31 Mart 2014 Pazartesi

İSTANBUL KIRMIZISI - FERZAN ÖZPETEK

Tatsız tuzsuz bu pazartesinin tek katlanılabilir yanı bu güneşli hava ve akşam 7'de havanın hala aydınlık olacağını bilmek herhalde.
Mis gibi kokan bir kahve alıp okuyup da yorumlayamadığım kitaplarla oyalanmak bir nebze sıkıntımı giderir mi acaba .
Benim için ne çekse seyrederim diyebileceğim bazı yönetmenler vardır.Oyuncular hiç önemli değildir. Yönetmenin “O” olması yeterlidir. Daha önce burada Tim Burton’la ilgili yazımda bahsettiğim gibi Ferzan Özpetek’in de öyle hayranıyımdır. İstanbul Kırmızısı'nı aslında Kemerlerinizi Bağlayın'ı da seyredip filmleriyle toplu bir post yaparım diye bekletiyordum ama dediğim gibi acilen “kendimi yazmaya vurmam lazım” dediğim bir gündeyim.
Kitabı beğendim mi;objektif olamayacağım beğendim ama yetti mi kesinlikle hayır. Yönetmenimiz tadımlık bir yazarlık deneyimi yaşamak istemiş ve bize de tadı damağımızda kalacak bir kitap yazmış. Birçok yorumda olduğu gibi son filminden önce basılsın diye aceleye getirilmiş olduğunu düşünmüyorum. Kitap Adam ve Kadın olarak iki ayrı bölüm halinde ilerliyor. Adam’da  yönetmen-yazarımız otobiyografik anlatımında tüm samimiyetiyle duygularını paylaşıyor.İtalya'ya gidişini ailesini,aşklarını, onun İstanbul’unu ,Emek’i ,Gezi’yi görüyoruz. “Aşkın cinsiyeti olmaz derken, tercihlerinden dolayı babasından dayak yediğini söylerken cesur ama bir o kadar duygusal.
Kadın'ı daha senaryovari ilerleyen bir kurgu olarak oluşturmuş.İstanbul ‘da tesadüf eseri geçirilen bir kazada kocasının kendisini atlattığını öğrenen Anna kendini bizim “çapulcuların” arasında buluyor.Ferzan Özpetek Anna’ya ait bölümleri filme çekebileceğini söylüyor. Öyle naif ve şiirsel ki ayağa kalkıp ikinci bir şans yakalanabileceğini ,hiçbir şeyin aşktan daha önemli olmadığı mesajını alıyoruz.
İstanbul'un kırmızısı yanında mavisi daha güzel nasıl anlatılabilirdi ki;
“Oysa benim için İstanbul rengarenk bir şehir;İznik çinileriyle sarmalanmış Rüstem Paşa Camii mavisidir.İnsanda uçurtma olma arzusu yaratan kimi günlerin gökyüzü mavisi. “Uçurtma uçurmayı bilmeyen bir erkek bir kadını mutlu edemez”  

18 Mart 2014 Salı

Baba,Oğul ve Kutsal Roman - MURAT GÜLSOY

Bir süredir daha önce hiç okumadığım yazarları okumaya çalışıyorum. Murat Gülsoy da bunlardan biriydi. Özellikle etkilenmemek için hakkında olumlu olumsuz hiçbir şey okumadan Baba Oğul ve Kutsal Roman’ı seçtim. Şöyle söyleyeyim ; kitaba uçakta başladım ve hiç ara vermeden inişten önce dört saatte bitirdim. 
Kitabın alt yapısı o kadar entelektüel ki ben bunu biliyorum,ben bunu okudum, o cümleyle şuna gönderme yapıyor diye diye kendi kültür birikiminizi karşılaştırmaya başlıyorsunuz bir süre sonra. 
Nabakov’u çok severim .Yazar “Lolita gibi bir roman yazamadıktan sonra yaşamak niye “ diye soruyor. Dr Jekyll’ın Mr Hyde’ı gibi içinde Gollum ve Olric taşıyor.O Olric'le konuşmaya başlayınca ben bir tanıdıkla karşılaşmanın tebessümünü yaşıyorum,gene karşıma çıktı.Kısa zaman önce  Tutunamayanlarla  fazlaca iştigal ettiğimden Olric alt benliği neredeyse beni ele geçirecek J Neyse Gollum benden uzak dursun.Tanpınar’ın Acıbadem’deki Köşk’ünü anlatırken Escher’in labirent merdivenleri hemen gözümün önüne geliyor.Yazar okuyucusunu küçümsememiş .Sevgilisi Asena’yı öldürmüş mü.Peki Shrödinger’in Asenası derken Asena aslında zaten ölü müydü?Shrödinger kuramı! Evrendeki atomlardan Nietzsche’nin Bengi Dönüşü, Kafkaesk kapılar ,hediyelik eşya pazarlamasında upps bir Andy Warhol.Daha kimler yok ki.Ama en çok Tanpınar’dan.. Huzur’dan Saatleri Ayarlama Enstitüsüne ,Yaz Yağmuru’na ya üniversite konuşmasında ya Merve’ye kur yaparken.
Köpeğinin adı Kıtmir rüyalarda gezen adamın köpeği de Yedi Uyurlar’dan alınma.
Dolu dolu bir psikolojik roman. Yoksa defalarca konu edilmiş bir Fight Club hikayesini böyle başarılı vermek herkesin harcı olmaz. Ben çok beğendim. En kısa zamanda bir kitabını daha okumak istiyorum. Ama sırada Hamdi Koç  ve Yekta Kopan var.

14 Mart 2014 Cuma

NAR AĞACI - NAZAN BEKİROĞLU

Bu kitabı Ocak ayında kitap kardeşliği ile okumuştum. Nazan Bekiroğlu’nun okuduğum ilk kitabıydı.İki günde su gibi bitti. Yazarın köklerini arama serüvenini, bu doğu yolculuğunu ben pek beğendim.
Dedesi Setterhan ile büyükannesi Zehra’nın ayrı ayrı izlerini sürerken bir taraftan 1900’lerin başında savaşla,göçle karşılaşanların insanlık hallerini anlatıyor.
İranlı halı tüccarı Mirza’nın oğlu Setterhan yaşadığı aşk acısından kaçmak için geldiği Batum’da Bolşevik devrimi patlak verince Trabzon’a kaçar.Tabii onun bu yolculuğu Tebriz,Taht-ı Süleyman,Bakü,Tiflis,Ateşgahlar arasında Zehra ile tanışmaya giden bir macera.
Öte tarafta Zehra ve abisi İsmail Trabzon’da Büyük Hanım ve Hacı Bey ile yaşamaktadır. İsmail Balkan Harbine katılır ve bir daha geri dönmez. Onun mektupları çok hüzünlü. Rus işgalindeki Trabzon’dan ise Zehra ve Büyükhanım'ın da dahil olduğu halkın büyük çoğunluğu muhacirliğe çıkar. Bir taraftan Ermeni tehciri olmaktadır. Herkes yollarda kendi acısı içinde yürümektedir. Bu bölümleri insan boğazı düğümlene düğümlene okuyor. Hele Gence Milli Komitesi’nin Kafkasya’da esir düşen Osmanlı askerlerine yardımı .Garda trenleri bekleyip camdan sarkmış esirlere su ve yiyecek vermeye çalışmaları ,ölülerini alıp Müslüman mezarlarına gömmeleri ,Cemiyet-i Hayriye’nin yaptıkları romanı bambaşka bir boyuta taşımış .Keşke Nazan Hanım bununla ilgili bir roman yazsa da okusak.
Yazar hikayesini anlatırken görünmez olup geçmişte yaşananlara tanıklık ediyor. Ben romanlarda gerçeklik duygusu aramam. Hatta beni gerçek dünyadan ne kadar koparırsa ,o masalın içinde ne kadar kaybolursam o kadar mutlu olurum okurken.O yüzden yazarın görünmez olup dedesi ve büyükannesini izlemesi ve hikayeyi bu şekilde anlatması benim çok hoşuma gitti.


12 Mart 2014 Çarşamba

MASAL KOKUSU

Ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım
Şehzadelerle gitti ölü devin altın anahtarları
Masallara dönük yüzlerinizde o hiç eksilmeyen kaygu
O donuk maviliği masal cennetlerinin
Bırakın işte gözleriniz alın işte yumruklarınız
ama siz aptalsınız aptalsınız
Birgün masallaşırsam görün işte cüceliğimi 
Aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım

                                    Ben bu kapıları bir bir kırarım kırmasına ama siz korkaksınız
                                    Daha çocuk bile değilsiniz siz
                                    Devler çizersiniz altın sarayların kapılarına sonra durup ağlarsınız ağlarsınız
                           Bu kan sizin kanınız , evet ama ya siz kimsiniz
                           Neden böyle yorgunsunuz neden böyle aldatılmış
                           Alıcı kuşlar döner ürpertili etlerinize
                           Mumyaların gölgesinde piramitler dikersiniz
                           Atı otu iti eti bırakıp gerçek saraylarda sürülerle kaçarsınız kaçarsınız
                           Aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım
Hasan Hüseyin Korkmazgil

11 Mart 2014 Salı

EŞİK - IRMAK ZİLELİ

2012 Yunus Nadi Ödülü alan Eşik bir anı romanı. Irmak Zileli 12 Eylül döneminde siyasi bir ailenin içinde çocukluğunu yaşayan Eylül’ün büyüme hikayesini anlatıyor.Gün Zileli ve Feyza Perinçek’in kızı ,Doğu Perinçek’in de yeğeni olan Irmak Zileli aile içinde yaşanan siyasal çatışmalar ve ayrılıklardan yola çıkarak yarı otobiyografik yarı kurgu bir kitap yazdığını söylüyor.Ancak kitap kesinlikle politik değil.Daha çok anne-baba ile baba-dayı arasındaki çekişmelerin , baba-kız ilişkisinin ergenliğe geçmekte olan bir kız çocuğunu nasıl etkilediğini anlatıyor.
Parçalanmış aile çocuklarının tipik sorununu yaşayan Eylül ne annesini ne de babasını üzmek istiyor.Hatta Eşik’e kadar politikadan uzak duruyor babasının anlattıklarından sıkılıyor.
Yazarın anlatım tarzını ve parantez arası düşüncelerini sevdim. Eylül’ün söyleyemediklerini yazar bugünden geçmişe söylüyor sanki.
Irmak Zileli diğer yazarlarla girdiği polemikleri bir tarafa bırakıp kendi yazım yolculuğuna eğilirse bize daha okunacak çok güzel kitaplar sunacaktır diye düşünüyorum. 

Öte taraftan bu kitap bende Gün Zileli'nin İletişim Yayınlarından çıkan anıları için bir farkındalık yarattı.En kısa zamanda okunmalı...