29 Ocak 2016 Cuma

Örümcek Ağındaki Kız - Stieg Larsson & David Lagercrantz

Stieg Larsson’un Milenyum Serisi bittiğinde yazarın ölmüş olmasından dolayı pek çoğumuz serinin devam edeceği beklentisinde değildik herhalde.
Kitaplar 2004’de Larson’un ölümünden sonra ünlenmiş ve seri dünya genelinde milyonlarca satarak bir fenomene dönüşmüştü.Lisbeth Salender’in İsveç’in derin-yeraltı dünyasında gazeteci Michael Bloomvist’le macerasını elimizden düşürmeden  bir solukta okumuş, bu sıra dışı anti-sosyal,dövmeli,piercingli kızı çok sevmiştik.

Feminist bir bakış açısıyla yazılan kitabın orijinal ismi aslında Kadınlardan Nefret Eden Erkekler'miş. Larsson’un 32 yıllık hayat arkadaşı Eva Gabrielsson Stieg yaşasaydı asla kitabın ismi Ejderha Dövmeli Kız olmazdı diyor.Lisbeth’i de lise yıllarında şahitlik ettiği bir olayda suçluluk hissettiği için yaratmış.Sue Grafton,Val McDermid ve Elizabeth George kitaplarından ilham alarak kadınlardan nefret eden erkeklerden nefret eden asi-uyumsuz bir karakter oluşturmuş.Aslında Lisbeth'in o hale nasıl geldiğini de her bir kitapla daha iyi anlıyoruz.

Larsson,İsveç’in önde gelen kominist gruplarından birinin üyesi muhalif bir gazeteci.Milenyum serisini okurken sağ akıma karşı bu politik görüş zaten çok hissedilmekte.Ölüm tehditleri aldığı için evlenmedikleri söylenen Eva Gabrielsson yazarın ölümünden sonra hiçbir hak iddia edemedi ve tüm gelir yazarın ailesine kaldı.Yayınevi 4.kitap için David Lagercrantz ile anlaştı ve tüm itirazlara rağmen kitabı yayınladılar. 

Ben okurken Lagercrantz üzerinde çok fazla  Stieg Larsson baskısı hissettim.Öncelikle olaylara giriş yapabilmek için başlangıcı çok detaylandırmış.Bir sürü isim,bir dolu mekanda geçen olayla konuya girmekte epey gecikti.Bir de bu kalabalığın içinde siber alemin karışıklığı ve teknik terimler havada uçuşunca çok merak etmeme rağmen ben bile neredeyse kopma noktasına geldim.Neyse ki sonrasında konu toparlandı da sürüklenmeye başladım.Seri kuvvetle muhtemel devam edecek çünkü kitabın gidişatı bir sonrakine yönelik bitti.Bu arada ikiz kardeş Camilla nihayet bu kitapta ortaya çıktı.


16 Ocak 2016 Cumartesi

SEN ÖLÜRSÜN BEN YAŞARIM - CELİL OKER

Aralık ayında kulüple polisiye yazar duayenlerimizden Celil Oker’in son kitabını okuduk. Kendisini Pera’daki Kara Hafta etkinliklerinde de dinleme fırsatı bulmuştum.Konu “Bir Şehir Anlatısı Olan Polisiye” idi.  O zaman yeni kitabının da ipuçlarını vermişti.Daha önce Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’nde de okuduğumuz kentsel dönüşümün,sosyal yaşam ve döngüleri değiştirdiği sürece edebiyata konu olması kaçınılmaz oluyor.
Notlarımı karıştırınca polisiye ve orta sınıf bağlantısı üzerine konuştuklarını hatırladım.Modern cinayet romanlarının genellikle refah seviyesi yüksek ya da en azından orta sınıfa mensup sosyal yapıyla bir bağlamı var.Sosyolojik yapıya göre,suç işleme profili yada suçun şekli bile değişiyor.Yani kısaca toplumu suç anlatıyor.
Kadın cinayetleri başka ülkelerde hiç görülmeyebilirken,bizde bu konudan edebiyat çıkıyor.Örneğin Los Angeles ile İstanbul’un suç oranları aynı.Ancak L.A’de trafik gibi hafif suçlar yaygınken İstanbul’da insana yönelik ağır suçlar işleniyor.Agatha Christie’nin İngiltere’sinde kırsalda herkesin tanıdığı birinin kötü olması bir şok etkisiyken,günümüz şehirlerinde eğer kıskançlık,miras,aile husumeti yoksa mafya,rant gibi öğeler kötücül birer kimlik olarak karşımıza çıkıyor.Bundan dolayı yerli polisiyemiz bana göre hala çok vasat.Konu zenginliği pek yok,sosyal yapıdaki kısırlık polisiye edebiyatı da etkiliyor.
Teknoloji ve bilim kurgu edebiyatta biraz daha kullanılsa bir sıçrama yapılacak ama o da kullanılmıyor.Sherlock Holmes zamanın çok üzerinde bir teknoloji kullanıyordu.Daha yakın zamanda okuduğum Örümcek Ağındaki Kız,inanılmaz bir bilgisayar dünyasında geçiyor.Okuyucunun yer duygusunu sevmesi de Kuzey Polisiyesini bu kadar yükselten nedenlerden biri.Detaylar,yer isimleri okuyucudaki gerçeklik hissini artırıyor.
Essen’de yaşayan bir arkadaşımla oradaki lokal kitapçılardan birine girdiğimizde sadece Essen’deki polisiye yazarların toplamının,Türkiye’deki yazarlar toplamının 7 katı olduğunu söyledi.Almanya’da lokal yazarlara ilgi son yıllarda çok artmış.İnsanlar kendi bölgesinde sokağında geçen hikayeler okumak istiyor. Belki küreselleşme her taraftan bizi sararken,yerele olan özlem de edebiyatta kendini bu şekilde gösteriyordur. İstanbul’da böyle olabilir tabii ama sonuçta bilmem ne rezidansını tarif ederken bilmem ne sokağından sap, köşedeki bakkal- pardon alışveriş merkezini geç…! İstanbul bu dönüşümle nasıl bir aidiyet duygusu yaratacak bilmiyorum.Ancak eski mahalleler,bölgeler.
Sen Ölürsün Ben Yaşarım tam bir şehir polisiyesi.Hatta sıkışık trafik içinde bir İstanbul polisiyesiJ
Celil Oker’in pilot eskisi dedektifi Remzi Ünal bir inşaat firmasının şantiyesinde kaza geçiren oğullarının hakkını aramak için Hisarüstünde gecekondu mahallesinde yaşayan yaşlı bir çifte yardım edecektir.Ancak araştırma yapmak için gittiği evde bir cesetle karşılaşır.Gecekondulardan,gökdelenlere uzanan bir şehir panoramasında olayları çözmeye çalışır. 
Konu kurgu sürükleyicilik bir tarafa da yazarın Remzi Ünal’a sigarayı bir an önce bıraktırması gerek.Kitap boyunca “bir sigara yaktı” cümlesinden fenalık geldi,kendimi kitabı duman-altı bir kahvede okuyormuşum gibi hissettim.

  

15 Ocak 2016 Cuma

221B - YENİ POLİSİYE DERGİMİZ


Artık bir polisiye dergimiz var.Labirent Yayınları bünyesindeki Mylos Yayın Grubu’nun çıkardığı,adını Sherlock Holmes’un evi 221 Baker Street’ten alan dergi,polisiye kültürünün çekirdek okur kitlesini hedef alarak yola çıkmış.Yayın Kurulunda Ahmet Ümit, Algan Sezgintüredi, Ece Özbaş, Erol Üyepazarcı, Hüseyin Çukur, Özlem Özdemir, Sevin Okyay gibi çok değerli isimler var.
İlk dosya konusu Altın Çağ ve Kara Roman karşılaştırması üzerine;tam arşivlik bir sayı hazırlanmış. Levent Cantek’ten çizgi polisiye,Celil Oker’den Remzi Ünal maceraları,yeni çıkan kitaplar,polisiye filmler/diziler,Suphi Varım’dan Murat Başol’a daha pek çok isim burada.Hele Ahir Zaman Hafiyeleri, genel kültürümüzü artıracak lezzette.
Hayırlı uğurlu olsun.Umarım yayın hayatı uzun olur da biz de keyifle okumaya devam ederiz.Malum ülkemizde dergicilik yapmak çok zor.



221B Dergi ile ilgili güncel haberleri sosyal medya hesaplarından da takip edebilirsiniz.

8 Ocak 2016 Cuma

2015 Edebiyat Ödülleri - Dünya Kitap Dergisi

Dünya Kitap Dergisi, yılın en iyileri ödüllerini bu yıl geç açıklayınca benim 2015 Edebiyat Ödülleri postum eksik kalmıştı. Açıklandığına göre eksik kalmasın; bize fikir versin J
Bu yıl 23.’sü düzenlenen Yılın En İyileri şöyle;
Yılın Telif Kitabı Ödülü 2015’te her ay seçilen ve Ayın Telif Kitabı” olarak belirlenen 11 kitap arasından Ahmet Büke’ye gitti.On8 Yayınları’ndan çıkan Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi: İnsan Kendine de İyi Gelir ödüle layık görüldü.
Yılın Çeviri Kitabı Ödülü ise yıl içerisinde Ayın Çeviri Kitabı olarak seçilen 9 eser arasından belirlendi. Kurul, ödülün Jaguar Kitap tarafından basılan Aleksandros Papadiamantis’in “Hadula: Bir Ada Öyküsü” kitabının çevirmeni Yasemin Aydın’a verilmesini kararlaştırdı. Hadula benim de listemde olan bir kitap.Ayrıca Sabit Fikir’in seçtiği 2015’in en iyi 50 kitabı arasında bulunuyor.Okumak şart oldu artık J









Yılın en iyi polisiye kitaplarının değerlendirildiği Altın Sayfa Polisiye Edebiyat Ödülü, Remzi Kitabevi tarafından basılan Gülce Başer’in ,Bir Ceset Bir Söz’üne verildi.
Yılın En İyi Gastronomi Kültürü Kitabı İstos Yayınlarından Meri Çevik Simyonidis’in “İstanbulum,Tadım–Tuzum:Bir Varmış Bir Yokmuş” adlı kitabına verildi.
Türk mutfağının gelişimine ya da tanıtımına katkılarından dolayı bu alanda çaba gösteren kişilere” sunulan “Emek Ödülü”ne ise bu yıl  Marianna Yerasimos layık görüldü. Kendisi 500 yıllık Osmanlı Mutfağı kitabının da yazarı.













Yılın Yayınevi Alakarga Sanat Yayınları oldu.
Ayrıca 2015’te kaybettiğimiz şair ve yazar Sennur Sezer’e Saygı Ödülü verilmesi kararlaştırıldı

7 Ocak 2016 Perşembe

KIRMIZI ZAMAN - MİNE SÖĞÜT

Tarihimizde,hiçbir yerde eşi benzeri olmadığı söylenen bir cellat mezarlığı mefhumu vardır.Osmanlıda cellatlar genellikle sağır ve dilsizlerden seçilir,verilen emri yerine getirerek infazları gerçekleştirirlermiş.İnfaz edilenler gereken törenler yapılarak defnedilirken,cellatlar göçtüğünde halkın gömüldüğü mezarlara bile konmaz,şehrin en ücra en uzak yerine gömülür başına da yarım metre eninde 2 m yüksekliğinde üstü isimsiz,yazısız küfeki taşını koyalarmış.Bu mezarlıklar uğursuz kabul edildiğinden kimse buralara uğramaz,bu isimsiz cellatlar da tarihin akışı içinde unutur gidermiş.
İstanbul’da iki cellat mezarlığı olduğu söylenir.Biri Eğri Kapı civarında diğeri de Pierre Loti’nin biraz ilerisindeki Kar Yağdı Baba Tekkesi'nin oradadır.Çoğu ortadan kaybolmuş olmasına rağmen o tarafa yolunuz düşerse bugün bile diğer mezarlıklarla iç içe geçmiş tek tük cellat mezarlarıyla karşılaşabilirsiniz.

Kırmızı Zaman masalsı,mistik kurgusuyla hikayeye ortak ettiklerini bu cellat mezarlarında buluşturmuş.Balat’ın surları ,diğer alemden bu tarafa açılan kapıları,dehlizler,geçitler görmek ve inanmak istediklerimizle bütünleşmiş.Aslında açıklanınca perdesi kalkacak olağanüstü herşey kırmızı metaforuyla boyanıp bezenmiş, ortaya Mine Söğüt tarzı bir zaman hikayesi çıkmış.  

6 Ocak 2016 Çarşamba

NEVROTİK - GÜRGEN ÖZ

Aralık ayında,Kitap Ağacı-İstanbul Gürgen Öz’ü konuk etti.Kitabı Nevrotik’i konuştuk.Konuğumuz olmasa alır okur muydum;sanmam. Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Ön yargımı yerle bir etti. Eksikleri elbette vardı ama yeni kitabının- ki roman olacakmış- daha iyi olacağını düşünüyorum.

İlk öykü çok keyifliydi.Bir psikoloğun etrafında geçen hikaye tam kaptırmış gidiyorken bitiverdi.Psikolojik arketiplere çaktırmadan atıfta bulunurken bunları karakterlere çok güzel bağlamış.Okursanız orada bir apartman görevlisi (kapıcı değil J ) figürü var.Çok orijinal,tam bir karakter oyuncusu profili çıkmış ortaya.

İkinci öykü bir korku-gerilimdi.Sonra,o da tak diye bitti.Eee sonunda ne oldu diye isyan ettik tabii.Kendisine sorduk “ben de bilmiyorum,benim için de orada bitti” dedi. 
Bu türe de yatkın.Baharda çıkacak romanı da korku gerilim olacakmış zaten.Bu topraklardan çok malzeme çıkar diyor;ki haklı tabii yazabilene.
Sonra gelenler için deneme desek yanlış olmaz herhalde.Kendi iç sesi,ilişkiler üzerindeki fikirleri daha çok hissediliyor.

Sohbetimiz de daha çok toplumsal tabulardan yaşayamama ve o yaşayamayanların da etrafındaki diğer insanların yaşamasına izin vermemesi merkezindeydi ki sorunlarımızın kaynağında bu cendere durumu ve samimiyetsizlik var.Sebep-sonuç-sebep-sonuç döngüsüyle bitmek bilmeyen o çemberin içinde dönüp durmaktan hepimizin az biraz nevrotikleştiğini ,kişisel duvarları aşma yolunda farkındalığımızı artırmamız gerektiğini konuştuk.  

Komedi türlerinde oynadığı için yazı dilinin de öyle olacağını düşünmüştüm ama değil; kendini ifade ediş tarzı edebiyatta daha  ciddi.O da mı kitap yazmış demesinler diye doğru dürüst reklamını bile yapmıyor. Daha sessiz ve okur beğenisi endeksli ilerlemeyi seçmiş.Edebiyat yolculuğunda ben daha iyiye gideceğini düşünüyorum