22 Kasım 2013 Cuma

SUFLE - ASLI E. PERKER

Tatlıyla başım pek hoş değildir.Öyle aman aman tatlı krizlerine de girmem.Ancak 2 kitap var ki okuduğum süre boyunca benden bir çikolata canavarı yarattı.
Bunlardan biri Elif Şafak’ın Araf’ı diğeri de Aslı E Perker’in Sufle’si.  Araf’ı okuduktan sonra kütüphanenin ücra bir köşesine kaldırmıştım ki gözümden uzak olsun. O nefis trüfler kitabın kapağını süsledikçe ben bunu nasıl yaparım diye kursa bile gittim.
Yapmasını yemekten daha çok sevdiğim sufle Aslı Hanım’ın kitabında sürekli karşıma çıkınca aynı duygularla defalarca sufle yaparken buldum kendimi. Çikolatalı,peynirli,ıspanaklı,mantarlı,kabaklı sonra tekrar çikolatalı.Kitabı bitirdiğimden beri bir daha sufle yapmadım
Kitapta denildiği gibi “Güzel ve kaprisli kadın gibidir sufle ne gün ne yapacağı hiç belli olmaz. Kimse şu dakikada fırından çıkartın diyemez ,her aşçı deneyerek en iyi tarifi bulur .Kendi kaplarını, kendi fırınını kullanarak, eskiterek, her biriyle defalarca didişerek."
Yaptığınız zamanki moral durumunuz bile suflenin kabarıp kabarmayacağını etkiler. Hırslanıp fazla çırparsanız hava boşlukları kalır ki sufleyi çatlatır. Ya da fırından çıktıktan sonra sufleniz söner. En güzeli oda sıcaklığındaki yumurta beyazlarını katılaşana kadar çırpıp kedinizin kafasını okşuyormuş gibi harca yumuşakça yedirmektir. Yani sufle yaparken sevgi dolu olacağız efenim öfkeliysek hamur yoğuracağız sufle yapmayacağızJŞaka bi tarafa mutfağın iyileştirici bir yanı var. Boşuna dememişti Murathan Mungan Yüksek Topuklar’da “Mutfak bir kadının ya mabedidir ya mezarıdır”diye.Kitapta sadece kadın kahramanlarımız yok.Karısını kaybettikten sonra onun acısını yemek yapmayı öğrenerek unutmaya çalışan Marc ‘da  tıpkı Ferda ve Lilia gibi dertlerini mutfakta aşmaya çalışıyor.
Suflenin çökmesi kitapta bir metafor. İnsan ruhunun bir anda çöküverdiğini karamsarlığa düştüğünü simgeliyor. Fakat sufleyi yaparken duydukları keyif fırından çıkmasını beklerken hissettikleri heyecan Paris,İstanbul ve New York’ta yaşayan 3 farklı kahramanı benzer bir hayata tutunma çabası ile hikayelendiriyor. 

15 Kasım 2013 Cuma

BEYOĞLU'NUN EN GÜZEL ABİSİ - AHMET ÜMİT

“İnsan hem iyidir hem kötü hem şeytan vardır içimizde hem de melek. Hangisini uyandırırsak hangisini beslersek o ele geçirir ruhumuzu”.
Aslında Ahmet Ümit’in bu yeni çıkan kitabını hemen alıp okumayı düşünmüyordum. Önceki kitabı Sultan’ı Öldürmek ‘i pek beğenmemiştim. O yorumu okumak isteyenler buraya bakabilir. Kitap Kardeşliği Kasım etkinliğinde seçimi Beyoğlu’nun En Güzel Abisi'nden yana yapınca Kinyas ve Kayra’nın arasına alıp şıp diye okuyuverdim. Zira diğerinin yanında pek çerez geldi.
Birbiriyle çatışan kumarhane sahipleri, kadın satıcıları, hayat kadınları, Tarlabaşındaki kentsel dönüşümden rant sağlamaya çalışan mafyavari figürler,tinerciler,Gezi Direnişi çerçevesinde yazarımızın meşhur kahramanları Başkomiser Nevzat ile yardımcıları Ali ve Zeynep yılbaşı gecesi işlenen bir cinayeti roman boyunca çözmeye çalışıyor
Gezi olaylarından bahsetmeyi sosyal bir sorumluluk olarak görmüş sanırım ancak konunun içine çok da yedirememiş. Olur olmaz zamanda ortaya çıkan gençlerin kurguyla bağlantısı zayıf. Bakın bunlarda var ben bunları hissediyorum ve yazıyorum demek için varlar sanki.
Öte taraftan çok satan bir yazarın Tarlabaşı gibi önemli bir semtin rant alanı haline getirilmesine dikkat çekmesi farkındalığı artırmak açısından çok önemli.Gelgelelim bu konuda ne yapılır nasıl karşı durulur; STK ‘larının bizim gibi zayıf olduğu toplumlarda romandaki Nazlı gibi Don Kişot’luğa soyunmuş daha çok insana ihtiyaç var.
Şehirdeki rant herkesi rahatsız eden bir konu. Bu sene Bienal’de kentsel mekanlara odaklanarak Gezi Parkı, Taksim Meydanı, Tarlabaşı Bulvarı, Karaköy ve Sulukule mahallesi gibi kentteki en tartışmalı yerlerde projeler planlanmıştı. Ancak kamusal alan sorununu irdeleyen projelerin otoriteden izin alınarak yapılma zorunluluğu dolayısıyla vazgeçildi. Kentsel dönüşümün sadece mekansal olarak binalar inşa etmek olmadığını algılayamayan otoriler içinde nerede yaşayacağı,nerede çalışacağı,nerede sosyalleşeceği göz ardı edilen insanlarla,tarihsel ve kültürel çeşitlilik taşıyan mahallerinin malum konut projelerine feda edildiği,alışveriş merkezlerinin mahalle pazarlarının yerini aldığı yaşam alanımızda, küresel yatırımı çekmek için yaratıkları mekanizmayı bizlere zorla dayatıyorlar. Bize de Fransa'da sokak pazarlarındaki peynircilerin imrene imrene resimlerini çekmek kalıyor. Hyde Park’ta uzanıp kitap okuyanları kıskanıyoruz. Elbette Tarlabaşı’nın başına gelecek olan da böyle bir şey olacaktır. Cercle D’Orient binası ortada. İstanbul’da pek çok kamu binasının özelleştirilip kar amacıyla yeniden kullanımı söz konusuyken Galata Rum Okulu, gibi Rum cemaatine ait kamusal binaların ise kültür ve sanata vakfedilerek kentin hizmetine sunulması bence kentliliğe bakış açılarının hala bizden farklı olduğunu göstermekte.Neyse kitapta denildiği gibi canlı cansız herşeyin satılık olmadığı bir dünya dileyelim.
Kitabımıza dönersek fazla mesaj kaygılı ve tekrarlı bulduğumu söyleyebilirim. Özellikle yazarımız Başkomiser Nevzat’ın aile travmasını anlatmayı bundan sonraki kitaplarında bırakmalı ve Evgenia ile olan ilişkisinin de boyutunu değiştirmeli artık. Aynı şeyleri son kitaplarında çokça kullanması en azından benim açımdan sıkıcı olmaya başladı. Bu kitabın kurgusunu da Sultan’ı Öldürmek’te olduğu gibi gereksiz uzatılmış buldum.
Bir karakter olarak Ahmet Ümit’in romanda olması ise sempatikti. Sonraki kitaplarında daha başrole yakın bir karakter yaratır umarım.



1 Kasım 2013 Cuma

HALK TAKVİMİ



Erbain’i,Koz Kavuran’ı,Ülker Fırtınalarını,Kabak Meltemini,Kırlangıç Geçimlerini çocukluğumuzun saatli maarif takvimlerinden öğrenenler elime mum diksinJ Yoksa bizim gibi şehir çocukları ne bilsin Hamsin’i,Zemheri’yi,koç ayırma zamanını ,ağaçlara su yürümesini.
Oysa binlerce yıllık bir kültürel birikimle oluşturulmuş yöre insanlarının toplumsal yapısını belirleyen zaman-yaşam biçimi hep bu Halk Takvimlerine göre şekillenir.
Üçü bize yаğıdır,
Üçü cennet bаğıdır,
Üçü yığıp getirir,
Üçü vurup dаğıdır
demiş eskiler. Yani burаdа kış düşman,ilkbahar cennet ,yaz toplayıp getiren,sonbahar da vurup dağıtandır.
Tarım hayvancılık ya da balıkçılık gibi ekonomik uğraşlar ve bu uğraşların davranış biçimleri alışkanlıkları, inanç sistemleri bu takvimlere göre yaşanır.
Anadolu Halk Takvimlerinde yıl genel olarak ikiye bölünür.Kasım ayları ve Hızır ayları olarak bilinen bu dönemlerde Kasım 8 Kasımda başlayıp Hıdrellez’e kadar sürer.Bu süre kıştır.6 Mayıs’tan Kasım ayına kadarki dönem yazdır ve Hızır ayları olarak adlandırılır. Kış 45’er günlük Kasım,Zemheri ve Hamsin adlı üç bölüme ayrılır.
Hıdrellezde tutulan çobanlar genellikle Kasım’ın iik haftası dağdan inerler.Dağda kalmanın, koç katmanın,dağdan inmenin,sürü sahipleriyle hesaplaşmanın hep yazılı olmayan bir zamanı vardır.
Bocuk,Tahta Atımı,Cemreler,Kocakarı Soğukları ,Mart Dokuzu,Aprilin Beşi,Nevruz,Paskalya,Kiraz Ayı ,Ekim Ayı,Orak Ayı ,Pastırma Yazı gibi zamanlar halk için yaşamsal önem taşır.Hayvanlarını ve ekinlerini korumak için bu zamanları bilmek zorundadır.
Örneğin Mart Dokuzundan 150 gün önce koyuna koç katılır ki kuzulamaları bu soğuk günden sonraya rastlasın ya da Aprilin beşinde tohum ya elde olmalı ya yerde olmalı derler. Çünkü önceden ekilmiş ya da filizlenmişse soğuk alır.

Günümüzde küresel ısınmayla bu pratik yaşam ne kadar değişmektedir bilemiyorum ancak konuyu merak eden arkadaşlara şu kitapları önerebilirim. 

Bir Zamanların İstanbulu- Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru İnkılap Yayınevi
Şennur Sezer & Adnan Özyalçıner  

Yazılı Kaynaklarda Anadolu'da Halk Takvimi ve Halk Meteorolojisi Türkerler Kitap Ankara
Ergün Veren

21.Yüzyıl Eşiğinde Örf ve Adetlerimiz Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Boğaziçi Yayınları
Nezihe Araz,Umay Günay,Nail Tan,Kamil Toygar,Enis Öksüz,Bilge Seyidoğlu,