PUSLU KITALAR ATLASI
Kitabın kapağına 1996 diye not almışım. Son kitabı 7.Gün'ün çıktığını
duyunca onu okumadan önce tekrar "Puslu Kıtalar Atlasını" okumak
istedim. Kitabı o dönem okuduğumda daha çok isim vermediği
"Descartes" felsefeleri üzerinde takılı kalmıştım. Şimdiyse o yazdığı
büyülü masal dünyada daha çok vakit geçirdim.
Edebiyat severlerin atlamaması gereken bir yazar İhsan Oktar. Kitapla
ilgili yorum arayanlar genelde tarihi-fantastik roman tanımlamalarını bulur ki yazar
bu ilk kitabında düşsel bir dünyayı okuyucuya çok güzel hazırlamıştır. Hikaye
17.y.y. Konstantiniyyesinde geçer ancak
burası olağanüstü, düşündükçe var olan
bir mekandır.
Kitap boyunca sıkça atıfta bulunulan filozof Rendekar’ın az buçuk felsefe
okumuşlar Rene Descartes ; Zagon
üzerine Öttürmenin de aslında düşünürün Yöntem Üzerine
Düşünceler’i olduğunu hemen anlar.
Bu büyülü dünyada Uzun İhsan Efendi rüyalara yatarak dünyanın atlasını
çizer ve oğlunu gerçek bir macera yaşaması için cesaretlendirirken bu atlası
ona verir. Bütün kurgunun var oluş nedeni aslında Uzun İhsan Efendinin
düşleridir. Bu sebepten o ünlü söylemi romanda kahramana söyletir. “Düşünüyorum
öyleyse varım” …
"Rendekar doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça makul. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öylese gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."
Aslında bunlar "Meditasyonlara" atıf. Biliyorsunuz Descartes felsefe tarihindeki ilk sistem kurucu. Belirlediği yöntemde yaşadığı dönemde bilim ve din uyuşmazlığı içinde tanrının evreni 6 günde yaratması gibi 6 günlük meditasyonlardan faydalanır.
İlk önce kuşkuyu kullanır ve rüya örneğinden yararlanır.Rüya örneğine göre; uyanıkken neler hissedebiliyorsak, neler duyumsayabiliyorsak, rüyamızda da aynı şeylere maruz kalabilmemiz nedeniyle, şu anda uyku da mı rüyada mı olduğumuzdan şüphelenmemiz gerekir.
2.meditasyonunda, kötü cinin kendisini kandırmasından, bütün düşüncelerin bile kötü cine ait olması ihtimalinden yola çıkarak en azından düşündürüldüğünün gerçekliğine varır. Yani kandırılma ortamının varlığı kesindir, her ne kadar kandırılsa bile. O halde yanlış da düşünse, ortada bir düşünce mevcuttur ve bu da bir düşüneni gerektirir. Bunun sonucunda, “düşünüyorum öyleyse varım” diyerek “Ben”i oluşturmuştur. Kuşku duyan,anlayan, yadsıyan,isteyen,istemeyen düşünendir.Düşünen şeyi inceledikten sonra, bilgiye ulaşmaya yarayan şeyi bulur; anlık. Anlık, zihinde beliren ideaları tasarlayarak, çıkarsamalar yaparak yargı’lamaya yönelir. Anlık, ruhun özü olan düşünme yetisinin doğal ışıkla aydınlanmış, bilgiye yönelen aktörüdür. Yine Descartes’e göre varlığın doğru bilgisine duyu deneyimiyle ulaşılamaz. Çünkü onlar, rüya örneğinde de belirtildiği gibi, bizi aldatır ve yanıltır.Ünlü soba örneğindeki gibi yanına oturduğumuzda o sıcaklıktan biz istemesek de etkileniriz ve bu etkinin maddenin doğasından geldiğini düşünürüz ,yargılamayız,üzerinde düşünmeyiz yani gerçek kabul ederiz
3. ve 4.meditasyonda kuşku duyulmayacak şeylerden bahsederken tanrıya varır. Hem dönemi gereği kiliseye hoş görünecektir ki bu sonrasında başta Nietzsche tarafından pek çok filozof tarafından eleştirilmiştir hem de maddesel şeylerin ilkelerini bulabilecektir.
5.meditasyonda Descartes metafiziğinden fiziğine doğru bir köprü kurar ve bir tasnif yapar.açık-seçik olanlar, olmayanlar. Bunlar uzunluk, genişlik, derinlik, sayı, büyüklük, şekil, cisimlerin konumu ve hareketidir. Bunların dışında kalan ve duyuların algılarına hizmet eden; renk, koku, tat vs. gibi nitelikler ise hor görülür, küçümsenir.Yıldızların uzaktan küçük göründüğü örneklerinde de vurgulandığı gibi, bu özellikler, yanıltıcıdır. Doğruya matematiksel yöntemle ulaşılıp kavranabilir.
6.meditasyonda ise, duyulardan gelenlere düşünce aleyhine bir darbe daha indirir ve nesnelerin duyumsal imgelemleri olmasa da durumun değişmeyeceğini söyler. Buna ek olarak, düalizme vurgu yapar. “beni ben yapan ruh, beden olmadan da var olabilir” der. Maddesel bedenle, ruhsal düşünce birbiriyle birlikte bir bütün oluşturur ve sürekli etkileşim halindedir. Fakat bu gerçek, bedenin ruh karşısındaki acizliğinin görünmesine mani olmaz. Beden, içinde bulunduğu cisimlerin etkileriyle duygulanışlar gösterir ve bu duygulanışlardan tutkular, istekler ve duygular zuhur eder. Bedene gelen bu izlenimlerin ruhu etkilemesi ise, vücutta yayılan sinirler aracılığıyla beynin uyarılması ve onun da ruhu devindirmesiyle olur. Böylece bir düşünme tarzı olan duygular, dış dünyanın ruha dayattığı olumsuzluklar gibi algılanır.
Dini bilimle barıştırmaya çalışan bu modernite yöntemleri daha öncede bahsettiğim gibi en çok Nietzsche tarafından eleştirildi. Nietzsche, sabit duran ve değişmemiş gibi görünen bütün anlamları reddeder. Zira metafizik düşüncenin yarattığı “hakikat, apaçıklık, töz, birlik” gibi kategoriler, görünür ve elde olan dünyanın karşısına, değerlerden oluşmuş, nihai bir amaç olan “öbür dünya”yı yaratır. Böylece görünür olan, duyuların mekanı bu dünya değersizleşir ve sönükleşir.Aynı doğrultuda “öbür dünya” övülür ve tanrısallaşır. O dünyaya ise sadece akılla ve aklın nasıl hakikate yöneleceğini söyleyen kurallara riayetle layık olunabilir. Bu durumda aklın sultasının altında kalmış bedenin ceremesini ise, bastırılmış duygular ve içgüdüler çekecektir.
"Doğru olan bir şey yoktur,doğru kabul edilmesi gerekenler vardır"diyerek yine metafizik anlayışın bilgi kuramını eleştirmeye devam eder.Ona göre,kesin bilgi yoktur.Çünkü bilgiye ulaştığını varsayanların hepsi metafizik dayanaklarla yol almıştır.Eğer bilginin kesinliği yoksa kişiye ve yoruma göre değişmesi söz konusudur.
Nietzsche "gerçekler yoktur,yorumlar vardır" derken de ne kadar bakış açısı varsa o kadar doğru olduğunu göstermeye çalışır.
"Doğru olan bir şey yoktur,doğru kabul edilmesi gerekenler vardır"diyerek yine metafizik anlayışın bilgi kuramını eleştirmeye devam eder.Ona göre,kesin bilgi yoktur.Çünkü bilgiye ulaştığını varsayanların hepsi metafizik dayanaklarla yol almıştır.Eğer bilginin kesinliği yoksa kişiye ve yoruma göre değişmesi söz konusudur.
Nietzsche "gerçekler yoktur,yorumlar vardır" derken de ne kadar bakış açısı varsa o kadar doğru olduğunu göstermeye çalışır.
Onun Decadantı,nihilizmi ve düalizmi bir başka yazının konusu olsun.Daha önce okumamış arkadaşlar Puslu Kıtalar Atlasını bir de bu açıdan bakarak keşfetsinler.Keyif alacaklarına eminim.
Sevdiğim yazarlardan benim de. Hele "Suskunlar" kitabı muhteşemdi. Kurgusu, anlatımı. yazarı ilk Puslu Kıtalar Atlası ile tanıdım. Okurken herşey karışmıştı kafamda. Ama kitap bittikten sonra herşey yerli yerindeydi.
YanıtlaSilKeyifli okumalar.
Yorum için teşekkürler Gülşah.Kesinlikle çok keyifliydi.Ben Suskunlar'ı okumadım. Senin tavsiyenle hemen okuma listeme alıyorum:) Günümüz pazarlama stratejilerine ihtiyaç duymadan artan kendine ait bir okur kitlesi var.Keşke hiç yayınlamadığı kitabı"Tamu" yu da bir şekilde okuyabilsek.
YanıtlaSilRica ederim Selmin.
YanıtlaSilEvet hiç bir tvye çıkmadan da iyi bir yazar olunacağını kanıtlayan yazarlarımızdan :))
Aaa öyle bir kitabı mı varmış?
Kesinlikle katılıyorum:) Tamu ilk kitabı aslında. O dönemde gönderdiği yayın evi basacağını söylemiş ama yayınlamamış.Sonrasında da kendisi vazgeçmiş.
YanıtlaSil