8 Ocak 2020 Çarşamba

BANYODAKİ CESET - DOROTHY L. SAYERS

Dorothy Sayers , Agatha Christie, Margery Allingham ve Ngaio Marsh ile birlikte Altın Çağ'ın Queens of Crime ı olarak anılır. 1893 yılı doğumlu Sayers, Oxford Üniversitesi'nden mezun olan ilk kadınlardan biri. 1923'de Banyodaki Ceset (Whose Body ) ile büyük bir çıkış yakalar. 
İki dünya savaşı arası dönemde yarattığı dedektif Lord Peter Wimsey ‘in kahramanı olduğu pek çok roman ve öykü kaleme alır. Aristokrat bir ailenin oğlu olan Lord Peter zengin bir müzmin bekar. En büyük tutkusu ender bulunan kitapların koleksiyonunu yapmak. Birinci dünya savaşı sırasında yaralanmış.Uşağı Bunter ile yaşıyor. Zeki çıkarımlar yapan ve en az Sherlock Holmes kadar bilgili biri. 
Dorothy dönemi içinde bir çok tartışmayı da beraberinde getiren bir yazar. Eserlerinde anti-semitik temalar bulunduğu iddia edilir.İlk feminist polisiye roman kabul edilen Gaudy Night, Nazizme karşı yazılmışken Unpleasantness at Bellona Club ise Birinci Dünya Savaşı’ndan dönen yaralı askerlerin yaşadıkları güçlükleri anlatır. 1957’de ölümünün ardından mirasçıları bir başka İngiliz polisiye yazar, Jill Paton Walsh'a yarım kalmış romanlarını tamamlama iznini verir.
Banyodaki Ceset’e tekrar dönüp baktığım zaman neden bu anti-semitik bakış açısı dikkatimi çekmedi daha iyi anladım.Orjinalinde referans verilen cümleler çevrilirken değişikliklere uğramış.
“I remember so well that dreadful trouble there was about her marrying a Jew” 
“..I’m sure some Jews are very good people …” 
“A good Jew can be a good man …” 
gibi eleştirilen cümleleri bizdeki çeviri tam karşılamıyor. Hatta Jew yerine karakterlerden birinin ismi geçiyor. “Ford’lar damatlarının kendi dinlerinden bir adam olmasını istiyorlardı “ derken politik bir bakış açısı değil de sanki ailenin bir temennisi gibi aktarılmış.Bunu muhtemelen bilerek yapmışlardır diye düşünüyorum.  Çeviri okurun algısını tamamen değiştirebilecek bir güce sahip.
Öte taraftan hikayede Wimsey'yi davayı ciddiye almaya iten ve cinayetlerin çözülmesinin bir oyun olmadığını, topluma bir görev olduğunu hatırlatan Müfettiş Parker’ı tanıyoruz.Kurgunun merkezi iki kurbanın birbirine yüzeysel bir benzerlik  göstermesi ve ikisinin de Yahudi olması. Hikayenin başlangıcında keşfedilen beden tamamen çıplak olduğu için, adamın sünnet olduğunun anlaşılması okuyucuya bırakılmış. Sünnet,dini nedenler dışında İngiltere'de yaygın bir uygulama değildi.Dolayısıyla bilinirliliği çok azdı.
Kurgu Whodunnit in güzel bir örneği. Zeki bir olay çözücü,sadık bir yardımcı,iyi bir polis müfettişi ; tam bir Altın Çağ. Ancak, tasvir ettiği dönem beyaz yada Hristiyan olmayan insanları eşit olarak düşünmenin şaşırtıcı olduğu bir zaman - “saygın” insanların bile gündelik konuşmalarında ırksal yaklaşımlar var. 
Kuşkusuz İngiltere 1920'lerde ırkçı bir yerdi. Dönem kurgularını okuduğumuzda o zaman normal kabul edilen zihniyet ve kullanılan dil bugün ötekileştirici geliyor.
Dorothy L.Sayers kesinlikle zanaatının ustasıydı ve zamanının kadınıydı.Tabii bu kitapla aramızda tarihte büyük bir bölünme var. Holokost. Sayers'ın son dedektif romanının 1939'da yayınlandığını ve Lord Peter'ın son görüntüsünün 1942'deki “Talboys” olduğu bilgisi ilginç. Shoah hakkındaki gerçek 1942'ye kadar yaygın değildi 1945'teki Nürnberg duruşmalarına kadar, Sayers'ın yazım yolculuğu da tamamen değişti,kurgudan tamamen uzaklaştı ve tiyatro, teoloji ve klasik çevirilere odaklandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder