Doğan Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doğan Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2022 Cuma

ECEL ÇİÇEKLERİ - ELÇİN POYRAZLAR


Evde hasta yatarken bitirdim. Ne okusam diye bakarken önerilerde karşıma çıkmıştı. Ece Uslu seslendirmiş ; ses tonu yumuşak ,vurguları insanı  yormuyor.Sonrasında  Dünya Kitap’ın en iyilerini derlerken polisiye ödülünü aldığını gördüm.

Dedesi ve babası da polis olan Suat akademili başarılı bir komiser. Erkek beklentisiyle kız doğunca adını Suat koymuş babası.İstanbul’da art arda işlenen erkek cinayetlerini çözmeye çalışıyor. Kurguda “bir katil kim” sorusu yok,başından beri biliyoruz.Kadın cinayetleri,kadına şiddet gibi söyleye yaza normelleştirilen kavramlar,cezasız kalan suçlar,adaleti bulamayınca cezayı kendi vermeye kalkışanlar ,tüm bunlara katlanamayıp haykıran örgütlü kadınların tepesine binen kolluk kuvvetleri…Tam da Elçin Poyrazlar’ın dikkat çektiği  “toplumsal histeri. 

Gene bir doktorun öldürülmesine denk gelen bu  metin hayatımızın her alanına sızmış nefretin, gözü dönmüşlüğün, cezasız kalmaların ,bile isteye bu noktalara getirilen süreçlerin isyanı değil de ne.

Polisiye örgüsü yetersiz ancak sosyolojik olarak kahredici...

29 Nisan 2021 Perşembe

KAPALI KAPILAR ARDINDA - B.A.PARIS


Asıl adı Bernadette MacDougall olan İngiliz yazarın ilk kitabı Kapalı Kapılar Ardında tam bir psikolojik gerilim. Kadın kahramanın dilinden anlatılan hikayeyi okurken tam anlamıyla o kasveti hissediyorsunuz.

Görünürde mükemmel bir eve ve mutlu bir evliliğe sahip çiftin aslında kapalı kapılar ardındaki yaşamını merkeze alan kitap New York Times’ın çok satanlar listesinde haftalarca kalmış,37 ülkede yayımlanmış.

Yazarın The BreakdownBring Me Back, and The Dilemma kitaplarından The Breakdown bizde Şüphe olarak basılmış.Diğer kitapları ise henüz çevrilmemiş.Sezgileri güçlü Down Sendromlu Millie ve empatisi muhteşem Esther’i ayrıca sevdim.

30 Ocak 2021 Cumartesi

TEKVİN - ARİF ERGİN



Arif Ergin’i Tekvin ile tanıdık. Kendisini tarihe ve gizeme meraklı bir mühendis olarak tanıtan Ergin, romanını da çok sevdiği Galata ve Beyoğlu’nda kurgulamış.Caddedeki binaların tarihlerini çok iyi biliyor, araştırmalarını bu eksende yoğunlaştırıp Osman Hamdi Bey’in kayıp tablosunu merkeze alan bir hikaye yaratmış.

Dan Brown benzetmeleri haksız değil çünkü sanat,tarih,gizem,gizli örgütler ,illuminati, Mevlevilik gibi pek çok şeye girip çıkan bir kurguyla gizem çözülmeye çalışılıyor. Üstelik sürekli bir kaçıp kovalama hali ve yardımcısı bir kadın J

Dili rahat, sıkmayan bir anlatımı var yazarın. Anlattığı gizemlere,sembollere ve Osman Hamdi Bey’e merak uyandırmaması imkansız.


Osman Hamdi Bey’in La Genèse yani Yaratılış (Tekvin) adını verdiği tablo onun en çok eleştirilen eseri. Mihrap olarak da isimlendirilen çalışma 1901 de yapılmış. Tablo Aret Portakal’dan Mesut Hakgüden’e geçtikten sonra Çiğdem Simavi’nin olmuş ve en son Demirbank koleksiyonuna katılmış. Ancak bankanın TMSF’ye devri sırasında ortaya çıkmamış. Bugün nerede olduğu bilinmiyor.Sembolik olarak anlatmaya çalıştıklarıyla ilgili epey görüş var. Aslında Osman Hamdi’nin daha bir çok eseri kayıp. Yapıldığı dönem kayıtlanmadığı için kaç tane tablosu olduğu tam olarak bilinmiyor. 

Bazı tablolarını ufak değişikliklerle tekrar yaptığından anlatmaya çalıştıkları ile ilgili üzerinde epey spekülasyon var. Arif Ergin buradan kendisine güzel bir roman malzemesi çıkartmış, çok da güzel yazmış. Bu arada aynı karakterle devam edeceği ikinci romanın haberini de verdi. Umarım Tekvin kadar heyecanlı olur.  


29 Mart 2020 Pazar

HAVVA'NIN ÜÇ KIZI - ELİF ŞAFAK


Şimdi ben bu kitap için Elif Şafak’ı eleştirecek pek çok şey yazabilirim. Modası geçmiş bir konu,ergen bir anlatım,eski sözcüklerle süslenmiş dönüp duran bir konu,zayıf bir final.
Öte taraftan işlediği konu Türkiye gerçeği. Şehir burjuvazisinin kafa karışıklığı, ne çok dindar görüneyim,ne de iktidarın desteği ile artan sosyolojinin çok dışında kalayım düşüncesinde olanlarla inceden dalga geçmiş aslında. 
Elif Şafak’ın çok daha iyi kitaplarını okudum. Hem konu hem edebi anlamda zayıf bulduğum Havva’nın Üç Kızı için mutlaka okuyun diyemem. Belki hala bu meselelerle ilgim kalmadığı için yada biz bu meselelerle ilgilenirken atı alanın Üsküdar'ı geçtiği memlekette daha öncelikli meselelerimiz olduğundan.Muhtemelen yaşı daha genç olanların biraz daha keyif alabileceği bir kitap.

27 Eylül 2019 Cuma

Karanlığın Son Günleri - Graham Moore


Benim için çok aydınlatıcı bir kitaptı.1880’ler Amerika'sında Ampulü gerçekte kimin bulduğu davalarının  sürdüğü bir dönem.

Key Study olarak defalarca önümüze gelen General Electric’in kuruluş adının Edison General Electric olduğunu bilmiyormuşum. Kurduğu şirketten paydaşlar tarafından çıkartılan Edison’un adını bir hınçla şirketin isminden de silmişler.

Alternatif akımının aslında Tesla tarafından bulunduğunu daha önce okumuştum ancak bütün haklarını Westinghouse şirketine devrettiğini de yeni öğrendim.Amerika’da evlerin,sokakların aydınlatılmaya başladığı bu dönemde Westinghouse ile Edison arasında 300'den fazla patent davası varmış.
Bir diğer şaşırtıcı bilgi ise Graham Bell’in telefon patentini birkaç hafta ile alması. Edison dahil diğer rakiplerini böyle elemiş. Onunla Edison arsında da 600 civarında dava varmış. Bu akımlar savaşı denilen dönem çok ilginç. Mahkemeleri sürekli meşgul eden yüzlerce patent davaları Amerikan Hukuk firmalarını da şekillendirmiş. Bugün televizyon dizilerinden aşina olduğumuz çok ortaklı büyük hukuk şirketlerin yapısı o dönemin ihtiyacından doğmuş.

Kitapta benim kanımı donduran bir diğer konu elektrikle idama geçilmesi. Alternatif akımı kötülemek için doğru akımda ısrarcı olup ,mahkumu kömür olana kadar yaktıkları bir bölüm vardı. 

Edison’un bir iş adamı gözüyle labaratuvar kurup bir çok insan çalıştırması, Tesla’nın dahi deli olarak tek başınalığı,hatta insanın içinin fotoğrafını çeken, günümüzün rontgen cihazlarına benzeyen icadıyla herkesi şaşırması, kablosuz telefonlarla insanların konuşabileceğini daha 1880'lerde söylemesi,bunu hayal etmesi inanılmaz.

Graham Moore’ın senaryosunu yazdığı Enigma’yı da  tavsiye ederim. Dahi matematikçi Alan Turing’i Sherlock’dan tanıdığımız Benedict Cumberbatch oynuyor. Yakında vizyona girecek Current War’da da Thomas Edison’u canlandıracak. Sanal zekanın babası sayılan Alan Turing ise siyanür enjekte ettiği bir elmayla intihar ettiğinden Apple’ın logosu ona ithafen ısırılmış bir elma.

26 Temmuz 2019 Cuma

SULAR ÇEKİLDİĞİNDE - ARNALDUR INDRIDASON



The Guardian gazetesi tarafından 2011 yılında Avrupa’nın en iyi polisiye yazarları listesinde bir numarada gösterilen Arnaldur Indridason 1961 İzlanda doğumlu. Üniversitede tarih okuyan Indridason, gazetecilik ve film eleştirmenliği yapmış. Polisiye Yazarlar Birliği “Altın Hançer” Ödülü’nün de sahibi olan yazarın kitapları 21 dile çevrilerek 26 ülkede yayımlanmış, 8 milyonun üzerinde satmış.

Sular Çekildiğinde, Erlendur serisinin altıncı kitabı. Ben daha önce Indridason’ın herhangi bir kitabını okumamıştım. Hikaye günümüze yakın geçiyor ancak suçun işlendiği zaman Soğuk Savaş dönemi,bundan dolayı politik unsurları ağır basan, çok hareketli olmayan bir dram daha çok. 
İki kutbun birbiriyle çekişmesi, öğrenci birlikleri,protestolar,Sovyet etkisindeki Doğu Berlin, Macaristan ayaklanması gibi derin-soğuk savaş politikasını bolca hissettiğimiz bir kurgusu var.

Olaylar yazarın da doğum yeri olan Reykjavik’te geçiyor. Cinayet Masası'ndan dedektif Erlendur ve yardımcıları Elínborg ile Sigurdur Óli cinayetleri çözmeye çalışıyorlar.Bu Nordic isimler için ne söylesem az :) 

Dedektif Erlendur, biri kız, diğeri erkek iki çocuk babası, boşanmış, yalnız yaşayan, kayıp insanların öykülerine meraklı bir adam.Klişe looser...Kendi kardeşi de kayıp.Çocuklarıyla ilişkisi kötü.Kızı Eva Lind uyuşturucu bağımlısı,oğlu Sindi kendi dünyasında.


İzlanda, çok sayıda kitap basılan ve okunan bir ülke ama Indridason'dan önce kayda değer bir polisiye gelenekleri olmamış. Sevin Okyay’dan okuduğuma göre Reykjavik Şehri Kütüphanesi'nden ödünç alınan her 10 kitabın 7'si, bir Indridason polisiyesiymiş.


Toplam seri 13 kitabı bulmuş olmasına rağmen,

Sırlar Şehri (3.kitap)
Sesler (5.kitap)
Kutup Soğuğu (7.kitap) dışında bizde çevrilen başka kitabı yok henüz.

Okuyan arkadaşlarım Sesler’in çok iyi olduğunu söylediler.Ben de ilk fırsatta okuyacağım.


Bu arada hikayede ucundan değinilen 1956 Macar Direnişinin ayrıntılarını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz. Başbakan Imre Nagy'nin de aralarında olduğu 300'den fazla idam,22 bin hapis ve 200 binden fazla kişinin ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı inanılmaz bir olay. 



30 Mayıs 2019 Perşembe

ÖLÜLER DİYARI - Jean-Christophe Grangé


Uzun zamandır Grange okumuyordum. Bana fazla gelen bir şiddet kurgusu var genelde kitaplarında. Kulüp okumalarında seçildiği için bir şans daha versem de daha önceki intibam değişmedi. Hatta bu onları katladı.Elbet seveni ,hayranı çok; kendisi polisiye gerilimin Jean Reno'su yada Vincent Cassel’i ne de olsa.

Öncelikle kitabın kapak tasarımını hiç sevmedim. O kapakla bir uçak dolusu iş insanıyla yolculuk yapmak istemediğim için ayrı bir çözüm bulmam gerekti. Tüm Dünya ile aynı anda piyasaya çıktığı için yayınevi yaklaşık aynı kapağı kullanmış. Onlarınkinde kadın bedeni daha aşağıdan, bizimkinde bi tık yukarıdan. Müstehzi bir ne okuyorsun bakışı gelir bizim toplumumuzda.

Kurgu için ne söylesem az,okumanız gerek yada okumamanız J Fazlasıyla hard core diyeyim kısaca. Sadomazoşist karakterleri anlatacağım diye fazla sapkın bir kurgu yaratmış,detaylandırmış.Bir süre sonra tekrar tekrar anlatılan bu sapkın hikayeler sıkmaya başlıyor.

Genelde dedektiflere duyduğum sempatiyi burada Corso’ya duyamadım sanırım onu da ete kemiğe bürünsün, zaaflarını göstersin diye aynı eğilimlerin içine soktuğu için.

Kurguyu bir tarafa bırakırsak Grange anlatım ve dil itibariyle rahat okunan bir yazar.Ölüler Diyarı’nda da durum değişmemiş. Konu ilginizi çekerse 1-2 günde okuyup bitirirsiniz.

Yazarımız Doğan Kitap'ın 20.yıl etkinlikleri dolasıyla Nisan başında İstanbul’daydı.Sevgili Duygu bana sürpriz yapıp imzalı kitabını almış.Ne kadar eleştirsem de Grange’dan –O da bizim camiamızın celebrity’si J -  adıma imzalı bir kitabım olduğu için çok mutlu oldum pek tabii.

29 Kasım 2018 Perşembe

YARIM AY - HARUN CANDAN


Yarım Ay kulübün kasım seçimiydi.Benim de Harun Candan’dan okuduğum ilk kitap oldu.

Tanıtım yazılarında da olduğundan söyleyebilirim ki , asıl kahramanın aşık olduğu genç kız ortadan kayboluyor.Buket Uzuner'in Defne Kaman'ı gibi sayfalar dolusu nerede bu diye aranırken,bir süre sonra çok sıkıcı olmaya başlıyor. Konu çok dağılmış.

Kaybolma ve kaybolma sonucunda ne bulunduğunun ortaya çıkması çok uzun sürüyor.  Bu arada bir yere varacak mı, bir bağlantı olacak mı dediğimiz konular giriyor araya. Kaç yüz sene önce işlenmiş cinayetler, mezarlıklar, tarihi mezbelelikler vs dolaşıyor da dolaşıyor. Bu arada başka başka cinayetler işleniyor.

Sonra bir şekilde sonuca gidiyor ama katil gerçekten kim,olaylarla ne alakası var,nereden çıktı,nasıl yaptı…. Her şey yarım;havada kalmış.

Ez cümle kurguda eleştirebileceğim çok nokta var ama dili akıcıydı.

Hem yerli polisiye okuma hem de yeni bir yazarla tanışma hatırına okunur ama çok ciddi bir tavsiye almadıktan sonra başka kitabını okumam muhtemelen.

25 Kasım 2018 Pazar

İKİZ BEDENLER - TESS GERRITSEN


Kendime Not (Spoiler İçerir)

İkiz Bedenler Rizoli&Isles serisinin dördüncü kitabı. Hikaye daha çok Maura’nın geçmişi üzerine kurulu. Jane sanırım arada okumadığım bir kitapta evlenmiş,burada hamile.

Maura Paris dönüşü evinin önüne geldiğinde kendisine birebir benzeyen bir kadının öldürüldüğünü görür. Cevapları bulmak için yaptığı araştırmalar onu geçmişine götürecek ve gerçek ailesinin aslında kim olduğunu öğrenecektir.

Finali çok başarılıydı,beklemediğim yerden geldi J

30 Eylül 2018 Pazar

UNUTAMAYAN ADAM - DAVID BALDICCI



Unutamayan Adam,  Amos Decker serisinin ilk kitabı. Baldicci’nin pek çok kitabı ve Amos Decker dışında da serileri var. Kendisi ulusal ve uluslararası “çok satan“ yazarlardan biri.

Yazarın şimdiye kadar yayınlanan yetişkin kategorisinde 36 ; genç okuyucu kategorisinde de 6 romanı var.  İlk romanı filme de uyarlanan Clint Esastwood’ın hem yönettiği hem de oynadığı  Mutlak Güç ( Absolute Power) 1996’da yayınlanıyor.Kitapları 45 dile çevrilen yazarın tüm kitaplarının 130 milyonun üzerinde sattığı belirtiliyor. Baldicci’nin esas eğitimi ise Virginia Üniversitesi’nde hukuk üzerine.

Amos Decker’in muhteşem bir hafızası var. Aslında tıpta Hipertimezi denilen bir durumla yaşıyor. Ulusal Futbol Ligi’nde oynadığı ilk maçta aldığı şiddetli darbeyle ölümden dönen ve beyni değişime uğrayan Decker hiçbir şeyi unutamayan bir adam haline geliyor. Hikaye bu olaydan 20 yıl sonra Decker’ın bir gece ailesini evde ölü bulmasıyla başlıyor.

Unutamayan Adam ,temposu hiç düşmeyen ,keyifli bir ilk-seri kitabı.Hem dedektif Amos Decker’ın geçmişini ,hem de olayları çözüş şeklini öğreniyoruz. 

Serinin ikinci kitabı Last Mile ,Doğan Kitap’tan İnfaz olarak çevrilmiş. Onu da en kısa zamanda okuyacağım.Bu arada farklı yayınevlerinden gene farklı serilere ait tekleme kitaplar gördüm.Hangisi hangi sıraya ait,hangi isimle çevrilmiş üzerine çalışmak gerekecek. Bilenler  yorum kısmına yazarsa çok makbule geçer. :)


29 Mayıs 2018 Salı

ÇIRAK - TESS GERRITSEN

Bu kitabı okudum zannediyordum; başlayıp önce Cerrah’ı okuyayım diye yarım bırakmışım. Bu hafta elimdekilerden gidence gene Cerrah’tan önce okumuş oldum.

Cerrah, Rizzoli & Isles serisinin ilk kitabıydı,Çırak da onun devamı dolayısıyla ikinci kitabı okurken Cerrah’la ilgili yeterince spoiler yediğimden onu uzun bir süre okumam muhtemelen.

Bunlar serinin ilk kitapları olduğundan karakterler henüz birbirlerine uzak. Maura Isles bu hikayede fazla aktif değil. Konu daha çok Jane üzerinden ilerliyor. Sonraki kitaplarda ilişki yaşayacağı (bu spoiler sayılmazJ ) Dean’den  burada etkileniyor. Gene serinin renkli karakterlerinden Korsak ile bu hikayede tanışıyor. 

28 Mayıs 2018 Pazartesi

BİR SIRRIM VAR - TESS GERRITSEN

Şimdiye kadar Tess Gerritsen'ı zaten herkesin çok okuduğunu,kitaplarını bildiğini düşünerek burada yorumlamıştım. Alıp okudum zannetiğim birkaç kitabı okumadığımı fark edince en azından kendim için yazmam gerektiğine karar verdim.

Tıbbi gerilimin duayen yazarı Tess Gerritsen çoğumuzun malumu üzerine bir doktor.1953 doğumlu yazar Kaliforniya Üniversitesi tıp mezunu. Ayrıca Stanford Üniversitesinden antropoloji lisansı var. Öncesinde Romantik-Polisiye yazmasına rağmen okunurluluğu tıbbi gerilim yazmaya başladıktan sonra artar. New York Times’ın en çok satan kitap olarak tanıttığı Hasat yazarlık hayatının önemli bir basamağını oluşturur.

Yazarın bu kadar popüler olması şüphesiz Rizzoli & Isles serisi ile olur.Maskülen ve güçlü karakterdeki dedektif Jane Rizzoli ve düzen odaklı adli tıp doktoru Maura Isles ‘ın olayları çözme becerisi tüm dünyada çok sevilir hatta kitaplarıyla pek alakası olmayan dizisi bile çok tutulur.


Bir Sırrım Var  bu 12 kitaplık serinin bizde de yeni çıkan son romanı.   Ben bu seriyi bir sondan bir baştan okuyunca karakterlerin özel hayatlarını da karışık bir şekilde öğrenmiş oldum. Bu kitapta olay örgüsü açısından bir devamlılık yok ancak dediğim gibi karakterlerin hayat akışını bir hayli ilerlemiş buldum.Gene kolay okunan ve gayet akıcı bir Tess Gerritsen klasiği olmuş. 

17 Ekim 2017 Salı

UNUTMA BENİ APARTMANI - NERMİN YILDIRIM




“Sadece yaşlanıp ölmekten değil, koskoca bir hayatı heba etmiş olmaktan da korkar olmuştum. O saatten sonra başıma gelebilecek en fena şey, hayatım boyunca yanlış yoldan yürümüş olduğumu görmek olacaktı.Oysa ben pişmanlıkları sevmem”... 
Bu kitaptan payıma düşen de bu cümleler oldu bu sefer.

Bir yazarı çok sevdim mi kitaplarını da arka arkaya okuyorum. Gittiğim son tatilde yanıma Unutma Beni Apartmanı’nı almıştım. Markaris’le beraber  bir o, bir diğeri hafta boyunca bana eşlik ettiler. Nermin Hanım ismiyle müsemma bu romanı yazmayı hakikatten Cihangir’de bu isimde bir apartmanı gördükten sonra karar vermiş.Kimler yaşamış,neden bu ismi koymuşlar,şimdi neredeler derken apartmana bir hikaye yazmış ve bunu da romanda kullanmış.Romanın fitilini ateşleyen de gene uzun zamandır görüşmediği annesinden aldığı bir telefon olmuş. Önü ardı kurgu da olsa kahramanımız Süreyya’nın da hikayesi kırküç yıldır görmediği annesinden aldıığı bir telefonla başlıyor.

Süreyya’nın iç dökmeleri çoğu kadının kendinde de bulacağı duygular.Sorguladığı aile kurumu,bağlılık,annelik ,kutsal bilinene karşı duruş,köksüzlükten beslenmek.Bölümler arasında annesi onu neden terk ettiğini anlatmaya çalışıyor. Başka bir kadın kendi hikayesini anlatırken  roman da 60’lardan başlayıp günümüze gelen bir zamana yayılmış oluyor ve siyasal hayat,ekonomik krizler,deprem, 11 Eylül daha pek çok şey  kurguyu çeşnilendiriyor.


Süreyya yazarlık serüveninde etrafındaki kişilerin hikayelerinden çok etkileniyor. Yarattığı karakterleri kurgularken çok sevdiği, etkilendiği yazarları da anıyor.Mesela Adalet Ağaoğlu’nun kahramanlarından Tezel ve Aysel çıkıyor karşımıza. Yazdığı kitapları kendi adıyla basmayıp NY adında başka birine teslim ediyor. Okuması keyifli bir Nermin Yıldırım kitabı daha...

26 Nisan 2017 Çarşamba

UNUTMA DERSLERİ - NERMİN YILDIRIM



Nermin Yıldırım’ın kitapları uzun zamandır listemdeydi.Kitap Ağacı-İstanbul’un Mayıs konuğu olacağı açıklanınca öne alıp bir iki kitabını okumak istedim.

Öncelikle şunu söylemek istiyorum ben bu kadına ba-yıl-dım. Hani yeni tabirle “kafası çok güzel”

Herkesin unutmak istediği acıları vardır da bunu nasıl yapacağını bilemez ya kahramanımız Feribe aşk acısını unutmak için  böyle bir merkeze gidiyor.Mazi İmha Merkezine.

Kitabı okumadan önce aklımda Eternal Sunshine of the Spotless Mind vardı; acaba onun gibi bir kurgusu mu var diye düşünmüştüm ki kitabın içinde de bu film karşıma çıktı. Öyle bir şey değil zaten daha gerçekçi bir hayalperestiği var. Burada aldığı unutma dersleri ve yapmak zorunda olduğu haftalık ödevlerle Feribe’nin hayatı daha da karmaşık bir hale geliyor.

Komik,ironik,dokunduran,hem acıklı hem neşeli bir hikaye.Ben çok sevdim…

31 Mart 2017 Cuma

OSMANLI CADISI - BARIŞ MÜSTECAPLIOĞLU

Barış Müstecaplıoğlu şahane bir bilim kurgu yazmış. Çok iyi bir hayalgücü ve yaratıcılığı var.

İstanbul iç savaşlardan çıkmış, yeniden inşaa edilmiş. 250-300 katlı mega kulelerde yaşayan ve tüm yaşamsal ihtiyaçlarını bu mega kulelerin çeşitli katlarından karşılayan zengin bir kitle ile yeryüzünde yaşayan fakir çok kalabalık bir halk 250 yıl sonrasının şehir devletinde yaşamaya çalışmakta.

Yeryüzünde hiç ağacın kalmadığı bunun yerine oksijen kulelerinin dikildiği alanlarda, bir zamanlar burada ağaçlar,ormanlar hatta hayvanlar varmış diyenlerin yalanlanıp tutuklandığı "demokratik" bir yönetim var. Geçmişe dair internette dahi bulunabilecek bir kayıt yok. Toplumsal hafızalar istenildiği gibi şekillendirilmiş.Ulaşım heli-mobillerle yapılmakta. 

İşte böyle bir ortamda şiddetli baş ağrılarıyla başa çıkmaya çalışan Dedektif Kemal’den yakılarak öldürülen bir ailenin katilinin bulunması istenir.
Öte taraftan yüzyıllar önce Osmanlı Donanmasından Süleyman Paşa sefere çıktığı sırasında denizde bir kız bulur.İlahi bir mucize olduğunu düşündüğü ve Ayşe adını verdiği bu kızın gizemleri vardır.Kemal cinayeti çözmeye çalışırken,Paşa bu kızı nasıl koruyacağının derdindedir. 

Anlatımın ve kurgunun son derece akıcı olduğunu söyleyebilirim.İki farklı hikaye nerede nasıl bağlanacak diye okurken baktım kitap bitivermiş J

28 Mart 2017 Salı

KAR KURDU - GLENN MEADE


Bana  Mystery Action Fiction türünde en sevdiğin yazar kim diye sorsalar düşünmeden Glenn Meade derim herhalde. Bitmesin diye külliyatını yavaş yavaş okuyorum yoksa başlandı mı durulacak gibi değil. Kar Kurdu en iyi hikayelerinden biri; ben bu tuğla kitabı taşımaktan imtina ettiğimden sürekli ertelemiştim.

Kulüpte aylık Meade okuma etkinliğine Kar Kurdu ile başlandı; ben de bu fırsatla okumuş oldum.Uzun zamandır baskısı yoktu.Geçtiğimiz ay Kırmızı Kedi Yayınları kitabı tekrar bastı .Ben Doğan Kitap’ın eski baskısından okudum.İnanılmaz akıcı.600 sayfalık kitap birkaç günde sadece akşamları okuyarak bitti.


Kar Kurdu bir operasyon adı. Aslında Stalin’in ölümüyle ilgili bir şaibe üzerine kurulmuş bir örgüsü var. Glenn Meade bu  söylenti üzerinden öyle inandırıcı bir kurgu yaratmış ki tıpkı Romanov Komplosu yada Sakkaranın Kumlarında olduğu gibi gerçek olma olasılığı hiç de uzak gelmiyor. Ayrıca konuyla ilgili çok ciddi bir araştırmaları ve dayandırdığı belgeler var. 

17 Mart 2016 Perşembe

KANLI KARTAL - CRAIG RUSSELL

Bu kitabı yolda okumak için yanıma almıştım ama oku-ya-ma-dım! Bu kadar kanlı bir vahşet hele de yalnız yolculuk yapınca tuhaf bir psikoloji yaratıyor insanın üzerinde. Normalde böyle şeylerden çok etkilenmem sonuçta kurgu der geçerim ama bu aralar okuduklarım bile üzerime fazla geliyor.

Kanlı Kartal ayinsel bir törenle işlenen cinayetlerin Jan Fabel ve ekibinin olayı aydınlatmaya çalışmaları ekseninde gelişiyor. 

Kayıtlara kan kartalı adıyla geçen bu vahşi rituel ,Viking efsanelerinde yani Saga’larda bahsedilen bir kurban etme biçimi. Ben burada şekli ve yapılışı konusunda ayrıntılarına girmek istemiyorum;arzu eden internetten aratsın-konuyla ilgili yeterince yayın var.
Bu arada bu kurban etme biçiminin yeterince ispatının olmadığını,herhangi bir kazı sırasında bu olayları destekleyecek bulgularla karşılaşılmadığını söyleyen akademik çevreler de var.Vikingler,denizci ve akıncı bir toplum olduklarından istila ettikleri bölgelere korku vermek için böyle efsaneler yaydıkları görüşündeler.
Çocukluğumuzun sevimli çizgi film kahramanı Vikingler aslında 8-11 yy arasındaki dönemde Avrupa tarihine damgasını vurmuş,bugünün halklarının oluşmasında etkili olmuş savaşçı bir toplum. İskandinav Mitolojisinde geçen pagan tanrı Odin’e inanıyorlar. Hristiyanlığın Kuzey Avrupa ve Cermen toplumlarına geç girmesinin en büyük sebebi bu mitolojik etkilere fazla sahip çıkmalarından. İngilizcedeki Thursday (Perşembe ) ismi oğlu Thor’un adından gelirken,Friday yani Cuma karısı Frigg den geliyor.Simgeleri Odin Haçı’nı Hristiyanlık ortaya çıkmadan çok önce kullanmaya başlıyorlar. Bizim pagan dönemimizin Gök Tengri’si ile çok benzeşiyorlar.Göçlerle,akınlarla halkların oradan oraya akarken yazdığı tarihe,inanışların ortaya çıkmasına inanılmaz bir kaynak bu mitolojiler.Tabii tırnak içinde büyük resme bakmak isteyenler için.

Fabel işte bu efsanelerle kendini Odin'e adamış bir çeteye ulaşmaya çalışıyor.İşin içinde hem Türk hem de Ukrayna mafyası olunca suçun şekli de iyice karmaşıklaşıyor. 


İskoç yazar’ın Fabel serisi genelde Almanya’da geçiyor. Sanırım kurguyu mekansal anlamda da kuvvetlendirmek için resmi birimlerin adını çevirmeden birebir Almanca olarak yazmış. Kriminalhouptkommissar gibi bir dolu kelime,dile aşina olmama rağmen okurken inanılmaz bir kesinti yaratıyor ve okuma hazzını neredeyse sıfırlıyor.Bu yüzden ilk 100’e gelene kadar kopuk kopuk okudum, alıştıktan sonra da geri kalanı bir günde bitti.Bu kelimeler dışında çeviri genel olarak güzel,doğrusu yazık olmuş. 

2 Şubat 2016 Salı

ÖLÜ REŞAT - ASLI TOHUMCU

Ölü Reşat biraz Ayfer Tunç’un Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Tarihi gibiydi.Tabii oradaki kadar kalabalık bir karakter tablosu yok ama oradan oraya,hoplaya zıplaya,kişiden kişiye,olaydan olaya hooop bi yıllarca geriye bi ileriye gide-gele ama güldüre güldüre okutuyor.
Hikaye Bursa’da geçiyor. Reşat’ın sırasını alıp dünyaya gelen Adnan ile ondan intikam almaya çalışan Reşat’ın hikayesi şehrin dokusuyla harmanlanıp bize sunulmuş.Yazarın çocukluğu Bursa’da Kiremitçi Mahallesinde geçmiş.Şimdi ovanın ortasında TOKİ’nin mimari şaheserlerinin yükseldiği bölge diyeyim görenler anlasın.
Hikaye kısa ama satır aralarında tarihi Kapalıçarşı yangını,Türkiye’nin ilk çamaşır makinesi üreticisi Tolon’lar ki-ben de araştırınca onlarla ilgili hakikatten çok ilginç bilgiler öğrendim-,sonra Kebapçı İskender,tarihi Dundee United zaferiyle Bursa Spor,Belediye Başkanı Reşat Oyal (meşhur Kültürpark ve teleferik projeleri ona aittir)Erkek Lisesi,Kız Lisesi,Işıklar Askeri Lisesi,Merinos,Heykel,Setbaşı,Çekirge,Mustafakemalpaşa ,Yeşil ve daha bir sürü yer,simge bu kısa hikayede adeta geçit töreni yapıyor.Son yıllarda artan  Ankara  romanlarından sonra bir Bursa hikayesi okumak çok keyifli oldu.
Kitap yarı otobiyografik.Hikayede geçen olayların bir kısmı gerçekten yazarın babasının başına gelmiş. Aslı Tohumcu'nun daha önceki kitaplarını henüz okumadım ama daha karanlık ve şiddete duyduğu tepkiyle yazdığını biliyordum.Burada da polis şiddetine,yozlaşmaya,talancı mimari anlayışa tepkisini altan alta vermiş.Bursa sürgünü sırasında Aziz Nesin’in nasıl Hafız Aziz’e dönüştüğüne mi gülersiniz;yoksa Reşat’ın Erdal Özyağcılar’ı, nasılsa bu ülkede tiyatrocu olup Allahından bulacak diye rahat bırakmasına mı  Daha da neler var,okuyun derim.



23 Ekim 2015 Cuma

SİZE PANDİSPANYA YAPTIM - MARİO LEVİ

Mario Levi’yi ilk kez 2000 yılında "İstanbul Bir Masaldı" ile keşfetmiştim.Çok beğenmeme rağmen o gün bugün başka bir kitabını  okumamıştım ,ta ki  Kitap Ağacı İstanbul onu konuk edene kadar.
Söyleşiye gitmeden bir kitabını daha okumak istemiştim."Size Pandispanya Yaptım"’ı seçtim.Sonra kızdım kendime,neden bu kadar ara verdim. Beni gene bambaşka dünyalara,bambaşka evlere,yaşamlara götürdü.
Her fırsatta söylerim,benim için kokular çok önemli; inanılmaz bir anı hafızası yaratıyor belleğimde, tanıdık fotoğraflara ışınlanıyorum adeta. O yüzden bu kitapta kendimden çok şey buldum ben.
Mario Levi, kitabında tatlar ve kokular uzak coğrafyadaki insanları ait oldukları topraklara çağırır hatta bu  en güçlü çağrılardan biridir der.Kitapta Sefarad Mutfağına ait tarifler var. Her tarifin bir hikayesi,yapanla bütünleşen hatıraları var. Uzaktakilerin doğdukları topraklara ,kalanların gidenlere özlemleri var.

Bak, mesela şu pandispanya. Anlamını düşündün mü? Çok kolay. İspanyol ekmeği…Neden şimdi bu ad? Ne olmuş da ekmek böyle kek haline gelmiş? Yoksa başından beri hep böyle miymiş? En mühimi bu ad neden konmuş?Göç yolları mı?.. Sf(297)

Pandispanya Tarifi sf(296)
Önce 5 yumurtayı 4 kahve fincanı şekerle mikserde çırpıyorsun. Sonra buna azar azar 4 kahve fincanı un ile 1 tatlı kaşığı kabartma tozu katıyorsun. Buna da hem bir limonun suyunu hem de bu limonun kabuğunu rendeleyerek ekliyorsun. İyice karıştırıyorsun tamam mı? Hepsini bir kek kalıbına döküyorsun ama önce fırın kalıbını yağlamayı unutma. Sonra doğru fırına. Yalnız dur. Fırının hararetinin çok yüksek olmamamsı lazım.Orta hararet.Yarım saatte tamamdır.Püf noktası ne ? Pişip pişmediğini anlamak için bir kürdan kullan. Kolay değil mi?

Her evin başkalarıyla paylaşılamayacak sırları vardı evet.Tıpkı pırasa köftesinin ne kadar eti ya da başka bir malzemeyi gizlediğinin bilinmemesi gibi.Birbirlerine karışması için ne çok emek gerekiyordu üstelik,ne çok ustalık,ne çok sabır…Aynı duygu tarama ile borekas ‘ın hem içi hem hamuru söz konusu değil miydi?Yemekler ile hayata dayanma savaşı arasında ince ama çok sağlam bir bağ olduğunu kim söylemişti? Sf(200)


Bin yıl önce gibi ,sanki hiç yaşanmamış gibi yada bir romanın içinde gibi.Aslında hayal gibi. Bana neden hiç anlatmadığımı sorarlar. Oysa hatırlamıyorum ki…
Sobalı bir odada kimya testi çözüyorum. Ateşin üzerinde kestaneler.Oda kestane kokusuyla doluyor.Tepemde babam bana kestane soyuyor.
Şimdi kokuyu ben de duyuyorum.Hatırlıyorum.Güvendeyim...(S)

14 Kasım 2014 Cuma

GOLEM VE CİN - HELENE WECKER

Uzun süre pazarlama ve iletişim sektöründe çalışan Helene Wecker,ilk aşkı yazarlığa döndüğünde bu kadar güzel bir eser çıkaracağını biliyor muydu acaba.Golem ve Cin ilk sayfasından itibaren inanılmaz keyif aldığım,elimden bırakamadığım kitaplarımdan biri oldu.
Raflarda yerini aldıktan sonra pek okuyucu  tarafından olumlu eleştiriler alan kitabı,biz Kitap Ağacı olarak fantastik-gotik edebiyat ayı olarak belirlediğimiz Kasım için oylayıp seçtik.
Golem Yahudi inancına göre kilden var edilen gerçek üstü bir varlık. Yahudi asıllı Helene Wecker’ın kocası Arap asıllı. Dolayısyla ne Golem ne Cin yazarın hiç  de uzak olmadığı mitler.Her ikisi de göçmen ailelerin banliyölerde büyümüş çocukları.Bu yüzden kitapta alttan alta hissedilen göçmenlik ,yabancılık ve yalnızlık duygularını yazarın çok iyi bildiğini düşünüyorum.
Wecker iki kültür arasındaki farklılıklardan hikayeler yaratmaya çalışırken bir arkadaşının tavsiyesiyle daha önce hiç denemediği fantastik öğeleri kullanmaya karar verir.1800’lerin sonunda Batı Avrupa’dan ve Suriye’den Amerika’ya göç etmiş mitlerine aşina olduğu iki insanüstü karakter “Golem ve Cin” üzerine yazmaya başlar.
Başlangıçta kafasında yarattığı Golem’in daha çok Prag Golemi’ne ( inanışa göre haham Judah Loew Ben Bezalel tarafından 17.yüzyıl Prag Musevilerini antisemitiklere karşı koruması için canlandırılan kilden heykel) ya da Frankestein’ın canavarına yakın bir karakter olduğunu söylüyor. Daha sonra roman boyunca daha duygusal ve insancıl bir karakter yakalamış.
Cin ise daha çok Ortadoğu ve Müslüman dünyasına ait bir mit olmasına rağmen batı söylencelerinde de Binbir Gece Masallarına benzer hikayeler olduğunu fark ediyor ve ateşten bir karakter yaratmaya karar veriyor.
Bu kitabı yazarken yaptığı araştırmalarda en çok şaşırdığı şeyin ise Musevi cemaatinin içindeki sosyalist hareketin büyüklüğü olduğunu söylüyor.Bu konu benim de dikkatimi çekti ayrıca okumak istiyorum.

Hikayeye dönersek ;Otto adında mutsuz ve etrafınca sevilmeyen bir genç marangoz,kendisine eş olarak bir kadın Golem yapması için Yehudah Schaalman’a gider. Schaalman kadim öğretilere sahip ihtiyar bir büyücüdür.Ruhları olmayan Golemler sahibine köle olması için yapılır, görevi koşulsuz hizmet etmektir ancak kontrolü gerekir, çok güçlüdür.Büyücü Golem’i yapar ve bir sandığa koyar.Görüntüsü aynen bir insan-kadın gibidir.Zeki,çalışkan ve meraklı olmasını istediği yeni karısıyla New York’a giden bir gemiye binen Otto dayanamayıp Golem’i canlandıracak sözcükleri gemide okur.

Öte tarafta New York’un Suriye Mahallesi’nin iyilik meleği Meryem kalaycı Arbeely’ye tamir edip parlatması için ailesinden kalma eski bir ibrik getirir .Kalaycı ibriği parlatırken içinden yaklaşık bin yıldır ibriğin içine hapsolmuş bir cin ortaya çıkar. İnsan bedenine mahkum bu ateşten varlık Suriye çöllerindeki muazzam sarayından  kopartılıp büyüyle bağlanmıştır.

Biz kitap boyunca bu iki farklı varlığın hikayesini okuyoruz.Bu hikayeler birbirine nasıl bağlanıyor, çocukluk masallarımıza kadar nasıl uzanıyor ayrıntı vermiyorum ama şu kadarını söyleyebilirim ki büyüler,büyücüler,hahamlar,cinler,golemler size  harika bir kitap sunuyor.

1899’ ların New York’unda oluşturulan hikayede  şehir,mekanlar,insanlar,dükkanlar,köprüler çok güzel resmedilmiş.Neredeyse o havuzun başındaki heykel gözünüzün önünde canlanıyor. Ayrıca kitabın dili ve çevirisi de çok başarılı. Kurgu için zaten söylenecek fazla bir şey yok;başından sonuna akıcılığından ve heyecanından hiçbir şey kaybetmiyor.
"Bugünlerde çok sıkılıyorum ne okusam" diye soranlara ilk  Golem ve Cin’i öneririm artık J