28 Temmuz 2020 Salı

ŞARK ŞEKERCİLİĞİ - FRIEDRICH UNGER


Bayram üstü tatlı tatlı okunacak kurgu dışı bir kitap. Osmanlı şekerciliği üzerine yapılmış en kapsamlı çalışmayı  bir şekerci ustası olan Friedrich Unger yapar.Unger Yunanistan’ın ilk kralı I. Otto’nun şekercibaşısıdır.1838 yılında Almanca yayımladığı “Şark Şekerciliği’ni 1835 yılında İstanbul’u ziyaret ettikten sonra yazar. Namını çok duyduğu helvacı ve şekercileri ziyaret etmekle kalmaz, tüm tarifleri, malzemeleri, en ince ayrıntısına kadar not eder.

İçinde de tarçınlı peynir şekeri, çağla reçeli, arşın helvası, mühürlü akide şekeri gibi bugün başka hiçbir kaynakta bulunmayan tariflerle birlikte 97 şekerleme ve tatlı tarifi yer alıyor.
Kitabın  önce 2003 yılında Mary Işın ve Merete Çakmak tarafından “A King’s Confectioner in the Orient” adıyla İngilizce çevirisi yapılmış.Elimizdeki kitap derlenip,dipnotlar ve açıklamalarla zenginleştirilmiş baskısı.

İçinde çok ilginç tespitler de var. Unger iki buğday tanesi büyüklüğünde misk ve dört buğday tanesi büyüklüğünde amberle hazırlanan Nevruz şerbetinin tarifini detaylıca verirken “Türkler bu şerbeti, memleketlerinde zaten gayet asabi olan tabiatlarına bakmaksızın sık sık tüketirler” diyor J

1 dirhem 3.207 gr, 1 okka 1,282 gr gibi burada kullanılan ölçülerin Bavyera’da kullanılan loth ve libre karşılıklarını da vermiş.

Kitaba göre Osmanlı’da şerbet hazırlayan esnaf birkaç sınıfa ayrılırmış. Bunlardan biri, ilaç olarak şerbet hazırlayanlar; diğeri, şekercilik zanaatine ait üreticilermiş. Bunlar gül, menekşe, ağaç kavunu, safran, salep, acıbadem gibi çeşit çeşit şerbetleri hazırlar,sokaklarda da karla soğutulmuş meyve şerbetiyle karışık su satılırmış. 

Kitapta yer alan bazı şekerlemeler günümüzde iz bırakmadan kaybolmuş: Çağla reçeli,koruk reçeli,menekşe reçeli gibi yapanı çok az olsa da duyduklarımın yanında adaçayı mazısı reçeli gibi hiç duymadıklarım var.
Lohuk şerbet (Fransızların fondan dediği),altın varakla kaplı nevruz şerbeti,arşın helvası,portakallı tarçınlı peynir şekeri gibi ancak burada okuyacağımız tarifler ; misk,afyon,amber,menekşe gibi kolay ulaşılamayacak malzemeler ancak bize genel kültür bilgisi...
Ez cümle çok keyifli.Şöyle eski usul bir şekercinin kapısından girmek istiyor insan.Benim aklıma da Hacı Bekir’den akide şekeri düşürdü ama bu pandemide kim gidecek şimdi oralara….

24 Temmuz 2020 Cuma

ALTI DİRİLİŞ - MUR LAFFERTY


1973 ABD doğumlu Mur Lafferty Altı Diriliş ile 2018 Hugo En İyi Roman Adayı, 2018 Nebula En İyi Roman Adayı, 2017 Philip K. Dick Ödülü Finalisti, 2017 Goodreads Okur Ödülleri En İyi Bilimkurgu Adayı olmuş bir yazar. Aslında podcast programlarıyla adını duyurmuş bir isim olsa da pek çok kitabı bulunuyor, hatta Solo: Bir Star Wars Hikayesi ismi ile genişletilmiş bir Star Wars kitabı bile var.Şimdiye kadar dilimize çevrilen Minecraft ve Altı Diriliş olmuş.Minecraft’ın da bugünlerde baskısı bulunmuyor.

İmkansız cinayet-kapalı oda kategorisinde seçtiğimiz kitap üzerine bir de bilim kurgu olunca heyecanlandırmıştı.Ancak genel olarak zor bir okuma oldu. 
Öncelikle kitabın dili çok basit, cümle kurulumu,anlatım -bu tabiri kullanmayı sevmiyorum- ama vasat. Bu sadece çeviriden kaynaklı olamaz, editöryel olarak da üzerinden geçilmemiş gibi. Bir süre sonra sıktı zaten ittirerek okudum. Oysa konusu çok ilginç.Daha iyi bir anlatım ve kurguyla çok ileri taşınabilecek bir hikaye olabilecekken hem teknik açıdan eksik hem de polisiye unsurlar anlamında zayıf kalmış.

Konu sanal zeka,klonlama ,ütopik teknolojilerle 2493’te bir uzay gemisinde geçiyor. Bölümler arasında da yaklaşık 200 yıl geriye giderek karakterlerin kendi geçmişlerini anlatıyor. Sürekli bir klonlama olduğundan hayatın ve ölümün değerinin olmadığı,yaratıcı varlığının sorgulandığı bir dünya düzeni mevcut. 3D makinelerle yiyecek temin ediliyor.Pişirmek için domuz yazdırırken irite oldum ama sonra insan da yazdılar .Bu nokta fantazya elbette ama aklıma Çin’de yetiştirilen laboratuvar marulu geldi.Ürkütücü…

23 Temmuz 2020 Perşembe

ÖLÜM İLANI - ZHOU HAOHUI





Kitap seçimleri yaparken kategorilerden birinin Uzakdoğu Polisiyesi olmasını istemiştik. Oylamada Ölüm İlanı seçildi.Kitabın yazarı Zhou  Haoui  1977 doğumlu  Çin'li genç bir yazar.Türkçeye çevrilen tek kitabı.

Polis Akademisinde okuyan 3 öğrencinin 1984 yılında oynadıkları oyunun üzerinden 18 yıl geçmiştir. Ardından çözüme kavuşmamış cinayet dosyası Komiser Yardımcısı Zheng’in öldürülmesiyle tekrar açılır. 

Kendisine Erinyeler -ki bu da Yunan mitolojisine ait Çin değil- diyen katil adaletten bir şekilde ceza almadan sıyrılmış kişileri halk oylamasıyla cezalandırmaktadır. On sekiz yıl önceki davada toplanan ve çözülemeyince dağılan 4/18 timi bu sefer farklı kişilerle katili bulmaya çalışacaktır.

Ben isimler dışında kitabı çok rahat okudum.Ancak beklentimin aksine kurguda pek Uzakdoğu atmosferi yoktu maalesef.Daha çok Amerikan vari bir polisiye yaratmış yazar. Dövüş sanatları,mitoloji,tarih gibi o bölgeye ait unsurlarla harmanlansaydı hikaye daha ilginç olabilirdi. 

Onun dışında,polisiye kurgu başarısında çok önemli olan sebep sonuç ilişkisi hikayedeki boşluklar yüzünden havada kalmış. Suça yol açan sebepler basit kaldığından, bence okuyucuyu ikna edemiyor.

22 Temmuz 2020 Çarşamba

İĞNE DELİĞİ- CARTER DICKSON



John Dickson Carr ‘ın daha önce İmparatorun Enfiye Kutusu ve Kırık Menteşe kitaplarını okumuştum. Carr ‘ın  Carter Dickson , Carr Dickson ve Roger Fairbairn adları altında yazdığı kitaplar doğal olarak biraz kafa karıştırıyor.

İğne Deliği Carr ‘ın yarattığı üç ana dedektiften biri olan Henry Merrivale romanı.İsmi kitaplarda kısaca H.M olarak geçiyor. Dr.Fell,  Carr'ın yarattığı en büyük dedektif olarak bilinse de Sir Henry Merrivale ile benzerlikler gösteriyor. Her ikisi de  şişman, orta yaşın üstünde, üst sınıftan, yaygaracı ,ilginç karakterli İngilizler.

H.M iri ve ağır vücutlu bir meclis üyesi olmasına rağmen, fiziksel olarak aktif,hasta olduğu zaman öfkelenip bağırırak herkesi korkutan biridir.Örneğin 1949’da yazılan A Graveyard to Let romanında, beyzbolda topu umulmayan mesafelere fırlatarak beklenilmeyen yeteneğini gösterir.İlk romanlarda İngiliz Gizli Servisinin başı olarak görülür.İngiltere'nin en yaşlı baronesinin zengin torunudur.Hem avukat hem tıp doktorudur.İlk kitaplarda kel,gözlüklü,asık suratlı gösterilen H.M, açıkça Churchile benzetilerek yaratılmıştır.

İğne Deliği’ni  hikaye olarak kapalı oda bir mahkeme gerilimi olarak tanımlayabiliriz. Benim kapalı oda muammalarında  katilin kim olduğundan ziyade kullanılan yöntem ilgimi çekiyor. Kitabın orijinal ismi Judas Window hikayede geçen bir pencere çeşidi.Cumbanın göremediği noktaları görmek için Osmanlı Mimarlığında da kullanılıyormuş.Kim geldi penceresi deniyormuş. 

Olayın çözümünün basitliği, gene zekice kurgulanmış detaylarda saklanıyor .Kullanılan bir kelime,kıyafet,davranış şeklinden karakter çözümlemesi yapılırken bugünün adli tıp geriliminin yanında dönemin naifliği dikkat çekiyor.

20 Temmuz 2020 Pazartesi

KANALDAKİ KADIN - Maj Sjöwall - Per Wahlöö


Kanaldaki Kadın İskandinav Polisiyesi’nin temel taşlarından  Maj Sjöwall ile Per Wahlöö ‘nün birlikte yazdığı Martin Beck serisinin ilk kitabı .1965’de başlayıp 1975’de Per Wahlöö’nün ölümüne kadar devam eden seri birçok dile çevrildi, Sinemaya aktarıldı, televizyon dizisi çekildi. Edgar Allan Poe ve İsveç Akademisi başta olmak üzere çok sayıda ödül aldı.

1926 doğumlu Per Wahlöö ve 1935 doğumlu Maj Sjöwall, 1961’de aynı yayın şirketine bağlı bir dergide çalışırken tanışırlar. Wahlöö, Komünist Parti üyesi, saygın bir gazetecidir. Sjöwall ise editör ve sanat yönetmeni olarak çalışmaktadır. Polisiye sevgileri ortaktır,yaşamlarını paylaşırken birlikte polisiye bir seri yazmaya karar verirler. Per’in daha önce pek satmayan politik kitapları vardır. Toplumsal mesajları polisiye yoluyla verebileceklerini düşünürler.

Erol Hoca’nın da belirttiği gibi “Martin Beck öyküleri, polisiye kurgu içinde çok kuvvetli toplumsal eleştirilerin yer aldığı yapıtlardır. On Martin Beck öyküsünde de cinayetin toplumsal nedenleri araştırılır. Yazarlarımız için cinayet bir kişinin fevri bir davranışı değildir, her cinayetin bir toplumsal alt yapısı vardır. Polis güçleri de suçlular da refah toplumu diye göklere çıkarılan İsveç toplumunun birer aynasıdır. Wahlöö-Sjöwall çifti başta siyasi güç olmak üzere her türlü gücün kötüye kullanılmasını ve toplumda sistematik biçimde beyinlerin yıkanmasıyla değer yargıları oluşturulmasını şiddetle eleştirirler.”

Sjöwall bir röportajında "İsveç’in, zenginlerin daha da zenginleşirken yoksulların daha da yoksullaştığı, soğuk ve insanlık dışı bir kapitalizme doğru gittiğini göstermek istedik,” diyor ve serinin ortaya çıkışını anlatıyor.

İlk kitabın ilhamı Stockholm’den Göteborg’a giden bir teknede gelir.Tek başına ayakta duran, çok güzel Amerika’lı bir kadın da onlarla yolculuk etmektedir. Sjowall, Per’ü ona bakarken görür ve “Neden bu kadını öldürerek başlamıyoruz ? der.

Serinin 6.kitabını yazarken Per bir hastalık geçirir.Uzun yıllar süren tedavi sürecininde bir gün kendisini tedavi eden profesörün odasına gizlice girip notları okur ve öleceğini öğrenir.Bunun üzerine Malaga’da bir ev tutarlar.Tüm ağrılarına ve ızdırabına rağmen  Wahlöö, serinin son kitabı Teröristler’i çoğunlukla kendi yazarken,Sjöwall hızla düzeltmeleri yapar.
1975 yılının Mart ayında İspanya’dan dönüp romanı hemen yayınevine teslim ederler. Aynı yılın haziran ayında ise Per Wahlöö, Martin Beck serisinin sayısız kez film ve diziye uyarlandığını, onlarca dilde yayımlandığını göremeden hayata veda eder.Hayat arkadaşı Sjöwall onun ölümünden sonra başka bir Beck kitabı daha yazmaz.

İlk kitap Kanaldaki Kadın 1965 yılında geçiyor. Hızlı ve her şeye çabuk ulaşılabilen zamanlar değil. Kimlik tespiti için bile aylarca yazışmak gerekiyor. Yüzlerce gezi fotoğrafını incelemesi, maktulle birlikte seyahat eden, farklı ülkelere dönmüş onlarca insana ulaşılmaya çalışması dolayısıyla hikayeyi ağırlaştırıyor. Martin Beck’in inatçılığına ve sabrına tanık oluyoruz. Ancak arka planda İsveç’i anlamak kesinlikle çok keyifli. 
Beck işkolik bir dedektif,karısıyla pek anlaşamıyor,ilişkileri sıkıntılı,içine kapanık ve asosyal. Sonraki yıllarda pek çok karaktere de ilham olacak bir dedektif prototipi.

17 Temmuz 2020 Cuma

KÖRBURUN - HİKMET HÜKÜMENOĞLU


"İnsan kalemini kaybeder, anahtarını kaybeder. Sonra da bulur. Babasını kaybetmez ki! O kadar saçma geliyor ki! Nereye koyduğumu unuttuğum bir eşya gibi günün birinde karşıma çıkmayacak. Çünkü artık öyle birisi yok."


Hikmet Hükümenoğlu’nun, Attila İlhan Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş bu romanı, Körburun isimli bir adada yaşananları, devamlı değişen bir anlatıcı ve zaman akışıyla aktarıyor okuyucuya. Turistlerin rağbet etmediği, akıntılar yüzünden teknelerin yanaşmadığı, günde sadece iki vapur seferi yüzünden gidip gelmesi dert olan, bir avuç kalmış Rum azınlıkla Türklerin kavgasız gürültüsüz birlikte yaşadığı Körburun hikayede aslında var olmayan Prens Adalarından biri.

Ön planda bir aşk hikayesi,arka planda 27 Mayıs süreci.Yıllar yavaş yavaş ilerlerken ülkenin atmosferi ile adaya ekilen kin ve nefret tohumları pek çok kişinin hayatını değiştirecektir.

Yazar 64 zorunlu göçü ve askeri darbeler üzerinden geçmişle hesaplaşmaya girerken yarattığı karakter özelinde toplumsal ve ekonomik yükselişi, aslında sermayenin başkalarının acıları üzerine nasıl inşa edildiğini gösteriyor.Kötülük etrafında hızla örgütlenebilen linç kalabalıkları tarihin aşina olduğu bir durum. Öte taraftan lince katılmayanların sessizliği ile yakın tarih yazılıyor.

Roman karakterlerin hayat hikayeleri ile ülke 12 Eylül darbesine doğru giderken "güc" ün meselesi de değişiyor. Artık "düşman" gençlerdir. Bu anlamda ada bir Türkiye metaforu gibidir.
Karakter zenginliği,sade uslubu ve akıcı kurgusuyla keyifli bir kitaptı.Hala okumayanlar varsa tavsiyemdir.


14 Temmuz 2020 Salı

KARASEVDALILAR - JAVİER MARIAS




María Dolz her sabah işe gitmeden önce kahvaltı ettiği kafede adeta onun için bir mutluluk timsaline dönüşen evli bir çifti gözlemlemeye başlar. Bu, onun için, sabahlara neredeyse daha kolay başlamanın bir yolu olmuştur. Ta ki uzun bir süre bu gözlemlerine ara vermek zorunda kalıp adamın bir meczub tarafından öldürüldüğünü öğrendiği güne kadar.

Şu cümlelerle hikayenin içine çekiliyorsunuz öncelikle. Konu itibariyle büyük bir aşk ve cinayet romanı olmasına rağmen , insan ruhunun bilinmezliği,bencilliği,tutkusu üzerine psikolojik alt metinleri var. 
Olay akışlarında detaya girmeden hızlıca akan hikaye daha çok olaya konu olan karakterlerin iç dünyalarının birbirini etkilemeleri üzerine şekilleniyor. 
Ana karakterlerden birinin isminin Maria diğerinin Javier olması tatlı bir ayrıntı. 
Beni okurken Marias’ın uzun cümlelerinden ziyade YKY’nın basım terci olan küçük puntolar ve soluk baskısı yordu. 
Javier Marias okuyanları en çok zorlayan onun paragraf gibi uzun ,parantez aralarıyla iyice detaylandırılan cümleleri. Aslında Oğuz Atay,Saramago okuyanların çoktan aşina olduğu bir yöntem:) Onun dışında keyifle okunacak bir edebiyat şöleni.