21 Kasım 2014 Cuma

Kolombiya'nın Don Kişot'u Luis Soriano Bohorquez - Biblioburro

O orta Magdalena bölgesinin Don Kişot’u.Eşekleri Alfa ve Beto ile gezici kütüphanecilik yapan Luis Soriano Bohorquez,1990’da başladığı Donkey Library ile Kolombiya'nın kırsal bölgelerinde kitaplara ulaşamayan çocuklara ders notları ve romanlar taşıyor.
Bölgedeki yaygın cehaleti,okuma yazma oranının düşüklüğünü gördüğünde Luis'in kafasında gezici kütüphane fikirleri oluşmaya başlıyor.15 köye yayılan bölgede "12-16 yaşındaki çocukların yaşlarına denk gelen okur yazarlık düzeyinde olmadığını gördüğümde bunun bir zorunluluk olduğunu gördüm ve entelektüel büyümeye yardımcı olmak istedim" diyor.



Projesini önce bir "Donkey Library"olarak hayal etmemiş tabii.Hafta sonları eşeğiyle ulaşabildiği,çocukların ödevlerine yardım için gittiği yerlere kitaplar götürmeye başlamış ve "eşek kütüphanesi" kendiliğinden gelişmiş.
Aralarında sözlükler, klasik romanlar,çocuk hikayeleri ve ders kitaplarının olduğu 70 kitapla başlamış.Bunları pazarlardan,sahillerden oradan buradan toplamış.
Biblioburro'da tüm kitaplar ücretsiz; ödünç verme ve geri alma yöntemiyle işliyor.350$ öğretmen maaşı  alan Luis "en azından eşeklerimin yemeği bedava" diyor.
Radyocu ve gazeteci Juan Gossain, Biblioburro macerasını işitince Kolombiya genelinde kitap bağışı çağrısında bulunur.Özellikle Bogata’nın elit yazarlarının bağışlarıyla kütüphane 4800 civarında bir sayıya ulaşır.
Eşeklerinin adı Alfa ve Beto. Onlar gerilla ve milislerin arasındaki savaş bölgesinde güneşin altında 200 kitap taşıyan emektarlar.Luis en zor zamanlarında bile kütüphanesinin mavi yazılı  tabelasını elinden bırakmıyor. 

İşte bu 10 bacak 20 km civarında bir çapta,kendilerine en yakın okul yada kütüphaneye ulaşmak için at veya eşek üstünde saatlerce gitmek zorunda olan 600 aileye kitap teslimatı yapıyorlar. 
Kendisi ise eşi ve 3 çocuğuyla dört duvarı tavana kadar kitaplarla dolu küçücük bir evde yaşıyor.Bugüne kadar eşeklerinin üstünde 4000 saatten fazla yolculuk yapmış.

Macando’yu yazarken ilham aldığını söyleyen Ganriel Garcia Marquez’in doğduğu Aracataca’da bu bölgede. Yüzyıllık Yalnızlık her zaman Alfa’nın sırtında diyor Luis.
2006’da askeri şiddet artınca ailesini alıp daha yüksek bir bölgeye yerleşiyor Ne mesafeler ne de geçirdiği kaza sonucu kaybettiği bacağı onu amacından geri döndürmüyor.Tek derdi Magdalena'yı bir gün okuyan-yazan kültürlü insanların yaşadığı bir bölge olarak görmek.





Ünü Kolombiya sınırlarını aşan bu inanılmaz adam CNN,PBS,New Yok Times’a da haber olur.Hatta Brezilyalı yazar Paulo Coelho, Soriano’yu öven bir makale yazar.Başarılı illüstratör ve çocuk kitapları yazarı Jeanette Winter "Biblioburro" isimli resimli bir kitap yayınlar “A True Story From Colombia".Ancak ne ironidir ki Luis Soriano ancak bir arkadaşının ödediği uçak bileti ile bu yılki Bogota Uluslararası Kitap Fuarına katılabilir.






 
Bu savaş yorgunu topraklarda bir de cehaletle savaşan Soriano,İngilizce kitapların yetersizliğinden şikayetçi.Gerek dijital gerek basılı yayınlarla dış dünyaya bağlı bir ülkede,iki dilliliğin önemini vurguluyor ve kırsal kesimde yaşayan çocukların,dünyanın en çok konuşulan dilinde yazılmış kitaplara daha fazla ulaşması  gerektiğini savunuyor tutkuyla.


Şehrin monotonluğundan sıkılmış İngilizce öğretmenlerine Magdalena’nın güneşli ovalarında kucak açmışlar.La Gloria’da öğretmenlik yapmak isteyen herkesi bekliyorlar. Bu uğurda kasabadakiler evlerini ücretsiz paylaşmaya bile hazır.

İnanılmaz bir özveri ve idealizme sahip Soriano ‘nun hikayesinin bir benzerine biz Mustafa Güzelgöz’de rastlarız. İsmail Cem,Türkiye’nin Geri Kalmışlığının Tarihinde ta 1943 yılında tayini Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesine çıkan Mustafa Güzelgöz’ün eşek sırtında bir sandıkla okusunlar diye köylünün ayağına  kitap götürdüğünü anlatır. Mustafa Güzelgöz’ün akıbeti de bizim için bir Vecihi Hürkuş ya da Cavit Cav hikayesinden farksızdır. Onunla ilgili ayrıca bir yazı hazırlıyorum,bir başka postun konusu olsun.

14 Kasım 2014 Cuma

GOLEM VE CİN - HELENE WECKER

Uzun süre pazarlama ve iletişim sektöründe çalışan Helene Wecker,ilk aşkı yazarlığa döndüğünde bu kadar güzel bir eser çıkaracağını biliyor muydu acaba.Golem ve Cin ilk sayfasından itibaren inanılmaz keyif aldığım,elimden bırakamadığım kitaplarımdan biri oldu.
Raflarda yerini aldıktan sonra pek okuyucu  tarafından olumlu eleştiriler alan kitabı,biz Kitap Ağacı olarak fantastik-gotik edebiyat ayı olarak belirlediğimiz Kasım için oylayıp seçtik.
Golem Yahudi inancına göre kilden var edilen gerçek üstü bir varlık. Yahudi asıllı Helene Wecker’ın kocası Arap asıllı. Dolayısyla ne Golem ne Cin yazarın hiç  de uzak olmadığı mitler.Her ikisi de göçmen ailelerin banliyölerde büyümüş çocukları.Bu yüzden kitapta alttan alta hissedilen göçmenlik ,yabancılık ve yalnızlık duygularını yazarın çok iyi bildiğini düşünüyorum.
Wecker iki kültür arasındaki farklılıklardan hikayeler yaratmaya çalışırken bir arkadaşının tavsiyesiyle daha önce hiç denemediği fantastik öğeleri kullanmaya karar verir.1800’lerin sonunda Batı Avrupa’dan ve Suriye’den Amerika’ya göç etmiş mitlerine aşina olduğu iki insanüstü karakter “Golem ve Cin” üzerine yazmaya başlar.
Başlangıçta kafasında yarattığı Golem’in daha çok Prag Golemi’ne ( inanışa göre haham Judah Loew Ben Bezalel tarafından 17.yüzyıl Prag Musevilerini antisemitiklere karşı koruması için canlandırılan kilden heykel) ya da Frankestein’ın canavarına yakın bir karakter olduğunu söylüyor. Daha sonra roman boyunca daha duygusal ve insancıl bir karakter yakalamış.
Cin ise daha çok Ortadoğu ve Müslüman dünyasına ait bir mit olmasına rağmen batı söylencelerinde de Binbir Gece Masallarına benzer hikayeler olduğunu fark ediyor ve ateşten bir karakter yaratmaya karar veriyor.
Bu kitabı yazarken yaptığı araştırmalarda en çok şaşırdığı şeyin ise Musevi cemaatinin içindeki sosyalist hareketin büyüklüğü olduğunu söylüyor.Bu konu benim de dikkatimi çekti ayrıca okumak istiyorum.

Hikayeye dönersek ;Otto adında mutsuz ve etrafınca sevilmeyen bir genç marangoz,kendisine eş olarak bir kadın Golem yapması için Yehudah Schaalman’a gider. Schaalman kadim öğretilere sahip ihtiyar bir büyücüdür.Ruhları olmayan Golemler sahibine köle olması için yapılır, görevi koşulsuz hizmet etmektir ancak kontrolü gerekir, çok güçlüdür.Büyücü Golem’i yapar ve bir sandığa koyar.Görüntüsü aynen bir insan-kadın gibidir.Zeki,çalışkan ve meraklı olmasını istediği yeni karısıyla New York’a giden bir gemiye binen Otto dayanamayıp Golem’i canlandıracak sözcükleri gemide okur.

Öte tarafta New York’un Suriye Mahallesi’nin iyilik meleği Meryem kalaycı Arbeely’ye tamir edip parlatması için ailesinden kalma eski bir ibrik getirir .Kalaycı ibriği parlatırken içinden yaklaşık bin yıldır ibriğin içine hapsolmuş bir cin ortaya çıkar. İnsan bedenine mahkum bu ateşten varlık Suriye çöllerindeki muazzam sarayından  kopartılıp büyüyle bağlanmıştır.

Biz kitap boyunca bu iki farklı varlığın hikayesini okuyoruz.Bu hikayeler birbirine nasıl bağlanıyor, çocukluk masallarımıza kadar nasıl uzanıyor ayrıntı vermiyorum ama şu kadarını söyleyebilirim ki büyüler,büyücüler,hahamlar,cinler,golemler size  harika bir kitap sunuyor.

1899’ ların New York’unda oluşturulan hikayede  şehir,mekanlar,insanlar,dükkanlar,köprüler çok güzel resmedilmiş.Neredeyse o havuzun başındaki heykel gözünüzün önünde canlanıyor. Ayrıca kitabın dili ve çevirisi de çok başarılı. Kurgu için zaten söylenecek fazla bir şey yok;başından sonuna akıcılığından ve heyecanından hiçbir şey kaybetmiyor.
"Bugünlerde çok sıkılıyorum ne okusam" diye soranlara ilk  Golem ve Cin’i öneririm artık J


7 Kasım 2014 Cuma

HİLE - MICHAEL CONNELLY


Ana kahramanımız dedektif Harry Bosch’un dışında bir karakterimiz daha var artık; hatta bu kitapta daha fazla öne çıkmış. Terry Mc Caleb . FBI'in önde gelen profilcilerinden biriyken sağlık sorunları nedeniyle bu işleri bırakmış,Catalina Adasında karısı ve kızıyla yaşıyor. 
Edindiğim Bosch sıralamasında gelmesi gereken kitap buydu fakat o kadar çok Mc Caleb flash back i ve eskiye atıf  vardı ki acaba  öncesinde bir kitap daha mı var diye düşündürttü.
Connelly’nin resmi internet sayfasına baktığımda benim sıralamam Bosch serisi için doğru ancak Mickey Haller serisi dışında başka serileri de varmış.
Terry Mc Caleb’in ana karakteri olduğu 3 kitabı listelemişler. Kan Bağı ,Hile ve Darboğaz olarak çevrilen Narrow.Dolayısıyla Mc Caleb karakterini ve hikayesini anlamanız için Hile’den önce Kan Bağını okumanızı tavsiye ediyorum .O kitapta mesleği neden bıraktığı,şimdi içtiği o ilaçlara nelerin sebep olduğu anlatılıyor.Ben bilmediğimden Hile'yi okumuş bulundum.
Clint Eastwood ‘un hem başrolünü oynadığı aynı zamanda yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği  "Blood Work" Kan Bağı’ndan uyarlama. Connelly,Hile olarak çevrilen A Darknessmore than Night’ da Bosch ve Terry Mc Caleb’i buluşturup büyük bir başarı sağlıyor. Los Angeles Times gazetesi tarafından 2001 yılının en iyi romanı seçiliyor.
Bir film yönetmeni ilişki kurduğu oyuncusunu öldürmek ve olayın intihar gibi görünmesini sağlamakla suçlanır.Tutuklamayı Bosch yapmıştır ve davanın asıl tanığı olarak medyanın gözü önündedir.
Bu arada eski bir arkadaşı Terry Mc Caleb’e incelemesi için dosyayı getirir. İşin içine daldıkça katilin yönetmen değil Bosch olduğunu düşünen Mc Caleb  sadece okuyup fikir  vereceği davayı bırakamaz ve Bosch’u araştırmaya başlar.
İki çok zeki bulmaca çözerin bir arada olması inanılmaz keyifli olmuş.Karşılıklı zeka oyunu oynuyorlar. Böylece seriye de bir hareket gelmiş.

6 Kasım 2014 Perşembe

MELEKLERİN UÇUŞU - MICHAEL CONNELLY

Angels Flight, Harry Bosch serisinin yazılan altıncı kitabı olmasına rağmen Türkçeye çevrilen ilk kitabı.Ben bu yüzden seriye geç başlamayı avantaja çevirdiğimi düşünüyorum.Çünkü çok kritik noktalar ve isimler önceki kitaplara bağlanıyor.Önce bu kitabı okuyanlar sonrasında mutlaka kafa karışıklığı yaşamıştır.Hala okumayan varsa tavsiyem serinin sırayla okunması.Öte yandan İnkılap ve Altın Kitapların çevirilerini karşılaştıracak olursam İnkılap çevirilerinde çok fazla basım hatası ve anlam düşüklüğü var. Okumayı gerçekten zorlaştırıyor.Altın Kitaplardan çıkanları daha hızlı okuduğumu varsayarsam sorun Connelly’de değil çevirilerde J
Kitaba dönersek temposu yüksek hikaye her polisiye severi tatmin edecek örgüde.Hem toplumsal olaylara,politik tavırlara rahatsız etmeden dokunuyor hem de olayın geçtiği şehir arka planda çok iyi resmediliyor.Bence Connelly bu konuda çok başarılı.

Howard Elias'ın cesedi Los Angeles şehir merkezinde servis yapan Angels Flight'ın vagonlarından birinde bulunur. Elias, polis departmanında yaşanan işkenceler, suçlulara karşı ölçüsüz şiddet, ırkçılık gibi davalarla ünlü olmuş siyahi bir avukat. Öldürüldüğünde ise 12 yaşında bir kıza tecavüz edip öldürmekle suçlanan Michael Harris’in davasıyla ilgilenmekte.Harris de gözaltında polis şiddetine uğramış bir siyahi ve Bosch onun suçlu olduğundan emin.

Dedektifimiz ekibiyle birlikte olaya el attığında sokaklar savaş alanına dönmeye başlamıştır bile. Toplumun tepkisini azaltmak için ya bir polis kurban verilecektir ya da acilen katil bulunacaktır. Bu arada 1 yıl önce evlendiği Eleanor’la zor zamanlar geçiren dedektifimizin duygusal hayatı da epey karışık.

Meleklerin Uçuşu en zor okuduğum –kesinlikle çeviriden- ama en çok beğendiklerimden biri oldu diyebilirim.Şu an baskısı yok ben www.nadirkitap.com'da bulup aldım .