Destek Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Destek Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ağustos 2024 Çarşamba

KARANLIK KÖY - GÜRGEN ÖZ


Gürgen Öz’ün daha önce Nevrotik kitabını okuyup yorumlamış (burada), kendisini kitap kulübü toplantılarımızdan birinde ağırlamıştık. O zaman yakında çıkacak kitabının korku-gerilim türünde olacağını söylemişti ki bu konuda potansiyeli gerçekten yüksek. 

Trabzon’un dağlarında terk edilmiş bir Rum köyünde geçen roman insanın geçmişten duydukları ile kendi zihninin yarattığı ürkütücü öğeleri bir hayalet hikayesine çevirebileceğinin de kanıtı aslında. Batıl inançlar yüzleşilmek istenmeyen toplumsal travmalarla birleşince kimsenin gitmek istemediği Karanlık Köy denilen bir metafor ortaya çıkıyor.

Murat ve Kerem belgesel çekmek için bölgeye gelen iki gazetecidir.Köye dair duydukları mistik söylentilerden kendilerine bir hikaye çıkartabileceklerini düşünürler ve yaşlıların Karanlık Köy dedikleri dağların arasındaki bu eski yerleşime gelirler. Köyde yıllar önce bir gece cinnet geçiren Türkler ve Rumlar birbirlerini öldürmüşlerdir. Bu cinnet halinin sebebi de Karakoncoloz denilen uğursuz karanlık bir varlıktır. Hava muhalefeti sebebiyle köyde mahsur kalan Murat ve Kerem burada bir gece geçirmek zorunda kalır. Roman işte o bir gecede gazetecilerin başından geçen korku hikayesini anlatıyor.

Genel olarak okuyucu eleştirilerinde Murat ve Kerem’in geçmiş hikayelerinin korkuyu kurgusal olarak kesintiye uğrattığından bahsedilmiş. Ancak kurgunun özü sadece korku değil psikolojik olarak o korkuların yaratıldığı geçmiş deneyimler dehşet ve hezeyanları da biricikleştiriyor.

Suçluluk duygusu,cezalandırılma korkusu yada cezayı hak ettiğini düşünme gibi pek çok bilinçaltı duygu, yoğun gerilim anında bambaşka korkulara evrilip bireylere bir alacakaranlık yaratırken yazar bu terk edilmiş köyü kurguda bir iye olarak kullanarak bize de yakın geçmişimize dair bir hatırlatma sunuyor. Sevdim. 

 

20 Temmuz 2018 Cuma

NİYET DEFTERİ - MELTEM GÜNER




Meltem Hanım’ın kitaplarına İçsel Gelişim Kulübü sayesinde vakıf oldum.Kendisini konuk edip kitaplarını çok övmüşlerdi.

Niyet Defteri  ilginç bir motivasyon kaynağı oldu. Öyle okudum bitti denecek bir kitap değil. İlginiz varsa başucunuza koyar yıllarca açıp açıp bakarsınız.

Bu tarz okumaları ciddiye alanlar için altı çizilecek, ders alıp üzerinde düşünecek çok nokta var.
Ağzımızdan çıkan cümleler, etrafımıza verdiğimiz mesajlar ,dile getirdiğimiz istekler  birer niyet aslında.Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği yada nasıl gerçekleşeceği ise bu mesajları nasıl ilettiğimizle alakalı.

Bir çeşit Secret /evrene mesaj yollama /Allah’a yalvarma gibi nasıl tanımlarsak tanımlayalım bu istek gerçekleştirmelerin ötesinde; Niyet Defteri daha çok psikolojik temizlenmeyi merkeze alıyor. 
Geçmişle barışma,affetme,kabullenme gibi temizliklerden sonra insan ancak bilinçaltını temizleyip geleceğe yön verebiliyor yada aynı hataları yapmıyor/benzer yaşamları yaşamıyor.

“Geçmişin beni kısıtlayan hallerinden
Bırakamadıklarımdan,affedemediklerimden
Helalleşemediklermden özgürleşiyorum
Hayatın,bedenimin iç sesimin ,benden yansıyanların yada herhangi bir yerde bilemediğim,tıkanmış,beni benden alan Özümden uzaklaştıran tüm tıkanıklarımı açıyorum.
Sevgi enerjisini buraya gönderiyor,sevgiyle şifalanıyorum.”

gibi.

24 Ağustos 2017 Perşembe

AEDEN - AZRA KOHEN

Azra Hanım Kitap Ağacı’na konuk olduğunda  Aeden’in çok yakında basılacağı haberini de vermişti. “Aslında her şey Aeden’i yazmak içindi. Ben bir kitap yazmak istedim,ancak önce okurları buna hazırlamam gerekiyordu.Fi,Çi ve Pi böyle ortaya çıktı“ demişti. O yüzden Aeden’i merak ediyordum,her ne kadar yorumlamam uzun sürse de çıkar çıkmaz okudum.

Çok beğenmeme rağmen ilk olarak şunu söyleyebilirim;kitabı gereksiz uzatılmış buldum. Bu yayınevinin isteği miydi bilemiyorum ancak bi 100-150 sayfa daha kısa olabilir,yazar tekrar tekrar aynı şeyleri söylemekten kaçınabilirdi. Öte taraftan evet beğendim çünkü Azra Kohen’in dert edindiklerini aktarmadaki ustalığını zaten çok seviyorum. Aeden’de de bize konuşmaya geldiğinde bahsettiği konuları kurgulamış. (Burada uzun uzun anlatmıştım.)

Bizim için ütopik bir gezegen olan  Aeden’de aşkın olan,tamamlanmış İNSAN’lar yaşıyor. Kendi potansiyellerinde yaşadıkları doğa ve diğer canlılarla yani diğer yaşam enerjileriyle muhteşem bir uyum içindeler. Potansiyellerini sonuna kadar kullanabildiklerinden bedenleri ve zihinleri de çok çok üstün. Sonje ve Numi bu sebeple dünyaya geldiklerinde büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. Karşılaştıkları İNSANSI’ların birbirlerine ve yaşama karşı gösterdiği kötücülükler karşısında dehşete düşüyorlar.  Bunların içinde az buçuk duyarlı olan herkesin isyan ettiği hayvan deneyleri, çocuk istismarı,büyük petrol ve ilaç şirketleri,silah satışını pompalamak için fakir ülkeleri terörize eden dev şirketler,manipülasyonlar var. Pırlanta gibi büyük bir enerji kaynağını sadece kendimizi süslemek için kullanmamız zihinsel olarak ne kadar ham olduğumuzun en büyük göstergesi. Sonje ve Numi’nin hikayesi de insan yaşamının değişmesi,gelişmesi yönünde bir mücadele hikayesi.

Kitapta dendiği gibi “İnsan doğulmuyor,insan olunuyor”.

Nasıl insan olacağımızı da seçimlerimiz ve olaylar karşısındaki duruşumuz belirliyor. Sisteme hizmet etmemek günümüzde çok zor.İdeolojimiz ne kadar sağlam olursa olsun her yandan sarıp sarmalandığımız köleleştirme politikalarını maalesef düşündüğümüz gibi devletler yönetmiyor.Onlar sadece dev kapitalist şirketlerin/oluşumların daha çok para kazanmasını sağlayan aracılar.Sabah akşam kullandığımız diş macunlarıyla beynimizi kontrol eden, çocuklarımızın eline verdiğimiz masum bir çikolata paketiyle onları zehirleyen ,içtiğimiz sudan hasta edip sonra ilaç satan, yüzümüze süreceğimiz bir krem için yüzlerce masum hayvanı öldüren bu zihniyetin artık sınırı da yok.Her yerdeler. Bilinçli olarak kendi dişisine,yavrusuna zarar veren tek türüz. Neyimiz üstün diğer canlılardan. Kötüye kullanılan zekanın bu evrene ne faydası var.Diğer yaşamların bize hizmet etmek zorunda olduğu kibrinden kurtulup,biraz da bu açıdan bakmak lazım.
Bu fotoğrafı çektiğimde Leyla hamileydi.Sonra üç tane dünya tatlısı yavrumuz oldu.Şimdi Cavidan Hanım ve Mösyö Marcel de bizimle. 

17 Kasım 2015 Salı

Fİ - Çİ - Pİ AZRA KOHEN



Sosyal paylaşım ağlarında okurların deli gibi paylaştığı Fi ‘yi okumayı hiç düşünmemiştim.Bu kadar popüler olanın negatif etkisi oluyor benim seçimlerimde. Hem okunacak onca şey varken adını hiç duymadığım Azra Kohen biraz daha bekleyebilirdi.Sonra Nisan ayında Kitap Ağacımız Azra Kohen’i konuk edeceğini duyurdu. Fikirsiz zikir olmaz tabii diyerek bize de seriyi okumak düştüJ 
Şaka bir tarafa ben çok sevdim.Bu kitapların neden dalga dalga bu kadar çok okunduğunu anladım. Biz toplantıyı yaptığımızda Pi yazılmış fakat baskıya verilmemişti.Dolayısıyla sadece Fi ve Çi üzerinden bir kanaatimiz vardı.Azra Kohen ben bir kitap yazmak istedim,ki bu Pi idi ama onu yazmak için mecburen Fi ve Çi’yi de yazmam gerekti diyor.Çıkar çıkmaz Pi’yi de okudum,hem de 3 günde adeta yuttum acaba anlatmak istediği neydi diye.

Bize toplantıda bir sunum yaptı.Süpernovayla başlayan süreçte her şeyin temel elementinin karbon olduğundan bahsetti.Hepimizin hücrelerinde karbon var yani yıldız tozu.Beden kimyamız o kadar bu evrenin parçası ki,biz bu aidiyeti ret ettikçe,kendi yok oluşumumuzu hızlandırıyoruz.Yıldız kaydığında eskiler biri öldü diye boşuna demezlermiş demek ki.
Toplantımızın sihirli kelimesi “merak”tı. İnsan merak etmeli ve onu bilgiye ulaştıracak yolda araştırmalarını,okumalarını yapmalı.Aksi takdirde tanımlama biraz incitici olsa da parazitlere dönüşüyoruz çünkü öbür türlü insan sadece tüketen bir varlığa evriliyor.
Tehlike uyarısı aldığında hani şu tüm öğrendiklerimizi unutturup en ilkel güdümüzü harekete geçiren beyin sapımızın sürüngenlerle benzerlik göstermesi ise kendini yaşayan her şeyin üstünde gören kibirli insanoğlunun ayrı bir ironisi.Kullandığımız zararlı toksinler, florür gibi kimyasal katkılar beyin sapını kireçlendirip bizi itaat eden,uyuşturan,düşünmeyen bireyler haline getiriyor.Yani merak etmiyoruz.
Üçleme kurgusal bir roman olmanın ötesinde farkındalık yaratma çabasında.Herbir karaktere,sistemde karşılık gelen bir anlam var.Büyük kapitalist sistemin çarklarında hırs,hedonizm,meşhur insanların dejenere yaşamları gibi ( ki buradaki isimlerin kim olduğunu galiba çözdük) bize dayatılanın yalan olduğu, daha doğru-gerçek bir dünyanın var olabileceğini  anlatmaya çalışıyor.
Fi bir güzellik oranı.Altın oran da denilen,oranı  1,618….’e tekabül eden her şeyi güzel algıladığımız bir beyin yapımız var.Beş duyu sahibi, beyin yapısı son derece karmaşık insanoğlunun diğer 4 duyusunu bir kenara koyup sadece gözüyle algıladığını arzulaması,sahip olmaya çalışması ise en ilkel dürtüsü.Bu ilkel dürtüyü de günümüzün tüketimci sistemi çok güzel kullanıyor.İlişkilerdeki cinsellikten,marketten aldığımız makarnaya kadar.Peki hayata geliş amacımız bu mu.Sadeliğimizdeki güzelliği neden göremiyoruz.İnsanlık kendini  bir üst seviyeye nasıl getirecek. Hani şu hep felsefe kitaplarından okuduğumuz aşkın insan haline nasıl geleceğiz.
Çi,Uzakdoğu felsefesinde yaşam enerjisi demek.Aldığımız nefes,hava yani “can”.Dengede olmak aslında bu sistemde ne kadar büyük bir lüks.Kendimizi oksijen barlarında soluduğumuz havayla,kanımızı santrifüjletip tekrar kendimize enjekte ettirmekle “can’landığımızı “ zannediyoruz.
Pi ise topraktan başını uzatan filiz demek.Yani hayat. Çatlama cesareti gösteren tüm tohumlara ithaf edilmiş bu seriyle, yazar sistemle tüm derdini bizimle paylaşmış.Organik tarım,temiz enerji,geri dönüşüm,eğitim, kominal yaşam.Kısaca her şeyden.İnsanın kendi ütopyalarını yaratması ve bunları yaşanır kılması ,bu uğurda mücadele etmesi çok önemli.Yazarın da dediği gibi savaşlar savaşılarak değil ,doğrudan ayrılmayınca kazanılıyor ve ne yaparsak evrende dönüp dolaşıp geri geliyor.İyi veya kötü.
O yüzden bu düşünceler Can Manay Duru’yla niye bu kadar çok sevişiyor,bütün şansızlıklar da Bilge’yi mi bulur,Deniz bunu hak etmemişti,Özge hayal dünyasında geziyor indirgemelerinin ötesinde bir felsefeyle okunmalı.
Bana bilmediğim bir şey söylemiyor kibriyle başladığım seriyi,kendimi bir üst seviyeye nasıl taşırım sorgulamalarıyla bitirdim ben.Evet belki bildiğimiz şeyleri söylüyor ama bilip ne yapıyoruz,o bilgiyi nasıl bulaştırıyoruz etrafımıza.Bir de bu açıdan düşünmek lazım.