28 Haziran 2014 Cumartesi

VALİZİMDE GÖLGELER - SERKAN KOKTAY

Serkan Koktay’ın Salçalı Ekmek’inden sonra ikinci kitabı Valizimde Gölgeler ile devam ediyorum.
Kendisi Kitap Ağacı Haziran buluşmamızın konuk yazarıydı.Kitabı çıkar çıkmaz büyük bir fidan yaparak(biz oluşturduğumuz okuma gruplarına fidan diyoruzJ)okuduk ve üzerine sohbet ettik.
Ben yolcunun hikayesini, o gitme isteğinin bazen ne denli kuvvetli olabileceğini bildiğim ve kaçmanın konforuna sığındığım bir yolculukta okudum.
Soyut duygularım, kitabı okurken yolcunun anıları ve anılarla kesişen insanların hikayelerinde pişmanlıklarında,özlemlerinde ete kemiğe büründü.Toplum baskısının, farklı kültürlerin, düşmanlıkların bu hayatlara etkileri cümlelerin içinden bana doğru aktı.Elimden bırakamadım.
Meliha’nın babasına yazdığı mektuplar,Nevin’in çaresizliği,İsak’ın kim olduğunu bulmaya çalışması yıllar sonra annesinin günlüklerine ulaşan Jack.Hepsinin ayrı ayrı hikayesi ve onları birbirine bağlayan yolcu..
Kelimelerin kalbimize dokunduğu bir kitap yazmış Serkan Koktay. Çok ama çok güzel..  

27 Haziran 2014 Cuma

SALÇALI EKMEK - SERKAN KOKTAY

Çocukluğumun Paşalimanı’nda büyük babam bütün hafta balık tutardı.Pazar günleri bütün aile onlarda toplanır, yer,içer bütün kuzenlerin birlikte oynadığı o muzzam sıcacık babaanne evinde çocukluğumuzun en güzel anılarını biriktirirdik.
Alt komşumuzun kocası gemiciydi.Soranlara denizlerde çalışıyor derdi. Aylarca gelmezdi eve. Döndüğünde kızlarına getirdiği hediyeleri olağanüstü bulurduk. Karşımızdaki bina henüz apartman olmamış tek katlı küçücük bir evdi.Yaşlı teyze her sabah sokağı süpürür, sulardı. Bahçesindeki nar ağacı meyve verdiğinde mutlaka göz hakkı bir nar bizim eve gelirdi.
Sokağımızdaki süslü – babam ona böyle seslenirdi-vergi memuru abla şimdinin tabiriyle 80’lerin moda ikonu gibi giyinir kısmetinin çıkması için pek bir gezerdi.
Bizse o sokakta en çok seksek ve ortada sıçan oynar çok gürültü yaptığımızda kafamıza bir sürahi su dökerdi cadı(!) pencereden. Bulduğumuz her kedi yavrusunu eve almaya çalışıp anneden izin çıkmayınca apartmanda imece bakardık.
Salçalı Ekmek buna benzer hikayesi olanların,sıcacık anıların kitabı.Geçmişe dönerken nostaljinin sıkıcılığından uzak hepimizin kendinden bir şeyler bulacağı dedelerin, babaannelerin, komşu ablaların, kedilerimizin köpeklerimizin, elimize tutuşturulan salçalı-peynirli-yağlı ekmeklerin hikayesi.
Serkan Koktay 3 yol ağzındaki sokağın başında durup geriye bakarken ben de Üsküdar tepelerindeki o sokağımıza tekrar geri gittim. Mahalle arkadaşlarımla o küçücük caminin merdivenlerine oturup kağıt bebeklerimle oynadım.Sonra arka sayfaya şunları yazdım.. 

Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Kimse bize ihanet etmemiş
Biz kimseyi aldatmamışken
Hani biz hiç kimseye küsmemiş
Hani hiç kimse ölmemişken

Eskidendi,çok eskiden…. (Murathan Mungan)
                                                                      

24 Haziran 2014 Salı

GERMİNAL - ÉMILE ZOLA

Daha önce 92 Kozlu faciasında ölen işçileri anmak için okuyup film gösterimini yaptığımız Germinal maalesef Soma ile kendini tekrar hatırlattı. Madencilerin zorlu çalışma şartları içinde önlenebilecek tehlikelerin önemsenmediği ve düzeltilmediği bir düzende umalım ki bu kitabı artık sadece edebi değeri ve Zola’nın harikulade anlatımını övmek için konuşalım.
Bu ay Kitap AğacıKitap Kardeşliği ve Pinuccias’nın Yazar Ayları ile beraber okuduğumuz Germinal devrimden yaklaşık 100 yıl sonra devrimin kimler için yapıldığını sorguluyor. Sınıf çatışmasını en acımasız şekilde veren,sefaleti açlığı en rahatsız edici şekilde yüzümüze vuran kitaplardan biridir Germinal.Öyle noktaları vardır ki derinden etkilenirsiniz.Baba madenden gelip yemeğe oturunca evdeki çocuklar gözlerini babanın tabağına dikerler çünkü onlar da açtır;insanda isyan duyguları uyandırır bu sahne.Bu kabullenmişlik niye diye sorarsınız. 
Fransa’nın Montsou kasabasında küçük yaşta madene inip ölene kadar madende çalışan bu insanların sefaleti yaşam şekillerini de biçimlendirir. Tek odalı bir evde herkesin bir arada giyinip soyunduğu aynı leğende banyo yaptığı bir yaşamda mahremiyet,cinsellik,ahlak gibi kavramlar da sorgulanmaz.Etienne’in bizler hayvan mıyız ki tarlalarda çiftleşiyoruz sözü sadece çalışma şartlarının değil yaşadıkları düzenin de değişmesi gerektiğini vurguluyor işçilere. Zola greve giderken örgütlenme ve çözülmeyi  sınıfsal çatışma içinde bölünmeyi gerçekçi bir şekilde anlatırken aslında her kahramana dönemin ideolojik mücade biçimlerini de yüklüyor. Birlikte hareket edildiğinde bugün bile geçerli olan görünmez korku duvarının nasıl yıkıldığını ama sermaye-iktidar ortaklarının nasıl ikna edici olup bu dalgayı bölebileceklerini tüm güncelliği ile okuyoruz.Kadınların eve biraz ekmek almak için kendilerini sattığı bu köyde işçilerin ayaklanıp ekmek diye bağırması tüylerimizi diken diken ediyor.Kısaca herkesin en azından bir kere okuması gereken büyük bir eser Germinal. 


17 Haziran 2014 Salı

RÜZGAR,KAN VE KELEBEK - AYŞE AKDENİZ

Herhalde daha sıkı bir polisiye takipçisi olsaydım bu kitap bana son derece hafif gelirdi ama ben kendimi o kategoriye koymadığım için Rüzgar,Kan ve Kelebek’i sevdim.Hem şöyle sulu sulu olmayan konuların içine yedirilmiş romantizmi seviyorum ne yapayım J
Ayşe Akdeniz’in kitaplarını daha önce Ateşle Tango’da bahsettiğim gibi bulmak güç. Ben gitti gidiyor‘da ki sahaflardan sipariş ettim.
Ateşle Tango aslında yazarın basılmış son kitabı fakat ben bilmediğimden önce onu okumuştum. Rüzgar, Kan ve Kelebek ‘te konu arkeolog Rüzgar’ın etrafında kurgulanırken, Ateşle Tango’da, Rüzgar yardımcı karakter olarak karşımıza çıkıyor.
Gelelim bu türü sevenlere niye hafif gelebilir konusuna. Öncelikle yazar, karakterin kadınlığını fazla ön plana çıkarmış. Yaşlı komiserimiz hariç kitaptaki bütün erkekler tarafından arzulanan ve bir şekilde ilişki yaşamış/yaşayan bir kadın. Dolayısıyla bu kadar tesadüf konuyu inandırıcılıktan uzaklaştırıyor.  Onun dışında geçmişle arasındaki telepatik bazı çağrışımlar, rüyalar, kanlı canlı giden bir polisiye kovalamanın ortasında fazla fantastik kalmış.Ancak benim gibi yeni yeni polisiye okumaya başlayanlar için okuması son derece keyifli , hem romantik hem hızı yüksek bir hikayeydi.
Arkeolog Rüzgar yurtdışı araştırmalarından doğduğu yere Yeşilköy’e (kendi deyimiyle Ayastefanos’a) döner ve Rum bir ailenin evinde kiracı olarak kalmaya başlar. Bir gece arkadaşıyla gittiği barda bir cinayet işlenir ve kendini bir anda olayların içinde bulur. Konuyla ilgili daha fazla ayrıntı vermeyeceğim ama bu türden hoşlanıyorsanız Ayşe Akdeniz’in kitaplarını bulursanız kaçırmayın derim. 

13 Haziran 2014 Cuma

YALAN SURELERİ - FİLİZ ÖZDEM

Veda Üçlemesi'nin son kitabını da paylaşıp okuduğum diğer kitaplara geçmek istiyorum. Çünkü bu arada okuduğum fakat buradan paylaşamadığım pek çok kitap birikti.
Bu sefer Sude’nin arkadaşı Gözde’nin bir saat otuz beş dakikada anlattığı hikâyesini okuyoruz. Aşk,ölüm,yalnızlık,yazamama üzerine beni mahveden bir anlatımla Gözde’nin ağzından onun hissettiklerini okurken bir taraftan Gözde’den dört kuşak önceki kadınların küçük biyografilerine yer veriyor yazar.İşte hep sorduğum o soru bir kere daha karşıma çıkıyor,fark etmeden bizden öncekilerin hayatlarını mı devam ettiriyoruz nesiller boyu.
“Bir insan hayatımızdan gidince, bu gidiş mutlak bir yok oluşla eşleşmiyor. Giden yalnızca o insan oluyor. Oysa onun bizim içimizde, kendimize has o mahrem coğrafyada bastığı yollarda açtığı gedikler, ayak izleri kalıyor. Ben onu özlemiyorum, ama içimde bastığı yerler hâlâ duruyor ve acıyor 
Hangimizde bu ayak izleri kalmıyor,hangimizin canı acımıyor.
Bana hiçbir söz vermedin. Ama bana ne çok söz söyledin sen. Geçtiğin bütün yollardan geçtim, ayak izlerine basmadan ve senin değişiminden kopya çekmeden. Nasıl bir eğri izlediğini gördüm. Bir melek nasıl yırttı kendini ve içinden nasıl bir şeytan çıktı. Senin kendini kandırışın oldum. İnsan, iftiraya dönüşmüş kendisinden nasıl kurtulur? İnsan paslı bir kapıya dönüşmekten nasıl kurtulur? Rüyalarımda batan çiviler gözlerimde kaldı. Çıplak ayaklarla beni karda yürümeye mecbur ettin. Tatlı bir uyuşmayla gözlerim kapanırken, üşümenin ülkesine kaymadığımın farkındayım. Arada bir yerdeyim, ne geri dönmem mümkün artık ne de oraya gitmekten alıkoyabilirim kendimi 
Nietzsche'nin dediği gibi "insanca pek insanca…