30 Ağustos 2016 Salı

HAYALET BELLEK - FRANCK THILLIEZ

Kulüpte arkadaşlar daha önce Franck Thilliez’in E Sendromu’nu okuyup  çok beğenmişlerdi. Thilliez bizi hayal kırıklığına uğratmaz düşüncesiyle Haziran seçimi Hayalet Bellek oldu. –bizde sırayla her ay bir kişi o ay okunacak kitabı seçiyor- İyi ki de olmuş,hem yazarla tanıştım hem de okuma sıkıntıma ilaç gibi geldi.

Aslında mühendis olan Thilliez ikinci romanı Train d’enfer pour Ange rouge ile 2004’de Fransa SNCF en iyi gerilim romanı ödülünü aldı. La Chambre des Morts  romanı ona işinden ayrılıp tam zamanlı yazar olma şansı  verdi.Bu roman 2007’de Alfred Lot tarafından filme uyarlandı ve Melody’s Smile ismiyle gösterime girdi. Ne yazık ki bu kitabı da birçoğu gibi Türkçeye hatta İngilizce’ye bile hala çevrilmedi. Fransız yazarı dünyaya tanıtan E Sendromu,İngilizce’ye çevrilen ilk kitabı.Bizde  Hayalet Bellek ve E Sendromu dışında Gataca isimli bir kitabı daha var.


Hayalet Bellek gerilimi bol ve sürükleyici bir dedektiflik hikayesi.Son derece rahat okunan ve akıllıca kurgulanmış bir konusu  var.
Hafızasını kaybetmiş ,elektronik bir ajandayla günlük yaşamını sürdürebilen Manon ilginç bir karakter.Teğmen Lucie Henebelle başarılı ve hırslı.Bu iki karakteri bir araya getiren ise kendisine Profesör diyen Manon'un da kız kardeşini öldürmüş bir katil. 
Bu türü seviyorsanız ve henüz okumadıysanız Franck Thilliez'i listelerinize alın derim.Kendi adıma ertelediğim E Sendromu'nu da en kısa zamanda okuyacağım. J


29 Ağustos 2016 Pazartesi

MAUS - ART SPIEGELMAN

Alışılagelmiş çizgi romanların aksine Maus ‘un yazınsal yönü ağır bastığı için grafik roman tanımlaması ona daha çok uyacaktır. Siyah beyaz oluşu konunun trajedisiyle birleşince  hakikatten sarsıcı bir okuma yapıyorsunuz. Holokost'un ticarileşmesi antipatisine karşın bu romanın gerçekliği,bir anda alıp okuyayım diyemeyeceğiniz,insanlık suçunu gelip yüzünüze vuruyor.

Art Spiegel önce ırkçılık karşıtı bir çizgi roman çizmeyi düşünür. Afrikalıları "fare", Ku Klux Klan örgütünü de "kedi" olarak çizecektir.Ancak sonrasında anne ve babasının da içinde olduğu Yahudi soykırımını anlatan hikayede karar kılar. İşe babasıyla uzun röportajlar yaparak başlar bunları kaydeder. 
1972 yılında başladığı çalışmaları, 80’de Raw dergisinde yayınlanır ve büyük ses getirir.86 yılında grafik roman olarak ilk basımını yapar.Hikayenin bütün bölümleri  91’de tek kitapta toplanır ve şimdiki haline ulaşır.Maus 1992 yılında Pulitzer'i alarak ödüle layık görülen ilk çizgi roman olur.

Kitaba Maus isminin verilmesinde de ince bir hiciv var;zamanın Alman politikasına bir gönderme yapıyor.Kitapta 1930’ların Almanyasında yayınlanmış bir makale alıntılanmış. Disney’in yarattığı Mickey Mouse’ın idealize ettiği karakterlerin pis bir fare olduğu ve Yahudi  Walt Disney’in insanlığı aşağıladığı belirtiliyor.
"Miki Fare şimdiye kadar yaratılmış en sefil kahraman...Her bağımsız delikanlı ve her saygın gencin sahip olduğu sağlıklı duygular,hayvanlar dünyasının bu en büyük mikrop taşıyıcısının,bu pisliğe ve iğrençliğe bulanmış haşaratın ideal hayvan tipi olamayacağını anlatır...Yahudilerin insanlara kaba saldırısına son!Kahrolsun Miki Fare!Gamalı Haç takın".
             -gazete makalesi,Pomeranya,Almanya,1930'ların ortası




Kitabın kahramanlarına baktığımızda da Yahudiler fare,Naziler ve Almanlar kedi olarak çizilmiş.Polonyalılar domuz,Amerikalılar köpek,İsveçliler geyik,Çingeneler ise güve.
Bu benzetmelerle Spiegelman Polonya’da çok büyük tepki görür,domuza benzetilen Leh’ler  2001 yılında kitabı yakarak protesto ederler. 
Spiegelmanlar toplama kampına götürülmeden önce beş yaşındaki oğulları Rysio’yu teyzesinin yanına gönderirler. Ausschwitz’den kurtulabilen çift oğullarını geri almak istediklerinde onun ölmüş olduğunu öğrenir.Anja’nın kardeşi Yahudi oldukları öğrenilince yakalanacakları korkusuyla ailesini ve Rysio’yu zehirlemiştir.Yeni doğan erkek çocuklarına Arthur İsadore adını verirler ancak zaman içinde Arthur ismini Art’a çevirir. 

Anja oğlunu ve kampta yaşadıklarını unutamamıştır. Art 20 yaşına geldiğinde intihar eder.Art babasından annesinin toplama kampında yaşadığı acıları anlattığı günlükleri ister.Babasının günlükleri yaktığını öğrendiğinde ise çok büyük tepki gösterir.Biz hikayeyi anne olmadığından babadan dinleriz.Bir anlamda baş karakter Vladek Spiegelman denebilir.
Art babasını anti-semitist yayınlardaki gibi huysuz ve cimri olarak karikatürize etmiş,yeni eşi Mala ondan çok çekiyor ve Artie babasıyla çok geçinemiyor. Oysa kampta yaşadıkları ve açlık onu bu psikolojiye getirmiş,hiçbir şeyi atamıyor.


Kendisi için çok zor olan bu otobiyografik çalışmayı oluştururken defalarca bırakmış,depresyon dönemleri olmuş.Fazla gerçek olan bu hikaye ancak metaforlarla,simgelerle  ifade edilebilirdi sanırım.Kendisini çizdiği 176.sayfa onun psikolojisinin özetini de veriyor aslında.

Öte yandan bu kitabı bu kadar etkileyici kılan, Spiegelman'ın karakterleri son derece basit çizmesi.Gözlerde ifade yok,şaşırma ,korku,acı tüm hisler yazı ile verilmiş.Bir anlamda okuyucuyu metinlere odaklamak istemiş.Persepolis'in yaratıcısı Marjene Satrapi'ye de esin kaynağı olan Maus'u okumadıysanız  mutlaka mutlaka okuyun,çizimlerine saatlerce bakın.

25 Ağustos 2016 Perşembe

Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet - Murat Gülsoy

Daha önce Murat Gülsoy’un Baba, Oğul ve Kutsal Roman ‘ını okumuş ve çok beğenmiştim. Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet bilim kurgu yaklaşımla yazılmış aslında bir şimdiki zaman hikayesi. Bireyin yalnızlığını ve ölüm temalarını farklı psikolojik kodlar üzerinden dile getirmiş gene çok okunası bir roman yaratmış yazar. 

Öncesinde Borges’e çok güzel bir mektup var. Edebi lezzeti çok güzel olan bu bölümle Murat Gülsoy Borges’e olan hayranlığımı da katlamış oldu. Tanpınar’ı Borges’e anlatışı sadece önsözü bile ara ara açıp okumaya değer. 
Hikaye bittiğinde bizi son söz ve ekler karşılıyor.Birbirinden bağımsız görünen bu bölümler aynı fikri pekiştiren, aslında  yazarı da anlamamızı sağlayan parçalar. Nerval’den ,Oğuz Atay’a  seslenen kurgusu farklı bir çalışma olmuş Yalnızlar için çok Özel bir Hizmet.

İstemeden emekli olmak zorunda kalan Mirat Alsan, Janus isimli bir şirketin el ilanını görür.Kişileri yalnızlıktan kurtaracağını iddia eden bu şirkette yeni ölen insan zihinleri yaşayanlara aktarılmaktadır.
Kahramanımız Mirat’a da,trafik kazasında ölen Esra’nın bilinci aktarılır ve Mirat kendi bedeninde çift bilinçle yaşamaya başlar. Sonrası insan beyninin dipsiz kuyusu,karanlıkta bir yolculuk.


“Sözcüklerin gücünü küçümsemeyin.Zihnimizdeki tüm duygulanımların sözcüklerle doğrudan bir bağı var” diyor kitapta. Ben sözcüklerin içimdeki akışı etkilediğini biliyorum; beni gene tam kalbimden vuruyor.

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Bunu Sevdim

Hep söylediğim gibi kötü zamanların kurtarıcısı benim için fotoğraflar, illüstrasyonlar, resimler, çizgi romanlar. Belki de Şatilla kampındaki Michelle gibi güzel bir şeye bakma ihtiyacı..
Çok şükür o kadar kötü değil ama herkes kendi kıyametini yaşıyorken bu evrende iyi olma çabası bazıları için daha zorken bir de üstüne kolektif bilincin travmalarıyla yükleniyoruz

Aslında sadece kapağını beğendiğim için dikkatimi çeken The Nordic Theory of Everything’in sadece fotoğrafını ve tasarımcısını paylaşıp geçecektim ancak  yazarı Anu Partanen’in The Atlantic’e yazdığı What Americans Don't Get About Nordic Countries makalesini okuyuınca  kitaba haksızlık  etmek  istemedim.

Finli gazeteci yazar Anu Partenen 2008’de Amerika’ya yerleşmiş.The New York Times, The Atlantic, Fortune gibi dergilerde yazan Anu, The Nordic Theory of  Everything In Search of a Better Life  'da Amerika'nın, kuzey ülke yaşam referanslarından neler öğrenebileceğini yazmış.


Kitabında İskandinav Ülkelerinin “bakıcı devlet” olma eleştirisini aile-çocuk; kadın-erkek; devlet-vatandaş; işçi-işveren ilişkilerini merkeze alarak açıklamaya çalışırken,Amerikan sistemiyle karşılaştırmış

Okumak isteyenler için kitabın orjinali D&R ‘da e-kitap olarak var.



Kapak Tasarımı Milan Bozic’e ait.Kendisi Harper’ın Sanat Direktörü ve New Jersey’de yaşıyor.