8 Ağustos 2014 Cuma

SEVDALIM HAYAT - ZÜLFÜ LİVANELİ


Sevdalım Hayat iyi ki okumuşum dediğim kitaplardan biri oldu. Bu çok sevdiğim sanatçının meğer bilmediğim ne çok yönü varmış J Onun yaşam hikayesini okurken darbelerle sürekli sekteye uğrayan demokratikleşememe hikayemizi de okuyoruz. Türkiye de okuyan, üreten hele kitap seven ,kitap basan insanların başına gelenler bugün LeManlık, Penguenlik ..Görülen işkencelerin tabii ki esprisi olmaz ama Zülfü Livaneli içeri alındığında işkenceyi nasıl korkuyla beklediğini anlatırken insanın insan  üzerinde nasıl vahşileşebildiğini düşünüyorum.Ailesinde belki hukukçuların olmasından hasbelkader daha hafif atlatılan bugünleri sonradan zorunlu bir gurbet takip ediyor.
Yazımını çok sevdiğim Zülfü Livaneli’nin yazarlık yolculuğunu daha geç dönemli sanatın başka bir dalında başarılı olma arzusu olarak düşünürdüm. Oysa tam tersi baştan beri asıl olan edebiyatmış, kitaplarmış. Müzik hayatına biraz da mecburiyetten sürgün yıllarında başlamış. O yıllarda başarısından o kadar bihaber ki;o memlekette yokken kitlelerin onun şarkılarıyla meydanlarda yürüdüğünden haberi bile yokmuş.
Süreç içinde beş tane pasaportu olmuş. Mehmet Yılmaz Basmacı adıyla sahte pasaportla yurtdışına kaçmış. BM’nin politik mülteci olarak alt düzeyde verdiği pasaportla sürekli polise gidip ifade vermek durumunda kalmış. Sonra af çıkınca Türk pasaportunu alabilmiş.96 yılında Paris’te UNESCO büyükelçisi olduğunda BM Genel Sekreterinin imzasını taşıyan en üst düzey kırmızı pasaportla diplomatik dokunulmazlık almış.Milletvekili olduğunda verilen kırmızı pasaportla ise valizi bile aranmıyormuş artık J
Yaşar Kemal’le kadim bir dostluğu var. Onunla ve ölen eşi Thilda ile acı-tatlı bir dolu anısını paylaşmış kitapta. Yaşar Kemal’in nasıl Nobel’e bu kadar yaklaşıp aleyhte kulis yapan Türkler yüzünden kurulun çekincede kaldığını ve vermekten vazgeçtiğinden bahsediyor. Kendisine de birçok alanda saldıran sözde aydınlardan hiç haz etmiyor.
Aslında şaşırmamak lazım.Orhan Pamuk için bile neler yazıldı söylendi. Oysa ülkemizden bir yazar adını dünyaya duyuruyor.Sevelim sevmeyelim yazar düşmanıyız. İtalyan bir arkadaşım Baba ve Piç ile Benim Adım Kırmızıyı okudu.Çok beğenmiş ;bana başka kimleri tavsiye edersin diye sordu. Kaç yazarımızın kitapları çevriliyor ki hala çok kısıtlı.Kimi tavsiye edeceğim!
Başka hoş bir anısı Yılmaz Güney’le. Onunla hapishanede gizlice görüşür.Yılmaz Güney Sürü’nün senaryosunu onu düşünerek yazdığını söyler ve filminde oyuncu olmasını ister.Hapisteki dostunu kıracak olmanın vicdan azabıyla ne yapacağını düşünen Livaneli de onunla bir türkü kaydetmek ister.Tabii Yılmaz Güney bunu kabul etmez. Zülfü Livaneli de Sürü filminde oyuncu olmaz ama pek çok sanatçının karşılık beklemeden destek olduğu bu filmin müziklerini yapar.
Daha kimler yok ki o anıların içinde. Maria Faranduri,Mikis Theodorakis ile verdiği konserler doldurduğu albümler , Yunan dostluğuna katkıları,Haris  Alexiou ile olan dostluğu, Elia Kazan’ın aktör olarak son kez rol aldığı filmi Sis ve aldığı sayısız ödüller.
Gabriel Garcia Marquez’le sohbeti,Yüzyıllık Yalnızlık’ta geçen ağacın çağrıştırdıkları,Cengiz Aytmatov ve uzun yıllara yayılan Gorbaçov görüşmeleri onların belki farkında olmadan Prestroyka’ya olan katkıları,Bono ile olan düeti  ve daha neler neler..
Kitaptaptan öğrendiğim başka bir şey daha. Charlie Chaplin’i çok severim. Bütün filmlerini en az 30 kez izlemişimdir. Yönetmenliğini biliyordum ama film müziklerinin bestelerini de kendisi yapıyormuş bu yeni bir bilgi oldu. Ona hayranlığım bir kere daha arttı
Zülfü Livaneli gerçekten ne sıradan bir müzik adamı ne de yazar. O biriktirdikleriyle, dostlarıyla, kitaplarıyla,müziğiyle bir kültür insanı. Seviyorsanız bu kitabı mutlaka okuyun derim.

2 yorum: