27 Ocak 2013 Pazar

KİTAP KARDEŞLİĞİ-ŞUBAT ETKİNLİĞİ

Stylopunk'un kitap kardeşliği etkinliğiyle 1 Şubatta Yüzyıllık Yalnızlık'ı okumaya başlıyoruz.Instigram ve Twitter kullanan arkadaşlar 1 Şubatta kitap resmini kitapkardeşliğisubat etiketiyle paylaşacaklar.Etkinliğe katılmak isteyenler Stylopunk'un Instigram sayfasından veya bloğundan kendisine ulaşabilirler.

25 Ocak 2013 Cuma

TEKNOLOJİ YORAR


İş seyahatlerinde taşımak zorunda olduğumuz malum ağırlıklardan dolayı yanıma ancak bir kitap alabiliyorum. Kitap biterse ya da beğenmezsem ne okuyacağım stresini bir süredir e-kitaplarla gidermeye çalışıyordum. Beğendiğim kitapları İdefix’ten e-kitap formatında satın alıyor ve Google Play’in  Kitaplık uygulamasıyla da tablete aktarıyorum ve oradan okuyorum.
Öncelikle belirteyim hiçbir dijital uygulama gerçek kitabın verdiği hazzı vermiyor.Yıllarca kitap sayfası çevirmeye alışınca bazen dalıp ekranın kenarını kıvırmaya çalışıyorum ya da ara verince kitabı ters kapatma alışkanlığımdan aynısını cihaza yapıyorum.J
Pratik gibi görünen bu teknolojik oyuncaklarda e-ink denilen mürekkep özelliği olmadığından maalesef  uzun süreli okumalara uygun değiller ki elimdekini bitirip sonraki beş gün sadece e-kitaplarla idare ettiğim için gözlerim bir hayli yoruldu.Şimdi bardak bardak havuç suyu içiyorum J
Neyse baktım benim bu dijital okumalarım devam etmek zorunda ben de kendime doğru düzgün bir e-reader almaya karar verdim.Yaptığım araştırmalarda kullananların Booken Cybook’tan memnun olduklarını gördüm. Fransız menşeli Booken’da birkaç cihaz alternatifi var. Ben Cybook Odyssey’i  sipariş ettim. 

Cihazda E-Ink Pearl ve Touch Screen özellikleri var. Yani yeni nesil e-mürekkep pearl denilen gerçek kağıt hissi uyandıran ekran keskinliğine ve okunurluğuna sahip.Cihaz elime Şubat sonu gibi geçecek. O zaman gerçekten kullanışlı olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi verebilirim. Ama şimdilik tabletten kitap okumaya geçici bir süre için ara veriyorumJ

İsteyenler Cybook Odyssey hakkında şu adreslerden daha detaylı bilgi edinebilir.

Cihaz İdefix’te de satıyor fakat şu an sitesinde gördüğüm kadarıyla stoklarında yok.

Bu kadar şikayetten sonra neler okumuşum kısaca onlardan da bahsedeyim.


Ünlü dedektifimiz Sherlock Holmes ve arkadaşı Dr. Watson'un çözdüğü polisiye hikayelerin toparlandığı iki kitap.Okuması son derece rahat ve meraklısı için keyifli.



Bir Dilekle Başladı Herşey yeni yıl hediyemdi.Yolda hemen okuyup bitirdim. Blossom Sokağından yeni hikayeler.Üstelik bu sefer baş karakter bir kitapçı.Ben de kendime yirmi dilek listesi yapabilirim her an.
Gül Limanı Oteli Debbi Macomber bu kitapla yeni bir seriye başlamış oldu. Jo Marie'nin hikayesini daha çok okuyacağız gibi görünüyor.Bu sefer yazarımız Blossom Sokağından çıkıp bize Sedir Koyundan sesleniyor.
Her ikisi de tipik Macomber kitabı .Pozitif  ve sıcak .Bu yüzden onun kitapları bende hep yaz, güneş,tatil ve arkadaşları görme istediği uyandırıyor.

15 Ocak 2013 Salı

78 Yaşında Man Booker Alan Öykücü- ALICE MUNRO


O Kanada’nın Çehov’u,78 yaşında Man Booker alan harika bir yazar,harika bir kadın. Umarım o yaşa gelince birileri de benim için böyle şeyler söylerJ80 yaşına kadar yazdığı 20'ye yakın öykü kitabı var. Nobel Edebiyat Ödülü için adı hemen her yıl zikrediliyor.Neredeyse Nobel’in kadrolu adayıJGene bu yıl Haruki Murakami ve Philip Roth ile birlikte en güçlü adaylar arasındaydı. Bilindiği üzere ödül Mo Yan'a gitti. 
Eğer bir roman yazarı olsaydı ödülü şimdiye kadar çoktan alır mıydı bilemiyorum ama eleştirmenlerce kısa öykü dalında yeterince iltifatla onurlandırıldığı bir gerçek. Yaşadığı deneyimler ve gördüğü değişimlerle yerel unsurları çok iyi anlattığı için evrensel bir okuyucu kitlesi var. Öykülerini kadınlar üzerinden oluşturuyor ki ben kadını bu kadından dinlemeyi/okumayı çok seviyorum. 
Tüm dünyada hatırı sayılır bir okur kitlesi olan Munro’nun öyküleri maalesef Türkçe'de yeteri kadar yer bulamadı.Şu an baskısı olmayan "Kaçak"tan sonra uzun süre hiçbir kitabı basılmadı. Neyse ki Can yayınları ödülden sonra " Çocuklar Kalıyor" ve "Bazı Kadınlar" la öykülerinin bir kısmını bize ulaştırdı. Umarım bir an önce devamı gelir.

8 Ocak 2013 Salı

SAHİLDE KAFKA - HARUKİ MURAKAMİ


2012’de beğendiğim kitaplarla ilgili bir post yapmak istiyordum fakat samimi olarak sevdiğim kitaplar üçü -beşi geçmeyince değmeyeceğine karar verdim. Sahilde Kafka okuyup beğendiklerim arasında ilk üçe girer. Murakami’nin okuduğum ilk kitabıydı. Bu yılda kitaplarının devamı gelecek kuşkusuz. Ancak araya doz ayarlayıcı başka türler sokmak şart. Yoksa aşırı doz gerçek üstücülükten sokakta uçan kediler falan görebilirsiniz. Şaka bir tarafa Kenzaburō Ōe ,Yukima Mişima,Kobe Abe ve Banana Yoshimotoyla sınırlı olan Japon edebiyatı dağarcığımı artık geliştirmenin vakti gelmişti .Kaldı ki herkesi kendine hayran bırakan Murakami’yi çok popüler diyerek ön yargıyla reddetmek artık olmazdı...
Kitabı bitirdiğimde okunacaklar listeme bir çok isim ekledim. Zira Sahilde Kafka bir anlamda Japon Edebiyatı külliyatı gibiydi benim için. Yazarın öncelikle bu kitabını seçmem kesinlikle Kafka hayranlığımdan. Meğer romanın kahramanı Tamura'da bir Kafka hayranıymış ki herkese kendisini Kafka Tamura olarak tanıtıyor. Kitabın başında günümüze uyarlanmış bir Sofokles hikayesi mi okuyorum diye düşündüm ; Freudyen tabirle bir nevi Oidupus kompleksi yaşanıyordu .Şizofrenik bir yeniyetme ; karga dediği bir alter egoyla konuşup duruyor hatta onu dinliyordu. Sonra bu adam Jung arketipleriyle kitaba devam edecek derken; fantastik bir romanla karşılaştım.
Metaforları kullanan yazar gerçek üstü karakterleri de bunların üzerinden yaratmış Öğrendiğime göre Murakami bar işlettiği dönemde fazla alkol tüketiyormuş.Dolayısıyla o ünlü içki şişesinin üstündeki resmin katil olması tesadüf değil. Johnnie Walker bir kedi katili. Onların ruhlarından bir flüt yapmaya çalışıyor. Artık ne yapacaksa o flüdü. Fareli köyün başka bir kavalcısı..
 Fast food kültürünün baş temsilcilerindne Kentucky Amca Albay Sanders bir kadın satıcısı. Bu da bence çabuk tüket kültürünün başka bir temsilcisi.Çabuk yemek,çabuk seks.Hedonizmin günümüz karşılığını sağlayan adam. Fahişe kız bir yandan işini yaparken bir yandan Henri Bergson'un madde ve bellek'inden söz eder(Her türlü duyu belleğin algısından başka bir şey değildir)Burada seks konuyken benim aklıma üzüntüler geldi. Üzüntü öğrenilen bir kavram mıdır ne zaman ve hangi durumda üzülmeyi öğreniriz. Bize bu duyguyu öğreten kollektif bilinç midir? Peki bu duygudan ya da bilinçten nasıl kurtuluruz Neyse konuyu dağıtmayalım. Buradan Hegel'in bellek algılamasına varacak olursak;kim özne kim nesnedir ?Fahişe mi ;Hoşino mu ? Karşılıklı benlik algılamasını derinleştirip yollarına giderler. Kahramanımız Tamura'ya dönersek 15 yaşında ergenlik sorunları olan rüyalarında cinsel istekleriyle başa çıkmaya çalışan babasından nefret eden sorunlu bir tip. Ne yapsın çocuk daha çok küçükken annesi tarafından terk edilmiş.Kadın sevgisine ve ilgisine muhtaç. Babasını öldürmüş müdür , bunların hepsi bir rüya mıdır bu hikayenin sonu nedir beni çok da ilgilendirmez. Bu sona giderken rüyalar ve gerçekler birbirine karışmış ne gerçekten yaşanmış ne hayal kalmış sorgulamadan o  ormanın içinde aradaki dünyada durup her iki tarafa da bakmak bunun bir parçası olmak güzel. Gökten sardalye yağıyorsa evet sardalye yağıyordur bizde nasıl yani demeden Nakata gibi şemsiyemizi açıp bir sonraki sayfaya geçeceğiz. Hem kim kedisiyle konuşmuyor ki J
Sahilde Kafka bir şarkı ismidir annemsi kadının ya da cinsel istek duyulan figürünün gençlik aşkına yazdığı bir şarkı;

Sen dünyanın kenarında oturuyorsun
Ben artık olmayan bir kraterin içinde.
Harflerinden yoksun sözcükler
Duruyor kapının gölgesinde.
Uyuyan bir kertenkelenin üstüne parıldıyor Ay,
Küçük balıklar yağan göklerden.
Pencerenin dışında askerler var
Bıçaklarla kendilerini öldüren. 
Kafka sahilde bir sandalyede oturuyor
Anlaşılan, dünyayı döndüren sarkacı düşünmekte.
Kalbin ne zaman kapalı ise
Yerinden oynamayan Sfenksin gölgesi
Düşlerini delen bir bıçağa dönüşmekte.
Boğulan kızın parmakları
Giriş taşını ve daha fazlasını arıyor.
Mavi elbisesinin ucunu kaldırıp
Sahildeki Kafka’ya bakıyor

Doğrusu çevirmenin hakkını yememek  lazım .Şiir çevirisi çok güçtür üstelik kitabın genelinde gayet başarılı. Hüseyin Can Erkin doğruca Japonca’dan çevirmiş.

Bu şarkıda geçenler bir paralelde Nakata tarafından yaşanıyor. Yani birinin rüyası diğerinin gerçeği hiç karşılaşmayan iki karakter bilinç üstünde paralel ilerliyorlar.
Nakata  okuma yazma bilmeyen ,anıları olmayan,korkmayan,üzülmeyen,canı sıkılmayan hiç aşık olmamış biridir.Ne kendi bilinci vardır ne de kolektif bilinci. Johnnie Walker onu acıyla ve korkuyla tanıştırır. İsteyenin onun kafasına girip  istediğini yaptıracak boşlukta bir adamdır  Nakata. Bu onu çok korkutur.Kendini hiç kitabı olamayan boş bir kütüphaneye benzetir ve kendi inisiyatifi olan bir adam olmak için yarım gölgesinin peşine düşer. Bir giriş taşı arar ve onu aralamayı başarır.
Kitap boyunca defalarca  Shakespeare’e rastlarız. Macbet’ten alıntılar yapılır. “Hamlet okumayan ömrünü bir kömür madeninin dibinde geçirmiştir”.Kafka Shakespeare  okumayı çok sever.
Tamura ormanda Hansel ve Gratel gibi işaretler bırakarak  ilerler. Vicdani redçi iki askerle karşılaşır. Onu giriş taşı sayesinde açılan ara dünyaya götürürler. Masal,politika,Şintoizm Murakami’nin karanlık ormanında iç içedir.
Romanda gerçek karakterler hep iyidir. Kötü olan gerçeküstü varlık Johnnie Walker adeta Machbettir. Yani Oidipus  iyi Machbet kötüdürJ
Kafka okumayı çok sever.Bu yüzden kaçtığı yerde ayakları onu Kamura Kütüphanesine götürür.Oşima onun Tanka ya da Haiku üzerine araştırma yapan bir öğrenci olduğunu düşünür. Japon Edebiyatı cahili ben Tanka ve Haiku’nun bir şiir türü olduğunu anlayamadığımdan neden Stephen King okuyanın Kamura Kütüphanesinde işi olmayacağını sadece kitap türlerine yormuştum J.
Neyse Oşima da kitaplarla iç içedir. Kafası karışık  Kafka’ya  Genji Hikayelerini tavsiye eder. Bu hikayelerde insan bedeni ruhundan sıyrılıp dolaşabilir hatta cinayet işleyebilir. Kitapta Saeki Hanım 15 yaşındaki haliyle geceleri dolaşmaktadır. Tamura’nın ruhu mu cinayeti işleyip onu kan içinde uyandırmıştır Murakami burada modern zaman  bir Genji hikayesi yazmıştır. Kitap aynı zamanda yazarların bir geçit resmi gibi. Her an karşımıza Charles Dickens’tan, Tolstoy’a, Adolf Eichmann’dan Goethe’ye satır arası cümleler çıkıyor. Evvet genel kültürüme katkı yapan Murakami’ye teşekkür ederek Japon Edebiyatına geçiyorum.
Tamura ,Natsuma Soseki okuyor.Oşima kütüphaneyi tanırken Şikoku’ya gelen Wakayama Bokusui, Ishikawa Takuboku ,Shiga Naoya’nun Kamura kütüphanesinde kaldığını söylüyor  ki ben bu isimlerin hepsinden bihaberim..
Geç Edo dönemi yazarı Ueda Akinari The Tales of Moonlight and Rain ‘de (Ay ışığı ve yağmur öyküleri olarak çevrilmiş) iki samuraydan birinin diğerine verdiği sözü tutmak için harakiri yaparak ruh haline gelip onunla buluşmasını anlatıyor. Anladığım kadarıyla Japon Edebiyatında ruhlar sürekli yaşayanların arasında geziniyorJ
Murakaminin müzik zevki de sürekli karşımıza çıkıyor.Genç Tamura Radiohead,Prince,Coltrane dinlerken Oşima klasik müzik seviyor. Beethoven, Haydn, Pierre Fournier sürekli kulaklarımızda. Bach ve Mozart karşılaştırmaları yapılıyor. Hoşino Rubenstein versiyonlu  Arşidük üçlüsüyle bir aydınlama yaşıyor. Ez cümle roman klasiklerden ,felsefeden,şiirden,resimden ve müzikten beslenerek  ilerliyor.
Bu bol ödüllü kitabı ( Kafka Edebiyat ödülünü söylemeden geçmemek gerek bence ) hala okumayan varsa vakit geçirmeden okusun tavsiyesindeyim. Ben bir bölüm Tamura bir bölüm Nakata şeklinde giden kitabı çoğu yerde merakımdan 5 bölüm birinden 5 bölüm diğerinden okuyarak bitirdim.Sabırsızlık işte J


7 Ocak 2013 Pazartesi

"Biliyorsun Neden Öğretmiyorsun?"

                                                                          Sümer Atasözü



















Hititler ve Hattuşa - İştar'ın Kaleminden

Kitap biraz çocukça.Ancak Muazzez Hanım özellikle akademik dilden ve çevreden uzak; gençlerin Hititleri tanımasına yardımcı olacak bir kitap olsun istemiş.Bunun için de İştar'a bir günlük yazdırmış. İştar yakın arkadaşı Hatice Kızılyay'ın kızı.1958 yılında Boğazköy kazılarına kızını da götürdüğünü hatırlamış yazarımız ve kurguyu onun üzerine kurmuş.İştar yaz tatili boyunca annesinden ve kazıda çalışanlardan öğrendiklerini bize de aktarıyor.
Böylece sosyal yaşamı, yasaları, cezaları, saray entrikalarını, efsaneleri, büyüleri ve 3500 yıl öncesinden günümüze karışmış gelenekleri, bu rahat anlatımlı kitapta okuyabiliyoruz.
Bugün bile Anadolu’da adından söz ettiren bir kütüphanemiz yokken Hitit Sarayı kitaplığının anlatıldığı bölüm her kitap sever için  heyecan verici. Bende kitaptan bu bölümü olduğu gibi aktarmak istiyorum.
“Bugünümüz çok heyecanlı geçti. Çünkü, Hitit Sarayı'nın kitaplığının bir kısmı bulundu. İyi ki, kazıya gitmiştim. Tabletlerin arka arkaya çıkmaya başlaması herkesi şaşkına döndürdü. Kazıda bulunanlar,sevinçten neredeyse birbirine sarılacaktı. Taş, toprak yığıntıları arasında, tabletin birinin ucu görünüyor. O çıkarılmaya çalışılırken yanından biri, arkasından bir başkası kendini gösteriyordu. Sevinilmeyecek gibi değildi doğrusu. "Yine kitaplık bulundu!" dedikleri zaman ben de şaştım, nasıl anladılar diye. Yavaşça anneme sokulup sordum. O da bana üzerinde iki delik bulunan küçük bir tableti göstererek, "İşte kanıtı" dedi. Meğer o tabletçik, kitaplıktaki raflara konan belgelerin ne olduğunu bildiren bir tür etiketmiş. O,deliklerden ip geçirilip raflara asılırmış. Raflar yanmış, etiketler ve tabletler yerlere saçılmış. Onun gibi daha 6 etiket bulundu. Şimdi bu tabletlerde nelerin yazılı olduğu merakı başladı.
Annem tabletlerin birini alıyor, birini bırakıyor, bir taraftan da okumaya çalışıyordu.Aralarına toz, toprak ve çamur dolmuş yazıların okunması olanaksızdı. Akşama kadar güneş altında yanarak kazı yapanlar tabletleri çıkarmaya, bizler de çıkaranları ve çıkanları merakla izlemeye çalıştık. Akşam eve gelince, sanki büyük bir savaştan çıkmış gibi dinlenmek üzere kendimizi yerlere attık. Yemekte hep bulunan tabletlerden söz edildi. Ben konuşulanları yarı anlar yarı anlamaz dinliyordum. Beni öyle merak sarmıştı ki, odamıza bir an önce gidip annemden neler konuşulduğunu tam olarak öğrenmek istiyordum. Odaya girer girmez ilk sözüm, "Lütfen anne, bana şu Hitit Kütüphanesi'nden bilgi ver!" demek oldu.Annem bütün gün çok yoruluyor. Kazı yerine gidiyor, gitmediği zamanlarda kazıdan çıkan eserleri numaralıyor, onların buluntu yerlerini, ne olduklarını defterlere yazıyor. O yüzden genellikle onun dinlenme zamanı odamıza girince başlıyor. Yatağa uzanıyor ve benim merakla sorduğum sorulan yanıtlamaya çalışıyor. Onun uykusu gelinceye kadar onu dinliyor, sonra da aklımda kalanları unutmadan defterime geçirmeye çalışıyorum.Annem, "Kızım, yazı bilmek yeterli değil, yazılanları saklamak, onlardan başkalarının da yararlanmasını sağlamak gerek. İşte bundan 3 500 yıl önce Hititler, onlardan çok önce de Sumerliler yazdıkları belgeleri arşiv ve kitaplık olarak saklamayı bilmişler. Buna inanmak zor, ama görüyorsun çıkan tabletleri. Daha önce de binlercesi bulundu. Eğer onları saklamayıp atsalardı, böyle bulamazdık." 
"Ama anne! Mademki kilden yapılmış belgeler çürüyüp gitmiyor,o zaman nasıl olsa atılmışları da bulabilirdik" dedim.
Annem, "Olabilirdi. Buna örnek Sümer okullarında yazılıp da atılan alıştırma tabletlerinin bulunuşu. Çocukların yazdığı kargacık burgacık yazıları da saklayacak değillerdi ya! Onlar da atıldıkları yerlerde bulundu. İyi ki, bulundu! Onlardan da okullarda çocukların neler okuduklarını öğreniyoruz, o başka. Ama kitaplık olan yerlerde tabletleri bulduğumuz gibi, raflara konan etiketleri ve kataloglarını da buluyoruz" dedi.
"Ay bir de katalogları mı var?" diye şaşkınlıkla sordum.
"Evet kızım. Kütüphanede korunan tabletlerin konularını, o konunun kaç tablette yazılı olduğunu, yazanın adını kapsayan katalog dediğimiz listeler yapmışlar. Bu listelerde yazılı olanların bulunup bulunmadığı, zaman zaman kontrol edilmiş olduğu, 'bu tablet daha önce vardı, şimdi bulunamadı' şeklinde bu listelerde bildirilmiş olmasından anlaşılıyor. Bu listelerde yazılı konuların pek çoğu bulundu. Onlar da kitaplıkların varlığını kanıtlıyor" diye yanıtladı annem.Doğrusu şaşmamak elde değil. Binlerce yıl önce yaşayan insanlar hiç de düşündüğümüz gibi ilkel değillermiş. Onların attıkları temeller üzerine bugünkü uygarlık kurulmuş. Annemin anlattığına göre, yapılan bu kataloglarda, dinsel törenler, bayramlar, kral yıllıkları, krallıklar arası antlaşmalar, mektuplaşmalar, sihir metinleri gibi konularına göre ayrı ayrı gruplandırılmış bu belgeler. Bunlar arasında,efsaneler, hikâyeler gibi edebi olanlar da bulunmuş. Hatta daha önemlisi Mezopotamya'dan Gilgameş Destanı, anneye mektup gibi, Akadca, Sumerce yazılmış tabletler bile varmış. Bunlar o çağlarda kültür alışverişinin tam bir kanıtı. Kitaplık için yazılan tabletlerin en sonunda tabletteki konunun adı, konu bir tablete sığmamışsa kaçıncı tablet olduğu, yazıcının adı, babasının, bazen dedesinin, hatta dedesinin baba ismi bile yazılmış. Bu altyazılardan, kınlan veya bozulan bir tabletin yeniden yazıldığını, bazen bir çırak kâtibin, başkâtip denetimi altında onu yazdığı öğreniliyor. Bu yazıcılar veya kâtiplerin "başkâtip, kâtip, çırak kâtip" diye unvanları da varmış. Başkâtipler son derece değerlilermiş. Kral IV. Tuthaliya her nedense Hattuşa'dan sonra Tarhuntaşşa'yı başkent yaptığı zaman, Hattuşa'nın idaresini başyazıcı Mitannamuva'ya bırakmış. Ayrıca tahta tablet yazan yazıcılar da varmış. Metinlerin önce tahta tablete müsvedde olarak yazılıp, sonra kil tablete geçirildiği, bazı kataloglarda "tahta tablete göre düzenlenmiştir" diye yazılmasından anlaşılıyormuş.”

Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği

Sümerlerin Bereket ve Aşk Tanrıçası İnanna doğurganlığı ve bereketi simgelediği için erken dönem inanışlarında çok önemliydi. Kocası Çoban Tanrısı Dumuzi ile birleşmeleri baharda her yıl şenliklerle kutlanırdı. İnanışa göre tarlalar onların sayesinde ürün verir koyunlar onların sayesinde yavrulardı. Tabletlere göre o Sümer’in neşesiydi. Kadınlarda görmek istedikleri bütün özellikleri onun şahsında toplamışlar,ona tapmışlar ve şiirler yazarak ölümsüzleştirmişler. İnanna Hititlerde İştar Musevilerde Astarte olmuş. Sonraki dönemlerde ata erkil yaklaşımla güçlerini erkek tanrılara kaptırmış ona sadece güzellik ve aşk tanrıçalığı bahşedilmiş Yunan hikayelerinde Afrodit ve Roma'da Venüs adını almıştır.
Mabet fahişeliği Sümerden sonra Babilliler ve Asurluların aracılığı ile İsrail’e geçmiş.Bugünden bakınca garip gelen ancak dini bir rituel olarak kendini tanrılara hizmete adamış rahibelerin yaptığı kutsal bir görevi temsil ediyor.
Ön yargıdan uzak bir okumayla Mezopotamya Hikayeleri, Bereket kültü , Tevrat’a geçmiş efsaneler, Kutsal Evlenme ve Mabet Fahişeliği üzerine ilginç bilgilerin paylaşıldığı bir kitap hatta kitapçık diyebiliriz.

Gilgameş - Tarihte İlk Kral Kahraman

Tarihin yazılı en eski destanı Uruk Kralı Gılgameş’in (Gılgamış) ölümsüzlük arayışının öyküsü 12 kil tablete Gılgameş’in yaşadığı çağdan yüzyıllar sonra Akad civi yazısı olarak kaydedilmiş. Bulunan tabletlerdeki kırıklar ve bozulmalar yüzünden metnin bir çok yerinde boşluklar varmış. Bundan dolayı şiir olarak okunması sıkıcı ve anlaşılması güç olacağını düşünen Muazzez Hanım bu metinleri öyküleştirerek yazmış.Çok da sürükleyici olmuş.
Uruk Kralı Gılgameş’i Sümerler kendinden çok üstün görmüş onun vücudunun üçte ikisinin Tanrı üçte birinin de insan olduğuna inanmışlar. Ölümsüzlüğü aradığı bu destanda aynı zamanda Büyük Tufan’dan da bahsedildiğini görüyoruz.
Kitaptan alıntı yaparak özetle tabletlerde neler yazıyor bir göz atalım;



Tablet I
Gılgameş’in çok bilgili olduğu,çok gezdiği Uruk duvarını yaptırdığı tapınakları onarttığı onları bir taşa yazdırttığı halka verdiği sıkıntı,Enkidu’nun kırlarda aratılışı,bir tapınak fahişesiyle karşılaştırılması, Gılgameş’in gördüğü rüyalar anlatılıyor.
Tablet II
Fahişenin Enkidu’yu insanlaştırması,uygarlaştırması şehre getirip Gılgameş ile karşılaşması,arkadaşlık etmeye başlamaları sedir ormanına gidip oradaki ejderhayı öldürme planı.
Tablet III
Ejderha öldürme planından halk özellikle yaşlılar endişeli .Gılgameş’in öleceğinden korkuluyor,caydırmak için uğraşılıyor.Enkidu’ya onu koruması öneriliyor.Annesi onu koruması için Güneş Tanrısı’na dualar ediyor.
Tablet IV
Gılgameş ve Enkidu yola çıkma hazırlıkları yapıyorlar.Güneş Tanrısı’na kendilerine yardım etmesi için yakarıyorlar.Yola çıkıyorlar.Yolda Gılgameş rüyalar görüyor.Onları Enkidu yorumluyor.Yolda bir ara Gılgameş bir ara Enkidu korkuyor.Birbirlerine cesaret vererek yollarına devam ediyorlar.
Tablet V
Sedir ormanlarına geliyorlar.Ormana yaklaştıklarında canavar geldiklerini fark ediyor.Gılgameş’i uyutuyor.Fakat Güneş Tanrısı’nın yardımıyla canavarı yakalıyorlar.O öldürmemeleri için yalvarsa da öldürüyorlar.Ormandan kestikleri ağacı Fırat üzerinden Uruk’a getiriyorlar.
Tablet VI
Uruk’a döndüklerinde Tanrıça İştar Gılgameş’e evlenmek istediğini söylüyor fakat kabul görmeyince Gök Boğasını Uruk’a saldırtıyor.Enkidu boğayı öldürüp kalçasını tanrıçaya fırlatıyor. Tanrıça ikisini de lanetliyor.Sarayda şenlikler yapıyorlar.
Tablet VII
Enkidu rüyasında cezalandırılacağını görüyor.Hastalanıyor.Onu kırlardan getirenlere lanetler yağdırıyor.Güneş Tanrısı onu sakinleştiriyor.Enkidu ölüyor.
Tablet VIII
Bu tablet çok kırık olduğundan çoğu satır okunamamış. Daha çok arkadaşın arkasından tutulan yas anlatılıyor. Gılgameş arkadaşı için bir heykel yaptırıyor.
Tablet IX
Gılgameş arkadaşının ölümünden sonra kendisinin de öleceğini düşünerek korkuya kapılıyor ve ölümsüzlü aramak için yollara düşüyor.Bir dağda akrep görünümünde insanlara rastlıyor.Onlar dağın kapısını Gılgameş’e açıyorlar ve o karanlıklar içinde yoluna devam ederek bir mücevher bahçesine geliyor.
Tablet X
Gılgameş yoluna devam ederek deniz kenarına ulaşıyor.Orada bulunan içki evini işleten kadınla karşılaşıyor. (Kadınlar o dönemde çalışıyor J) Ona ne aradığını soruyor.Kadın bundan vazgeçmesini kimsenin ölümsüzlüğü bulamadığını elinde olan günlerin tadını çıkarmasını söylüyor. Gılgameş’in ısrarı üzerine onu ilk ve son kez ölümsüzlüğü bulan adamın yanına götürecek kayıkçıyı gösteriyor.Kayıkçı Gılgameş’e kürekler hazırlattırıyor.Ölülerin götürüldüğü sudan geçerek Tanrıların cennetine Utanapiştim’in bulunduğu yere ulaşıyorlar.Gılgameş Utanapiştim’e başından geçenleri anlatıyor ve arkadaşı gibi ölmek istemediğini ölümsüz olmak istediğini söylüyor.Utanapiştim bunun mümkün olmadığını çünkü ölümsüzlüğü ona Tanrıların verdiğini onların bir daha böyle bir şey yapmayacaklarını anlatmaya çalışıyor.
Tablet XI ( En iyi korunmuş tablet olarak belirtilmiş kitapta)
Utanapiştim Gılgameş’e ölümsüzlüğü nasıl bulduğunu anlatıyor. Tanrılar toplantılarında bir tufan yapıp bütün yaratıklarını ortadan kaldırmaya karar veriyorlar.Bilgelik Tanrısı ona durumu bildirip bir gemi yaparak ailesini ve mümkün olanları kurtarmasını söylüyor.Utanapiştim söylenenleri yapıyor.Tufan başlıyor.6 gün 7 gece sürüyor.Yedinci gün gemiden çıkarak Tanrılara kurban sunuyor.Tufana karar veren tanrı yaptığı suça karşılık Utanapiştim’e ölümsüzlüğü veriyor.Gılgameş’e 7 gün uykusuz kalma testi yapılıyor.Başaramayınca çok üzülen Gılgameş’e eli boş gitmesin diye denizin altındaki gençlik otuyla gençleşebileceğini söylüyor.Gılgameş otu buluyor fakat onu da bir yılan yiyor. Hayal kırıklığına uğramış Gılgameş büyük bir üzüntüyle şehrine geri dönüyor.
Tablet XII
Bu tablette yazılanlar destana ait değil. Gılgameş,Enkidu ve Yer altı dünyasına ait ayrı bir öyküyü anlatıyor.
Ölümle ilgili bu hikayeler büyük ihtimalle Yunan mitolojisini de etkilemiş.Okurken yer altı dünyasından her an Hades çıkacakmış gibi hissediyorsunuz.
Bu destandaki pek çok şey aslında sonraki dönemlerde karşımıza çıkıyor. Tufan’ın kutsal kitaplara geçmesi, bir gemi yapılması, Yunan mitolojisinde ölülerin götürüldüğü sudan geçen kayıkçı, Lokman Hekim’in ölümsüzlük otu gibi bize tanıdık hikayelerin ilk defa MÖ 7. Yüzyılda Asur Kralı Asurbanipal tarafından derlettirildiğini öğrenmek çok ilginç.