30 Kasım 2015 Pazartesi

BERLİNLİ APARTMANI - YAPRAK ÖZ

Fuarda Yitik Ülke’den epeyce kitap seçtim.Hem daha önce okumadığım yazarların kitaplarını almış oldum hem de bu seçimler uzun zamandır muzdarip olduğum okuma hızımdaki düşüşe inat iki haftada bana 7 yazar okuttu.
Takip edenler bilir 6 Aralık’ta Kitap Ağacı İstanbul Gürgen Öz’ü konuk ediyor.Onun kitabı Nevrotik’i ben sohbetten sonra yorumlamayı düşünüyorum.
Yaprak Öz’ü okuyan arkadaşlar,onun için çok olumlu yorumlar yapmıştı ancak hep bahsettiğim gibi o da, birçok kitap ve yazarın arasında nasılsa okurum deyip bir tarafa yazdığım ve bir türlü sıra gelmeyen yazarlardan biriydi.Kardeşi Gürgen Öz’ün kitabını okuyunca tekrar gündemimize geldi.İyi ki de gelmişJ

Berlinli Apartmanı’na tek kelimeyle bayıldım.Cinayet romanı klişelerinden uzak,kahramanın kadın olduğu,son derece sürükleyici bir kitaptı.
Cinayet romanları çeviren Oya sonunda istediği gibi bir eve kavuşur.Bahariye’de komşulukların eskisi gibi olduğu,şahane bahçeli Berlinli Apartmanı’na taşındıktan sonra hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını anlayacaktır.Şüphelerinin üzerine giden Oya ile biz de apartman sakinlerinin ayrı ayrı hikayelerini okuyup,suç işleme potansiyellerini tahmin etmeye çalışıyoruz.Her ne kadar kimin ne yaptığı çok belli olsa da hikaye sürükleyiciliğinden bir şey kaybetmiyor.
Dediğim gibi ben çok beğendim.Henüz okumamış olanlara Yaprak Öz'ü mutlaka okuma listesine almasını tavsiye ederim.

26 Kasım 2015 Perşembe

YENİ YIL ÇEKİLİŞİ

Geçen sene kitap fuarında Tess Gerritsen’den imza alırken,bloğumun yıl dönümünde hediye ederim düşüncesiyle bir kitap daha seçmiştim.Ancak çeşitli sebeplerden dolayı ben Mayıs ayında bu çekilişi yapamadım. Şimdi bu  Tess Gerritsen imzalı kitabı yılbaşında hediye etmek istiyorum.
Geniş bir duyuru olması açısından çekilişi kendi sitesinde/bloğunda duyuran arkadaşlar ek bir çekiliş hakkı kazanacak.
Çekilişe katılmak için bloğumu takibe alıp,yorum bırakmak ve facebook,twitter,instagram gibi herhangi bir sosyal ağda duyuruyu paylaşmak yeterli.
Katılmak isteyen arkadaşlar yorumlarını ve paylaşımlarını 15 Aralık’a kadar bırakabilirler.

25 Kasım 2015 Çarşamba

ROMANOV KOMPLOSU - GLENN MEADE

Hem Glenn Meade hem de Rus Devrimi bir araya gelince tadından yenmez bir kitap oldu.Bu sefer yazarımız Romanov Ailesi ile ilgili bitmek bilmeyen bir dedikodunun izinden giderek yapmış romanın kurgusunu.
Onlarca filme,belgesele,kitaba konu olmuş Ekaterinburg Trajedisinde 1918 ‘de Çar II.Nikolay,Çariçe Aleksandra kızları Olga,Tatiana,Anastasia ile oğulları Alexei yanlarında çalışan dört kişiyle birlikte kurşuna dizilerek katledildiler. Ancak Anastasia’nın ölmediğine dair inanç bir çok hikayeyi beraberinde getirdi.Rivayetlere göre infazcılardan biri küçük prensese acımış ve kaçırmıştı.
Hikaye 1920’de Anna Anderson isimli bir kadınına döndü.Kendini Berlin’de bir su kanalına atarak intihar etmeye çalışan Anna kurtarılarak akıl hastanesine yatırıldı.Kendisinin Anastasia olduğunu iddia ediyordu.Ölene kadar iddiasını sürdürmesine rağmen bir sonuç alamadı.Bazı söylentilere göre Romanov mirasının peşindeydi.Yapılan DNA araştırmalarında Polonyalı işçi bir ailenin kızı olduğu kanıtlansa da muazzam yabancı dil bilgisi ve aileyi çok iyi bilmesi hep kafalarda soru işareti bıraktı.Ekaterinburg kazılarında bulunan kemikler ve DNA analizleri de bu şüpheleri gidermeye yetmedi.İddiaya göre bilim insanları siyasete alet edilmişti. Sonrasında aile fertleri tek tek tespit edildi (yada edilemedi)  St Petersburg Katedraline gömüldü ve Rus Ortadoks kilisesi tarafından aziz ilan edildiler.Romanovların bize aktarılan hikayesi kısaca böyle.
Romanov Komplosu işte bu çok bilinen hikayenin acabalarında gelişiyor.Yekaterinburg yakınlarında buzda bozulmadan kalmış bir ceset Dr.Laura Pavlov’un yeni ipuçları bulmasını sağlar.Biz bu ipuçları ekseninde bir yandan Bolşevik Devrimi dönemi,Çeka –Çar yanlıları mücadelesini okurken bir yandan da bu mücadele sırasında sırlar ve aldatmacalarla adım adım infaza yaklaşıyoruz.Gene gerilimi bol ve elimden bırakamadığım bir Meade romanı oldu.
Merak edenler için hanedanlıkla ilgili piyasada pek çok kitap mevcut. Bunlar içinde en popüler olanlarından biri bizde İnkılap yayınlarından çıkmış Amerikalı best seller yazarı Colin Falconer’in Prenses Anastasia’sı.Her ne kadar kurgusal bir çalışma da olsa belgeler ve fotoğraflar dönem hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlıyor

17 Kasım 2015 Salı

Fİ - Çİ - Pİ AZRA KOHEN



Sosyal paylaşım ağlarında okurların deli gibi paylaştığı Fi ‘yi okumayı hiç düşünmemiştim.Bu kadar popüler olanın negatif etkisi oluyor benim seçimlerimde. Hem okunacak onca şey varken adını hiç duymadığım Azra Kohen biraz daha bekleyebilirdi.Sonra Nisan ayında Kitap Ağacımız Azra Kohen’i konuk edeceğini duyurdu. Fikirsiz zikir olmaz tabii diyerek bize de seriyi okumak düştüJ 
Şaka bir tarafa ben çok sevdim.Bu kitapların neden dalga dalga bu kadar çok okunduğunu anladım. Biz toplantıyı yaptığımızda Pi yazılmış fakat baskıya verilmemişti.Dolayısıyla sadece Fi ve Çi üzerinden bir kanaatimiz vardı.Azra Kohen ben bir kitap yazmak istedim,ki bu Pi idi ama onu yazmak için mecburen Fi ve Çi’yi de yazmam gerekti diyor.Çıkar çıkmaz Pi’yi de okudum,hem de 3 günde adeta yuttum acaba anlatmak istediği neydi diye.

Bize toplantıda bir sunum yaptı.Süpernovayla başlayan süreçte her şeyin temel elementinin karbon olduğundan bahsetti.Hepimizin hücrelerinde karbon var yani yıldız tozu.Beden kimyamız o kadar bu evrenin parçası ki,biz bu aidiyeti ret ettikçe,kendi yok oluşumumuzu hızlandırıyoruz.Yıldız kaydığında eskiler biri öldü diye boşuna demezlermiş demek ki.
Toplantımızın sihirli kelimesi “merak”tı. İnsan merak etmeli ve onu bilgiye ulaştıracak yolda araştırmalarını,okumalarını yapmalı.Aksi takdirde tanımlama biraz incitici olsa da parazitlere dönüşüyoruz çünkü öbür türlü insan sadece tüketen bir varlığa evriliyor.
Tehlike uyarısı aldığında hani şu tüm öğrendiklerimizi unutturup en ilkel güdümüzü harekete geçiren beyin sapımızın sürüngenlerle benzerlik göstermesi ise kendini yaşayan her şeyin üstünde gören kibirli insanoğlunun ayrı bir ironisi.Kullandığımız zararlı toksinler, florür gibi kimyasal katkılar beyin sapını kireçlendirip bizi itaat eden,uyuşturan,düşünmeyen bireyler haline getiriyor.Yani merak etmiyoruz.
Üçleme kurgusal bir roman olmanın ötesinde farkındalık yaratma çabasında.Herbir karaktere,sistemde karşılık gelen bir anlam var.Büyük kapitalist sistemin çarklarında hırs,hedonizm,meşhur insanların dejenere yaşamları gibi ( ki buradaki isimlerin kim olduğunu galiba çözdük) bize dayatılanın yalan olduğu, daha doğru-gerçek bir dünyanın var olabileceğini  anlatmaya çalışıyor.
Fi bir güzellik oranı.Altın oran da denilen,oranı  1,618….’e tekabül eden her şeyi güzel algıladığımız bir beyin yapımız var.Beş duyu sahibi, beyin yapısı son derece karmaşık insanoğlunun diğer 4 duyusunu bir kenara koyup sadece gözüyle algıladığını arzulaması,sahip olmaya çalışması ise en ilkel dürtüsü.Bu ilkel dürtüyü de günümüzün tüketimci sistemi çok güzel kullanıyor.İlişkilerdeki cinsellikten,marketten aldığımız makarnaya kadar.Peki hayata geliş amacımız bu mu.Sadeliğimizdeki güzelliği neden göremiyoruz.İnsanlık kendini  bir üst seviyeye nasıl getirecek. Hani şu hep felsefe kitaplarından okuduğumuz aşkın insan haline nasıl geleceğiz.
Çi,Uzakdoğu felsefesinde yaşam enerjisi demek.Aldığımız nefes,hava yani “can”.Dengede olmak aslında bu sistemde ne kadar büyük bir lüks.Kendimizi oksijen barlarında soluduğumuz havayla,kanımızı santrifüjletip tekrar kendimize enjekte ettirmekle “can’landığımızı “ zannediyoruz.
Pi ise topraktan başını uzatan filiz demek.Yani hayat. Çatlama cesareti gösteren tüm tohumlara ithaf edilmiş bu seriyle, yazar sistemle tüm derdini bizimle paylaşmış.Organik tarım,temiz enerji,geri dönüşüm,eğitim, kominal yaşam.Kısaca her şeyden.İnsanın kendi ütopyalarını yaratması ve bunları yaşanır kılması ,bu uğurda mücadele etmesi çok önemli.Yazarın da dediği gibi savaşlar savaşılarak değil ,doğrudan ayrılmayınca kazanılıyor ve ne yaparsak evrende dönüp dolaşıp geri geliyor.İyi veya kötü.
O yüzden bu düşünceler Can Manay Duru’yla niye bu kadar çok sevişiyor,bütün şansızlıklar da Bilge’yi mi bulur,Deniz bunu hak etmemişti,Özge hayal dünyasında geziyor indirgemelerinin ötesinde bir felsefeyle okunmalı.
Bana bilmediğim bir şey söylemiyor kibriyle başladığım seriyi,kendimi bir üst seviyeye nasıl taşırım sorgulamalarıyla bitirdim ben.Evet belki bildiğimiz şeyleri söylüyor ama bilip ne yapıyoruz,o bilgiyi nasıl bulaştırıyoruz etrafımıza.Bir de bu açıdan düşünmek lazım.

13 Kasım 2015 Cuma

KAFKA'NIN ÇORBASI - MARK CRICK

Kısacık ama çok keyifli bir kitap yazmış Mark Crick ve 14 yemek tarifini seçtiği edebiyat devleri,nasıl yazabilirse öyle vermiş.Kitap bu tariflerden ve onlarla bağlantılı kısa hikayelerinden oluşuyor. 
Vejeteryen Kafka’nın Miso Çorbası ile  K ve konukları klişe deyimle “kafkaesk” bir masa yaratıyor.Gene kimdir, hangi dünyadır Allah bilir…
İlişkiler uzmanı Jane Austen yumurta hanımla tarhun beyi birbirine yakıştırmış.Aralarını bulmaya çalışıyor.
Maquis de Sade her zamanki sadistliğinde.Tavuğu pişirirken ,gene soylu ahlaksızlığına göz kırpmış ve gene bir Justin’i var.
Ya John Steinbeck’in Mantarlı Risottosu.Şu edebiyat değilse,nedir; “Parmesan  peyniri sert ve kuruydu.Aşçı elindeki küçük parçayı rendeledi.Peynir önce harman makinesinden çıkan mısır gibi kalın,ardından uçuşan ilk karlar gibi ince ve kocasının hızarından fırlayan tahta parçalarının ardında bıraktığı talaş gibi toz haline gelene dek rendelendi".  
Tek kelimeyle sarsılıyorum. Arkadaşlarıma tarifleri ben de böyle vermek istiyorumJ
Virginia Woolf usulu Clafoutis Grandmere,Woolf usulü bir hikayeyle devam ediyor…” bir yumurta daha kırdı yuvarlak sarısı derin kaseye düşünce,bozulup karışımın içinde patlayan Vezüv gibi,tereyağından bir denizin içinde batan güneş gibi saçıldı".Ne diyebilirim ki, bir daha yumurtayı tereyağıyla böyle şairane çırpacağım. 
Atreus’un oğlu,geniş toparakların güçlü kralı Agamennon soğanları doğrarken,karanlık bir dere geçit vermez bir yardan aşağı akarken nasıl bulanık sularını saçarsa öyle döktü gözyaşlarını.Homeros’ta tam böyle destansı anlatırdı herhalde Fenkata’sını.
Ya Gabriel Garcia.Mahkumun son arzusu ,peder ve diğerleri sanki gene Macando’dan.Coq au Vin olacak El Juguarcito büyük bir saygı ve kutsiyetle hazırlanıyor.
Favorim Irvine Welsh usulu yoğun çikolatalı kek ve onun hikayesi.Tıpkı yazıldığı gibi “King Cross’dan kalkan 14.22 pencerenin önünden geçiyor ve ben dahil her şeyi sarsıyor” J  Dediğim gibi çok keyifliydi.   

10 Kasım 2015 Salı

Hindistan'dan Bir Yayınevi- ZUBAAN ve Urvashi Butalia

Zubaan,Hindistan’ın ilk feminist yayınevi olarak Kali for Women’ın devamında kurulmuş, bağımsız ve kar gütmeyen bir oluşum.Hem akademik litaratür, hem genel yayınlar yapıp kadınlar için ve kadınlar tarafından yazılmış kitapları basıyor,çeşitli projeler üstlenip kadın sorunlarına dikkat çekiyorlar.
Zubaan,doğrudan İngilizce yazan yada İngilizce’ye çevrilen Güney Asya kadın yazarları konusunda çok güçlü.Romanlar dışında biyografiler,popüler tarih,kadın hareketleri,eğitim,sağlık,insan hakları,eşcinsellik gibi pek çok konudaki kitabın basımını üstlenmiş.Basımevi aktivitesinin Zubaan için bir kar amacı yok.Feminizm ve kadın hareketine yakın durmak,projeleri araştırmak ve sosyal hizmetler sağlamak aslında asıl amaçları.
Zubaan Hintçe’de dil,ses yada lisan anlamına geliyor.Genel kullanımı kadınların sohbeti,dedikodusu yada çok konuşan kadını küçük görmek için kullanılıyor.Virago’yla ilgili araştırma yaparken de anlamının cadaloz-şirret olduğunu öğrenmiştim.(burada)  Zubaan bu ifadeden çok gurur duyuyor. Sessiz ve marjinalleştirilen ,diğerleri tarafından duyulmayan o sese, sahip olduğu sesi geri verdiklerini düşünüyorlar.
 Ritu Menon
Urvashi Butalia
1984 yılında Urvashi Butalia ve Ritu Menon Kali for Women’ı kurar. O zamandan bu yana Güney Asya’daki kadın yazarları,feminizm ve cinsiyet üzerine yayınlanan kitapları basmada tek egemen olurlar. Vandana Shiva, Uma Chakravarti, Vina Mazumdar, Radha Kumar gibi şöhretli yazarlar ve aktivistlerle devam ederler.
 Vina Mazumdar
Radha Kumar
Vandana Shiva
Kurulduktan yaklaşık 20 yıl sonra yayıncılıktaki kadın hareketindeki desteği artırmak için  2004 de Zubaan’ı Urvashi Butalia yönetiminde hayata geçirirler.2008’de Zubaan,insanların içeriye çekinmeden gireceği sıcak bir ortam yaratılarak Hauz Khas Enclave’den Shahpur Jat’a taşınır.Shahpur Jat bir çok dükkanın, kafenin ve evin olduğu bir pasaj. Kendine yol bulup gelen inek, kedi ve köpeklerle paylaşıyorlar burayı.Herkese açıklar,Urvashi "kitapların arasında kahve içmek ve çikolatalı muffin yemek isterseniz burası doğru yer" diyor.Kapısında koruması,görevlisi olmayan,sokakta çocukların oynadığı bir yer;ama tüm dünyaya seslerini duyuran çok güçlü kadınlar var burada.
Urvashi’nin feminist kökleri çocukluğuna uzanıyor.1952 Pencap doğumlu,kumar sorunu olan bir baba ile aile büyüklerinin ve akrabaların sürekli bir arada olduğu geleneksel bir ailede büyüyor.Erkeklerin önce yemek yediği,kadınların kalanlarla ve daha az beslendiği bu yapı Hindistan’da çok yaygın.1970’lerin politik çatışma ortamında Delhi Üniversitesi’ne gidiyor.1967 'de Naxalbari’deki köylü isyanı Batı Bengal ve Hindistan’ın geri kalanına sıçrayınca kampüs politik çatışma alanına dönüşür.Birçok sol grup, halk isyanına destek verirken,Hindistan Kadın hareketi de bu arada hızlanır.Öncelikle üniversite ortamı ve temel gereksinimleri üzerine çalışmalar yaparlar. Erkek öğrencilerin her daim tolere edilen davranışları ile onlara ayrılan geniş yatakhaneleri, ulaşımları sorgulanmaya başlanır.Yapılan seçimler sonucu kızlara korkmadan,tacize uğramadan yolculuk edebilecekleri,kampus dışına çıkabilecekleri bir otobüs ayrılır. 
Urvashi ve onun dönemi, Vina Mazumdar, Leela Dubey, Lotika Sarkar, Vimla Farooqui gibi aktivist,akademisyen ve düşünürden etkilenir.
 Uma Chakravarti
Lotika Sarkar
Leela Dubey
Delhi’de az çeyizle evlenen kadınların gördüğü muamele için hukuksal mücadele verirler.Urvashi’ye şimdi imkansız görünen bütün kampanyalar internetsiz,telefonsuz yürütülmüş.Kadınların birbirlerine yazdıkları mektupları otobüslerle başka şehirlere gönderirlermiş.1974 de bilim insanı Vina Mazumdar, Kumud Sharma ve CP Sujaya dönüm noktası olacak bir rapor yayınlar.”Eşitliğe Doğru”. Kadınların doğrudan adreslerine gönderilen bu ilk posta sonraki yıllar için de model teşkil eder
Kadınların olmadığı bir dünyada yayımcı olmayı hayal etmek zaten imkansız olduğundan Urvashi yüksek lisansını bitirdiğinde kadınlara uygun bir meslek olan  öğretmenlik yapmayı düşünür. Fakat hayalim beni önce basımcı yaptı diyor. Önce arkadaşları için politik broşürler basar,sonra Eski Delhi’de etrafında pek çok yayınevinin ve ikinci el kitapçının olduğu Oxford University Press’e katılır.OUP’nin İngilizce serilerini Hint okullarına uygun hale getirmek için bazı değişikliklere ihtiyaçları vardır. Bir ressam sarı saçları siyaha boyayıp,çift katlı otobüsleri tek kata çevirirken o da  John ve Marry isimlerini Ram ve Sita olarak değiştirecektir.Birkaç ay sonra yayıncılığı çok sevdiğini anlar.
Sonra daha gerçek bir işte, üretimde çalışır,Mayapuri’deki basım evlerini gezer.Sektörün saygın isimlerinden ve asla kadın çalıştırmayan Thomson Press, Rekha Press 20’lerindeki Urvashi’yi etrafta istemezler.Ancak patronu Adrian Bullock öğrenebildiği kadar öğrenmesi için ısrar eder.Mürekkep kokusunu ve ellerini kirletmeyi seven Urvashi ,ML Gupta-Indraprastha Press gibi veteranlardan takdir görmeye başlar ve sonunda ona usta derler.Sonraki patronları Charles Lewis ve Ravi Dayal ona daha eşitlikçi davranır ve yardım ederler.Zamanın çoğunu Eski Delhi’nin kağıtçılarında-Chawri Bazzar’da geçiririr. Sonraki röportajlarında "bu 6 yıl bana çok sağlam bir başlangıç verdi" diyecektir.
Geriye baktığında erkek patronları çok yardımsever olmalarına rağmen,onlardan öğrendiği sınırlıdır.Kadın sorunlarıyla ilgili konuyu açtığında patronlarından biri “fakat kadınlar ne yazar” diye sorar. Eğer onlar kadınları yazar olarak görmüyorsa ben de kendim yaparım diye düşünür.
O dönemde politik ortam çok serttir.Urvashi Londra’ya gider.Hindistan'da temel haklar askıya alınmakta,medya sansürlenmekte,demokratik özgürlükler kısıtlanmaktadır.OUP ile Mehraulide’deki çiftliklerdeki işçileri,haklarını istemeye cesaretlendirecek çalışmalar yaparlar ki bu çifliklerin pek çoğu Gandhi’ye aittir.1976 da Hindistan’a döner ve uçaktan iner inmez tutuklanır.Bir kaç ay ceza evinde kalır.
1976 da Vina Mazumdar’ın br araya getirdiği 18 kadınla beraber Urvashi İngilizce olarak basılan Hindistan’ın ilk feminist dergisinin  bir parçası olur. Fakat deneyimsizlik ve bazı problemler yüzünden bu birliktelik kısa sürede sona erer.Urvashi bu deneyimin çok değerli olduğunu,kadınların kendi başına yapamadığını,bir araya geldiğinde nasıl başarabildiklerini görür.Ancak yavaş yavaş günlük pratiklerle, imtiyaz ve sınıfı anlayarak çalışmak gerekmektedir. 
Urvashi’nin sonraki İngiltere deneyimi Hawaii’ye Fullbright’a giderken olur. Londra’da arkadaşı Zes Books’ a uğrar.Arkadaşı ona sen yüzemezsin, sörf yapamazsın Hawaii’de ne yapacaksın diye sorar ve bu 2 yıl kendisiyle çalışmasını teklif eder.Zes Books politika,kalkınma ve toplumsal cinsiyet üzerine yayınlar yapmaktadır. Bu sürede edindiği uluslar arası yayıncılık deneyimi sonrasında Kali ve Zubaan’da çok işine yarayacaktır.
80'lerin basında Ritu Menon ona birlikte çalışmayı teklif eden bir mektup yazar. Urvashi kafasındaki Kali for Women’ ı hayata geçirmek üzere Delhi’ye döner.
1989’da en favori kitaplarından biri Sharir ki Jaankari (About The Body) basarlar.Kitabın basımı,kadın hareketine yakın durmaları açısından çok önemlidir.Sonrasında Rajistan kırsalından bir grup kadının çıplak ilusturasyonları vücutlarına yapıştırıp yaptıkları eylem çok ses getirir ve 75 kadının adı kapağa basılır.Kitap sadece özel kanallar aracılığı ile hala çok satıyor.
Yoğun yayıncılık hayatının arasında Urvashi çok dile getirilmeyen Hindistan-Pakistan bölünmesini kadınların gözünden yazar.The Other Side of Silence 1998. Damayanti Sahgal, Kamlaben Patel, Basant Kaur gibi isimlerle konuşur,röportajlarını derler. 1947’deki ayrılma 1 milyondan fazla insanın öldüğü, 2 milyondan fazla insanın göç ettiği, 100.000 civarında kadının kaçırıldığı ,taciz gördüğü ,binlerce çocuğun yetim kaldığı çok trajik bir dönem.
2004'de Kali bölünür. Ritu Menon,Women Unlimited’i kurarken,Urvashi’de Zubaan’ı kurar.Çocuk kitaplarına,romanlara,çevirilere,biyografilere ve tarih kitaplarına da yer veren Zubaan'ın daha geniş bir yayıncılık alanı olur.
4 yıl sonra Zubaan kapılarını fırsat arayan yazarlara açar. Baby Halder’ın A Life Less Ordinary best-seller olur ve Hindistan’ın katı sınıf bariyerini aşar.Halder, hizmetçi olarak çalışan çok fakir bir kadındır.Bu kitap ona ev,çocuklarına da eğitim fırsatı verir.
 Baby Halder
Halder hala yazıyor ve Mumbai’de yaşıyor.


Hint Kadın Hareketinin bir diğer renkli,aslında trajik figürü Gulabi-Gang kendi deyimleriyle Pembe Sarililer bir kadın çetesi.Erkek egemen feodal yapının yükünü çeken alt sınıf kasta mensup kadınların gördüğü eziyete,şiddete bir tepki olarak 2006'da Sampat Pal Devi tarafından kurulmuş bugün 20 binden fazla üyesi olan bir topluluk.Eşlerine şiddet uygulayan erkekleri ziyaret ediyor buna bir son vermezlerse bambu sopalarıyla adamı dövüyorlar.



Kendilerini çete değil,adalet dağıtıcı olarak gören bu kadınlar tahıl dağılımının düzgün yapılması,yaşlı dullara maaş ödenmesi,kadın ve çocukların tacizden korunması gibi eylemler düzenliyor hatta rüşvet için elektrik kesen idareyi basıp,elektriği geri açtırabiliyor. Adaletin,hukukun vatandaşlarını koruyamadığı ülkelerde insanların kendi alternatif çözüm yollarını bulmak zorunda olması çok trajik.Bizde de durumlar "kadın" söz konusu olduğunda aynen böyle maalesef....

http://zubaanbooks.com/
http://www.aljazeera.com/programmes/women-make-change/2015/09/turning-page-feminism
http://feministsindia.com/

2 Kasım 2015 Pazartesi

TRENDEKİ KIZ - PAULA HAWKINS



Pazarlaması çok iyi yapılmış beklenti yükselten bir kitap daha. Sıkı polisiye okuyucularını bence asla tatmin etmeyecek kurguyu ve vasat bir sonu allayıp pullayıp okuttular mı okuttular.Yaşasın book marketing tools  stratejileri …..
Paula Hawkins yeni neslin Alfred Hitchcock'u olarak takdim edilince,üstüne bir de Tess Gerritsen elinizden bırakamayacaksınız deyince;vaat edildiği gibi gerilim,heyecan ve zeka beklentisi içinde oldum.Kitap olsa olsa takıntılı bir aşk hikayesine yedirilmiş zayıf bir macera romanı olabilir.Sürekli tekrarlayan psikolojik travmaların,unutkanlıkların türün müdavimlerini sıkacağını düşünüyorum. Üstelik şıp diye katili bulacaklardır.
Ancak tüm bu beklentilerin ötesinde evet ben bir best-seller okumak istiyorum,tüm dünya okuyor ben eksik kalmayayım diyorsanız okuması rahat bir kitap. Hatta türe uzaksanız yukarıda yazdıklarımı unutun keyif bile alabilirsiniz.
Sırf bu pazarlama numaralarından dolayı merak etmeme rağmen Kafes’i alıp okumaya çekiniyorum. Arka kapağında şöyle muhteşem böyle bilmem ne yazan kitaplara güvenemiyorum artık.