28 Eylül 2013 Cumartesi

MENEKŞELER ATLAR OBURLAR-Hüsnü Arkan

“Yaşam kurgudur, gerçek düştür. Yalnızca inancınızla biçimlenen bir avuç hamur. Neye inanıyorsanız, gerçek odur”... 
Benim gibi sulu gözlü birinin bu kitabı yalnızlığı tavan yapmış evden binlerce km uzaktayken okuması hiç akıllıca olmadı. Boğazım düğümlene düğümlene okumama rağmen elimden bırakamadım desem sanırım kitap hakkında hissettiklerimi açıklamış olurum. Hüsnü Arkan öyle güzel yazmış ki çoğu zaman o akıp giden düz yazının uzun bir şiirin parçası olduğunu düşünüyorsunuz.
Arka planda siyaset ve evet dillendirmese de bildiğimiz 12 Eylül. Hayallerini kaybeden kahramanın aslında nasıl gerçek olmayan bir kurguda yaşadığına şahit oluyoruz.
Kendi deyimiyle oburlarla gurmelerin savaşında menekşe kokan kadınların arasında güven duygusunun ne demek olduğunu atlardan öğrenen bir çocuğun büyüme serüveni. Ege’de bir çiftlikte kendi ailesinin yarattığı feodaliteyi yıkmaya çalışırken hayallerinin peşinden İzmir’e gidip meyhane açan Hüseyin’in hikayesi.
"Anlamsızlığın bir anlamı vardı, bir adı vardı; hayat diyorlardı buna. Her sıradan sözcük gibi, içine girince, yineleyince bir şey ifade etmiyordu. Sıradan olmayan sözcükler arıyordum.Yoktu. Çevremdeki insanlar, sözcükleri kendilerini iyi hissetmek, çıldırmamak için kullanıyorlardı. Aslında hepsi de evreni saran boşluğa aitiler ama bunu kabul etmektense, o boşluğa bir anlam yükleyip varlıklarını birbirlerine onaylatmayı yeğliyorlardı."
Beğeni elbet subjektiftir ;Hüsnü Arkan bu kitapta bana göre muhteşem cümleler yazmış.Tam anlamıyla edebiyat yapmış.Ben bayıldım...

10 Eylül 2013 Salı

Çavdar Tarlasında Çocuklar-Jerome David Salinger


Kitap Kardeşliği-Eylül etkinliğinde okuduğumuz Salinger'in bu klasikleşmiş kitabı için açıkçası ne söyleyeceğimi bilemiyorum.Kitabin ilk basımı 1951'de yapıldiktan sonra Amerika'da müstehcen bulunup uzun yıllar yasaklanmış Ancak bizdeki çeviri daha usturuplu ( O da ne demekse).Dolayısıyla Türkçesinden okuyup objektif bir yorum yapmak güç.Ergen Holden'ın okuldan kovulduktan sonraki birkaç gününün anlatıldığı hikaye aslında oldukça samimi.Hayatı anlamaya çalışan Holden'ın memnuniyetsizlikleri,büyüklerin dünyasında irrite olduğu şeyler, anlaşamadığı arkadaşları, okuldan kovulması tam bir tutunamayan profili ile sonunda psikiyatri kliniğinde sadece uyum gösterenlerin yaşama devam ettiğinin öğretilmeye çalışıldığı Darwinist bakış açısında bu kitap bir klasik olmayı hak ediyor mu sorusuyla bitirdiğimde yazıldığı yıla göre değerlendirmek gerek diyerek kendi anti-tezimi oluşturuyorum.Peki öte taraftan bu kitap klasik adledildiyse gene Amerikan Edebiyatı üstadlarından Hemingway'e veya William Faulkner'e haksızlık etmiş olmuyor muyuz Sonuçta Gönulçelen bir "Çanlar Kimin için Çalıyor"  veya bir "Ses ve Öfke"değil.Sadece kendi içinde değerlendirdiğimde evet okunası bulduğum nedense bana yazar ve kitap isminden dolayı Ekim devrimi yıllarının kitaplarını çağrıştıran fakat sadece bunalım bir ergenin sorunlarıyla başbaşa bir okuma yaparken Holden'in benim de sevmediğim birçok şeyi kabullenmekte zorlandığını görüp ona sempati duyuyorum.Sanırım kitabın bunca yıldır bu kadar çok okunması ve tanınması okuyucunun kurduğu empati duygusundan.
Bu arada aramızda ördeklerin nereye gittiğini bilen var mı :)

6 Eylül 2013 Cuma

LEYLEKLERİN UÇUŞU - Jean Christophe Grangé

Bu kitap elimde haddinden fazla süründü. Araya 6 kitap alıp okumuşum. Oysa kitap istenirse 1-2 günde bitecek türden son derece sürükleyici.Öte yandan kitaptaki şiddet dozu çok yüksek bu sebeple sürekli okuyamadım.Benim için çok fazlaydı.
Neyse kitabı bu hafta leylek göçüne denk geldiğimde artık bitirmem gerektiğine karar verdim. Kitap leyleklerin göç yolları ekseninde Avrupa’dan Orta Afrika’ya macera-polisiye-gerilim içerirken ben belgeselvari bir leylek kitabı arayışlarına başladım bile.
Yani iki leylek ailesi yuvası arasında birkaç km mesafe varsa hadi Eylül'ün 8 i Pazar günü saat 10 da göçe başlıyoruz haberini birbirlerine nasıl iletiyorlar.Yada e hadi hareket zamanı kararını kim nasıl veriyor.Bunu geçtiğimiz hafta sonu sabah saatlerinde küçük bir leylek grubuna denk geldiğimizde daha çok merak ettim.Havada dairesel hareketler çiziyorlardı. Bu arada uzaktan parça parça gruplar onlara doğru uçuyordu. Akşam üzerine kadar böyle devam ettiler. Bekleyen grup sürekli büyüyordu.Akşam üstü saat 6'da artık çok kalabalıktılar ve sonra o meşhur V'yi oluşturup uçmaya başladılar.Görüntü muhteşemdi.Seneye aynı yere yuvalarına döneceklerini bilmek inanılmaz ancak bu iç güdüyü anlamak imkansız.
Kitabımıza dönersek kuş bilimci Max Böhm her yıl Avrupa'ya geri dönen leyleklerin bu sefer dönmemesi üzerine Louis Antioche'den (soyadı Antakya'nın antik isminden geliyor) kuşların göç yollarını takip etmesini ve neden geri dönmediklerini öğrenmesini ister.Louis bu yolculukta hem gerçek sebebi öğrenecek hem de birbiriyle bağlantılı başka olayların içine çekilecektir.Kurgu olarak Leylek Uçuşu'nu Kızıl Nehirler'den daha çok beğendiğimi söyleyebilirim.Anlatım olarak ise beni aştı:) Ne televizyonda ne de kitaplarda sapıkça şiddetlere fazla dayanamıyorum.
Daha gülümseten masallara gelirsek Danimarkalı Andersen'in bebekleri taşıyan leyleklerinin tanrıça Holda'nın habercileri olduğunu biliyoruz.Tanrıça yağmurla gökten düşen ölü ruhları çocuk bedenlerine sokar onları annelerine götürmek üzere leyleklere taşıtırmış.Bu inancın pek çok kültürde olduğu gibi Türk Mitolojisinde de yeri var.Kim kimden etkilenmiş bilinmez ama meraklısı Pervin Ergun'un buradaki yazısından özet bir bilgi edinebilir.