27 Eylül 2012 Perşembe

NORMAN ROCKWELL


Nabakov Rockwell için  Pnin isimli kitabinda "Dalí aslında Norman Rockwell'in bebekken Çingeneler tarafından kaçırılmış ikiz kardeşidir "der .

1894 doğumlu  Norman Rockwell Amerikan popüler kültürüne damgasını vuran bir ressam. 40 yıl boyunca The Saturday Evening Post Dergisinin kapaklarını hazırlamış. Çok genç yaşta Amerikan İzciler Birliği'nin yayın organı Boys' Life dergisinin sanat yönetmeni olmuş. Pek çok reklam ve poster çalışması var. Ancak eserleri yaşamı boyunca pop bulunduğu için eleştirmenlerce çok ciddiye alınmamış. Eserlerinin bir kısmı şimdi Stockbridge'daki Norman Rockwell Müzesinde sergileniyor.


Triple Self Portrait

Ünlü Freedom of Speech tablosu

Doctor and Doll

                                       Saturday Evening Post: Rockwell ilk kapağı (1916) 


Mesajlar 'ilk tam renkli kapağı (1926) 


Frank Sinatra (1973)  

Reklamlar ve Amerikan günlük yaşantısını yansıttığı çalışmalardan bazıları












17 Eylül 2012 Pazartesi

An American Exodus; A Record of Human Erosion




1895 doğumlu Dorethea Lange Amerika'nın en büyük belge fotoğrafçılarından biri. Büyük bunalım yıllarında fotoğrafladığı  FSA "Tarım ve Güvenlik Örgütü" için yaptığı çalışmalar o dönem çok ses getirdi ve kocası Paul Taylor'la yaptığı ortak çalışmalar halkın durumunun görülmesi ve hükümetin konuyla ilgili bir şeyler yapması açısından oldukça ikna edici oldu.
FSA Tarımda modernizasyon ve makineleşmeyle baş edememiş, kuraklık ve verimsizlik gibi etkenler de eklenince, doğdukları topraklardan göçmek zorunda kalan, merkez eyaletlerdeki tarım işçilerinin sorunlarıyla ilgilenip, parasal yardım yapan, Roosewelt tarafından kurulan birçok birimlerden biriydi.

Lange'nin en ünlü çalışması  ; “Göçmen Anne” fotoğrafıdır ki 1935'de Göçmen İşçiler Kampı’nda çektiği bu kare bunalım döneminin ikonu haline gelmiştir.




Bu dönemde Amerika büyük bir değişim geçirmektedir ve Lange bu değişikliği belgeleyen fotoğrafçılardan biridir. Toprak sorunları, çiftçileri önce sermayedarlara bağımlılığa ve yoksulluğa sonra da topraklarını terk edip göçe zorlamıştır.



Büyük Bunalım’ın insanlar üzerinde oluşturduğu trajik tabloyu,tarım işçilerini,ekmek ve su kuyrukluklarını en etkileyici biçimde gösteren Lange’ın fotoğrafları, belgesel fotoğrafçılığın gelişmesine önemli katkılarda bulundu.

Söylenene göre Steinbeck Gazap Üzümleri'ni yazarken Lange'nin FSA için yaptığı çalışmalardan yararlanmış ve o fotoğrafları metin haline getirmiş.





1941'e gelindiğinde Lange başarılarından dolayı Guggenheim Bursu’yla ödüllendirildi. Ancak o  Pearl Harbor saldırısından sonra yaşadıkları yerlerden koparılan ve kamplarda yaşamak  zorunda bırakılan Amerikalı -Japonlar için yapacağı çalışmaya dikkat çekmek istedi ve ödülünü geri verdi.
Özel bir kararname çıkaran Roosvelt yönetimi suçsuz, sıradan 100 binin üzerinde Japon asıllı Amerikalı'yı Texas, Idaho, North Dakota, New Mexico, Montana gibi ülkenin çesitli eyaletlerinde kurulan kamplara koydurtmuştu.
Batıdaki Manzar toplama kampı kurulan 10 kamptan ilkiydi. 1945'te kapatılana kadar çoğunluğu balıkçı ve çiftçi 10000'in üzerinde tutuklu Japon burada yaşadı ve 146'sı  öldü. 




1939'da fotoğraflarının bir kısmını "An American Exodus; A Record of Human Erosion" ismiyle bir kitapta topladı.




Resimdeki kitabın ilk baskısı. Jeff Hirsch Books'da 1250 $'a satılıyor.

http://www.jhbooks.com/pages/books/106434/dorothea-lange-paul-schuster-taylor/an-american-exodus-a-record-of-human-erosion


Yeni baskı kitap amazon.com'da 80 $-110 $ arasında.

http://www.amazon.com/An-American-Exodus-Record-Erosion/dp/2858935130

Daha fazla Lange fotoğrafları için  http://www.masters-of-photography.com/L/lange/lange3.html


14 Eylül 2012 Cuma

İhsan Oktay - Descartes Meditasyonları ve Nietzsche


PUSLU KITALAR ATLASI

Kitabın kapağına 1996 diye not almışım. Son kitabı 7.Gün'ün çıktığını duyunca onu okumadan önce tekrar "Puslu Kıtalar Atlasını" okumak istedim. Kitabı o dönem okuduğumda daha çok isim vermediği "Descartes" felsefeleri üzerinde takılı kalmıştım. Şimdiyse o yazdığı büyülü masal dünyada daha çok vakit geçirdim.
Edebiyat severlerin atlamaması gereken bir yazar İhsan Oktar. Kitapla ilgili yorum arayanlar genelde tarihi-fantastik roman tanımlamalarını bulur ki yazar bu ilk kitabında düşsel bir dünyayı okuyucuya çok güzel hazırlamıştır. Hikaye 17.y.y. Konstantiniyyesinde  geçer ancak burası olağanüstü, düşündükçe var olan bir mekandır.
Kitap boyunca sıkça atıfta bulunulan filozof Rendekar’ın az buçuk felsefe okumuşlar  Rene Descartes ; Zagon üzerine Öttürmenin de aslında  düşünürün  Yöntem Üzerine Düşünceler’i olduğunu hemen anlar.
Bu büyülü dünyada Uzun İhsan Efendi rüyalara yatarak dünyanın atlasını çizer ve oğlunu gerçek bir macera yaşaması için cesaretlendirirken bu atlası ona verir. Bütün kurgunun var oluş nedeni aslında Uzun İhsan Efendinin düşleridir. Bu sebepten o ünlü söylemi romanda kahramana söyletir. “Düşünüyorum öyleyse varım” …
"Rendekar doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça makul. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öylese gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."
Aslında bunlar "Meditasyonlara" atıf. Biliyorsunuz  Descartes felsefe tarihindeki ilk sistem kurucu. Belirlediği yöntemde yaşadığı dönemde bilim ve din uyuşmazlığı içinde tanrının evreni 6 günde yaratması gibi 6 günlük  meditasyonlardan faydalanır.

İlk önce kuşkuyu kullanır ve rüya örneğinden yararlanır.Rüya örneğine göre; uyanıkken neler hissedebiliyorsak, neler duyumsayabiliyorsak, rüyamızda da aynı şeylere maruz kalabilmemiz nedeniyle, şu anda uyku da mı rüyada mı olduğumuzdan şüphelenmemiz gerekir.

2.meditasyonunda, kötü cinin kendisini kandırmasından, bütün düşüncelerin bile kötü cine ait olması ihtimalinden yola çıkarak en azından düşündürüldüğünün gerçekliğine varır. Yani kandırılma ortamının varlığı kesindir, her ne kadar kandırılsa bile. O halde yanlış da düşünse, ortada bir düşünce mevcuttur ve bu da bir düşüneni gerektirir. Bunun sonucunda, “düşünüyorum öyleyse varım” diyerek “Ben”i oluşturmuştur. Kuşku duyan,anlayan, yadsıyan,isteyen,istemeyen düşünendir.Düşünen şeyi inceledikten sonra, bilgiye ulaşmaya yarayan şeyi bulur; anlık. Anlık, zihinde beliren ideaları tasarlayarak, çıkarsamalar yaparak yargı’lamaya yönelir. Anlık, ruhun özü olan düşünme yetisinin doğal ışıkla aydınlanmış, bilgiye yönelen aktörüdür. Yine Descartes’e göre varlığın doğru bilgisine duyu deneyimiyle ulaşılamaz. Çünkü onlar, rüya örneğinde de belirtildiği gibi, bizi aldatır ve yanıltır.Ünlü soba örneğindeki gibi yanına oturduğumuzda o sıcaklıktan biz istemesek de etkileniriz ve bu etkinin maddenin doğasından geldiğini düşünürüz ,yargılamayız,üzerinde düşünmeyiz yani gerçek kabul ederiz

3. ve 4.meditasyonda kuşku duyulmayacak şeylerden bahsederken tanrıya varır. Hem dönemi gereği kiliseye hoş görünecektir ki bu sonrasında başta Nietzsche tarafından pek çok filozof tarafından eleştirilmiştir hem de maddesel şeylerin ilkelerini bulabilecektir. 

5.meditasyonda Descartes metafiziğinden fiziğine doğru bir köprü kurar ve bir tasnif yapar.açık-seçik olanlar, olmayanlar. Bunlar uzunluk, genişlik, derinlik, sayı, büyüklük, şekil, cisimlerin konumu ve hareketidir. Bunların dışında kalan ve duyuların algılarına hizmet eden; renk, koku, tat vs. gibi nitelikler ise hor görülür, küçümsenir.Yıldızların uzaktan küçük göründüğü örneklerinde de vurgulandığı gibi, bu özellikler, yanıltıcıdır. Doğruya matematiksel yöntemle ulaşılıp   kavranabilir. 

6.meditasyonda ise, duyulardan gelenlere düşünce aleyhine bir darbe daha indirir ve nesnelerin duyumsal imgelemleri olmasa da durumun değişmeyeceğini söyler. Buna ek olarak, düalizme vurgu yapar. “beni ben yapan ruh, beden olmadan da var olabilir” der. Maddesel bedenle, ruhsal düşünce birbiriyle birlikte bir bütün oluşturur ve sürekli etkileşim halindedir. Fakat bu gerçek, bedenin ruh karşısındaki acizliğinin görünmesine mani olmaz. Beden, içinde bulunduğu cisimlerin etkileriyle duygulanışlar gösterir ve bu duygulanışlardan tutkular, istekler ve duygular zuhur eder. Bedene gelen bu izlenimlerin ruhu etkilemesi ise, vücutta yayılan sinirler aracılığıyla beynin uyarılması ve onun da ruhu devindirmesiyle olur. Böylece bir düşünme tarzı olan duygular, dış dünyanın ruha dayattığı olumsuzluklar gibi algılanır.
Dini bilimle barıştırmaya çalışan bu modernite yöntemleri daha öncede bahsettiğim gibi en çok Nietzsche tarafından eleştirildi. Nietzsche, sabit duran ve değişmemiş gibi görünen bütün anlamları reddeder. Zira metafizik düşüncenin yarattığı “hakikat, apaçıklık, töz, birlik” gibi kategoriler, görünür ve elde olan dünyanın karşısına,  değerlerden oluşmuş, nihai bir amaç olan “öbür dünya”yı yaratır. Böylece görünür olan, duyuların mekanı bu dünya değersizleşir ve sönükleşir.Aynı doğrultuda “öbür dünya” övülür ve tanrısallaşır. O dünyaya ise sadece akılla ve aklın nasıl hakikate yöneleceğini söyleyen kurallara riayetle layık olunabilir. Bu durumda aklın sultasının altında kalmış bedenin ceremesini ise, bastırılmış duygular ve içgüdüler çekecektir. 

"Doğru olan bir şey yoktur,doğru kabul edilmesi gerekenler vardır"diyerek yine metafizik anlayışın bilgi kuramını eleştirmeye devam eder.Ona göre,kesin bilgi yoktur.Çünkü bilgiye ulaştığını varsayanların hepsi metafizik dayanaklarla yol almıştır.Eğer bilginin kesinliği yoksa kişiye ve yoruma göre değişmesi söz konusudur.
Nietzsche "gerçekler yoktur,yorumlar vardır" derken de ne kadar bakış açısı varsa o kadar doğru olduğunu göstermeye çalışır.

Onun Decadantı,nihilizmi ve düalizmi bir başka yazının konusu olsun.Daha önce okumamış arkadaşlar Puslu Kıtalar Atlasını bir de bu açıdan bakarak keşfetsinler.Keyif alacaklarına eminim.

12 Eylül 2012 Çarşamba

Once upon a time there was a girl...

...
Görünmez bir mezarlıktır zaman
Şairler dolaşır saf saf
Tenhalarda şiir söyleyerek
Kim duysa korkudan ölür
Tahrip gücü yüksek saatli bir
bombadır patlar....

                                











Atilla İlhan'dan
İllüstrasyon Mae Besom