkımına, Sodom ve Gomore’ye, oğlunu kurban eden İbrahim’e ,Musa ile Yeşu ’nun savaşına ,şeytanın musallat olduğu Eyüp’e uğruyor.Yolculuğu Nuh’un gemisinde son bulurken tanrının şiddetine ve adaletsizliğine isyan ediyor,bol bol eleştiriyor.
Saramago ölmeden önce vurucu bir kitap yazmış ve kendince“Efendi’den” intikam almış. Bu bakımdan kitabın kabul edilebilirliği pek çok okur için zor olabilir.
Gene de nacizane Kabil'i henüz okumamış kitap severlere ben bir an önce okuyun diyorum.

13 Ekim 2013 Pazar

NOBEL MUNRO'NUN

Nobel'li erkek yazarların ezici çoğunluğu karşısında günümüzün en büyük öykücülerinden biri kabul edilen Alice Munro'nun nihayet bu ödüle layık görülmesi elbet çok sevindirici.Bugüne kadar verilen 110 ödülden sadece 13 tanesinin kadın yazarlara gittiğini düşünürsek pek çok alanda olduğu gibi edebiyatın da hala erkekler dünyası egemenliğinde olduğunu yadsıyamayız.Neyse ki bu ara yazarın kitapları daha dikkat çekici pazarlanacaktır.Daha önce buradaki yazımda da belirttiğim gibi maalesef yazarın öyküleri Türkçe'de yeteri kadar yer bulamadı.Bu ödül vesilesiyle umarız daha çok kitabına ulaşabiliriz.

10 Ekim 2013 Perşembe

EKİM OKUMALARI


Sevgili Pınar'ın Okuma Şenliğine katılmış olsaydım Kinyas ve Kayra benim için herkesin okuduğu ancak benim okumadığım kitap kategorisinde seçebileceğim alternatif olabilirdi.Olabilirdi diyorum çünkü yıllardır kapağından nefret ettiğim için bu kitabı satın alamadım :) 

Kitap Kardeşliği Ekim etkiliğinde  Kinyas ve Kayra okunuyor.Ben de elektronik kitap satın alarak kapağını görmeden nihayet bu kitabı okuyabileceğim.

 Yazar Aylarında ise Jose Saramago okuyoruz..Ben Kabil'le katılıyorum.





8 Ekim 2013 Salı

BİENALLERİN İLHAM KAYNAĞI KAVAFİS


Ünlü şair Konstantinos Kavafis’in 150.doğum yılı sebebiyle 2013 yılı Yunanistan'da Kavafis yılı olarak kutlanıyor. 
Hazır Bienal devam ederken Kavafis’i anmadan geçmek olmaz.Kendisi bizim Bienallerde ya sanatçılara ya da protestolara mutlaka ilham kaynağı olur J Her ne kadar bu yıl Bienalin ismi “Lale Müldür’ün kitabı “Anne Ben Barbar mıyım?" dan alıntılandıysa da kamusal alan protestolarında şairin Barbarları Beklerken şiiri de elbet atlanılmadı.
1863 İskenderiye doğumlu Konstantinos Kavafis babasının ölümü üzerine ergenlik dönemini aile şirketinin Liverpool’da olması dolayısıyla İngiltere de geçirmiş. Burada Shakespeare ve Oscar Wilde’dan etkilenmiş.İşlerin bozulması üzerine tekrar Mısır’a dönmüşler.Ancak 1882’de İngiltere’nin İskenderiye’yi bombalamaya başlaması üzerine İstanbul’a yerleşmişler.Annesinin memleketi olmasına rağmen sadece birkaç yıllını İstanbul’da geçirmiş. Bu dönemde şiirlerini de çok etkileyen Bizans tarihi ve Helenizm ile ilgilenmiş. Fener Rumcasını kullanmaya başlamış.

Kavafis’in ilk şiirleri bombalama sırasında çıkan yangında evleriyle beraber yanar. Bu yüzden bildiğimiz ilk şiiri, İstanbul’da tuttuğu günlüğünde bulunan “Therapia’yı terk”tir. 1885 Eylül’ünde İskederiye’ye döner ve 1932 yılında kanserden ölene kadar burada yaşar.İngilizce,Fransızca,Türkçe,ve Rumca derken geçtiği şehirlerin savaş zamanlarının zor yılların etkilerini dizelerine taşır.En bilinen şiiri Şehir’de özlemini çok güzel yazar. 
Şiir çevirisi çok zordur.Kavafis’in Türkçeye çevrilmiş pek çok kitabı mevcut.Bunların içinde Cevat Çapan’ın Kavafis’ten 100 Şiir çevirisi gerçekten çok başarılı.

'Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim', dedin 
'bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet. 
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya; 
-bir ceset gibi- gömülü kalbim. 
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede? 
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, 
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, 
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.' 

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. 
Bu şehir arkandan gelecektir. 
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, 
aynı mahallede kocayacaksın; 
aynı evlerde kır düşecek saçlarına. 
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. 
Başka bir şey umma- 
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, 
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de. 




7 Ekim 2013 Pazartesi

YERE DÜŞEN DUALAR - Sema Kaygusuz

Bir Binbir Gece Masalı okudum ki dili nefis. Kitabın sonunda harika bir sofradan kalkmış gibi haz doluydum. Şahane bir anlatımı var Yere Düşen Dualar'ın.
Konusuna gelince kitap iki ana bölümden oluşuyor. Üzüm ve Altın. Birinci bölüm daha gerçekçi bir kurgu iken,ikinci bölüm yansımalarla ilerliyor.Leylan’ın küçük bir adada geçen hikayesi ,ölen amca,terk eden anne ,bir gözü görmeyen alkolik baba.Leylan’ın üzümü yüceltmesi,şarap yapması ona insan gibi karakterler biçmesi.Tüm bu hikayede geçen ayrıntılar ,kahramanlar metaforik olarak ikinci bölüme uzanıyor.Bir yandan Çingene mitlerini okuyoruz bir yandan özlenen bir anneyle yaşanan psikolojik kompleksler tek gözü görmeyen bir çocukta anne-eş-baba ile vücut buluyor. Baba olgusunun karmaşıklığı nefret hayranlık kendini ispat hissiyatı kim güreşçi aslında yenen kim yada kazanmak kavramının gerçekliğini sorgulatıyor. Daha önce atına kendi adını veren yüksek egoyu sonrasında atın kendisi olarak yada atın adını alan çocuk olarak görüyoruz. O zaman çok sevdiğimiz şeylerle bütünleşme onun karakterine bürünme halini bir başka türlü anlıyoruz. Bunları okurken öyle masalsı bir ormanda bir nehir kenarında geziyoruz ki yazarımız tüm anlatıyı alegorik olarak önümüze seriyor ve ben gözümü kapattığımda Yaşur’un kanıyla ısınıyorum.

28 Eylül 2013 Cumartesi

MENEKŞELER ATLAR OBURLAR-Hüsnü Arkan

“Yaşam kurgudur, gerçek düştür. Yalnızca inancınızla biçimlenen bir avuç hamur. Neye inanıyorsanız, gerçek odur”... 
Benim gibi sulu gözlü birinin bu kitabı yalnızlığı tavan yapmış evden binlerce km uzaktayken okuması hiç akıllıca olmadı. Boğazım düğümlene düğümlene okumama rağmen elimden bırakamadım desem sanırım kitap hakkında hissettiklerimi açıklamış olurum. Hüsnü Arkan öyle güzel yazmış ki çoğu zaman o akıp giden düz yazının uzun bir şiirin parçası olduğunu düşünüyorsunuz.
Arka planda siyaset ve evet dillendirmese de bildiğimiz 12 Eylül. Hayallerini kaybeden kahramanın aslında nasıl gerçek olmayan bir kurguda yaşadığına şahit oluyoruz.
Kendi deyimiyle oburlarla gurmelerin savaşında menekşe kokan kadınların arasında güven duygusunun ne demek olduğunu atlardan öğrenen bir çocuğun büyüme serüveni. Ege’de bir çiftlikte kendi ailesinin yarattığı feodaliteyi yıkmaya çalışırken hayallerinin peşinden İzmir’e gidip meyhane açan Hüseyin’in hikayesi.
"Anlamsızlığın bir anlamı vardı, bir adı vardı; hayat diyorlardı buna. Her sıradan sözcük gibi, içine girince, yineleyince bir şey ifade etmiyordu. Sıradan olmayan sözcükler arıyordum.Yoktu. Çevremdeki insanlar, sözcükleri kendilerini iyi hissetmek, çıldırmamak için kullanıyorlardı. Aslında hepsi de evreni saran boşluğa aitiler ama bunu kabul etmektense, o boşluğa bir anlam yükleyip varlıklarını birbirlerine onaylatmayı yeğliyorlardı."
Beğeni elbet subjektiftir ;Hüsnü Arkan bu kitapta bana göre muhteşem cümleler yazmış.Tam anlamıyla edebiyat yapmış.Ben bayıldım...

10 Eylül 2013 Salı

Çavdar Tarlasında Çocuklar-Jerome David Salinger


Kitap Kardeşliği-Eylül etkinliğinde okuduğumuz Salinger'in bu klasikleşmiş kitabı için açıkçası ne söyleyeceğimi bilemiyorum.Kitabin ilk basımı 1951'de yapıldiktan sonra Amerika'da müstehcen bulunup uzun yıllar yasaklanmış Ancak bizdeki çeviri daha usturuplu ( O da ne demekse).Dolayısıyla Türkçesinden okuyup objektif bir yorum yapmak güç.Ergen Holden'ın okuldan kovulduktan sonraki birkaç gününün anlatıldığı hikaye aslında oldukça samimi.Hayatı anlamaya çalışan Holden'ın memnuniyetsizlikleri,büyüklerin dünyasında irrite olduğu şeyler, anlaşamadığı arkadaşları, okuldan kovulması tam bir tutunamayan profili ile sonunda psikiyatri kliniğinde sadece uyum gösterenlerin yaşama devam ettiğinin öğretilmeye çalışıldığı Darwinist bakış açısında bu kitap bir klasik olmayı hak ediyor mu sorusuyla bitirdiğimde yazıldığı yıla göre değerlendirmek gerek diyerek kendi anti-tezimi oluşturuyorum.Peki öte taraftan bu kitap klasik adledildiyse gene Amerikan Edebiyatı üstadlarından Hemingway'e veya William Faulkner'e haksızlık etmiş olmuyor muyuz Sonuçta Gönulçelen bir "Çanlar Kimin için Çalıyor"  veya bir "Ses ve Öfke"değil.Sadece kendi içinde değerlendirdiğimde evet okunası bulduğum nedense bana yazar ve kitap isminden dolayı Ekim devrimi yıllarının kitaplarını çağrıştıran fakat sadece bunalım bir ergenin sorunlarıyla başbaşa bir okuma yaparken Holden'in benim de sevmediğim birçok şeyi kabullenmekte zorlandığını görüp ona sempati duyuyorum.Sanırım kitabın bunca yıldır bu kadar çok okunması ve tanınması okuyucunun kurduğu empati duygusundan.
Bu arada aramızda ördeklerin nereye gittiğini bilen var mı :)