Everest Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Everest Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mayıs 2020 Cumartesi

GÖLGESİNDE - IRMAK ZİLELİ


Uzun zamandır okunmayı bekliyordu.Ancak zamanlaması yanlış oldu sanırım.Derin psikolojik iç döküşler var.Şu süreçte ruh halime fazla geldi.Romanın ana karakteri Leyla ve Fikret’in beynine girmiş yazar. Arayış ve yürüyüş olarak iki ayrı bölümde ne hissediyorlar,ne düşünüyorlar onu okuyoruz. 
Fikret gelgitlerle dolu bir beyin yada duygu durum fırtınası içinde kaybolan karısı için polis memurlarıyla görüşüyor.Ancak konuştuğu kişi kendisi mi,psikiyatri hocaları mı,babası mı bir sorgulama içinde didik didik ediyor tüm benliğini.

Leyla evini bırakıp bir yürüyüşe çıkıyor şehirde.Yürüdükçe bağlı olduğu her şeyden özgürleşerek insanlarla hayvanlarla karşılaşıyor. Her karakterlerden  bir şeyler öğrenerek, kendisiyle yüzleşerek yürümeye devam ediyor. Unuttuklarını hatırlayarak,bastırdıklarını ortaya çıkararak geçmişiyle kendisiyle hesaplaşıyor. Bu arada Sylvia Plath,Edith Piaf,Virginia Woolf,Didem Madak,Kurtlarla Koşan Kadınlar roman boyunca kahramanımıza eşlik ediyor.

Psikolojik metinleri seviyorsanız Gölgesinde çok samimi gelecektir.


25 Temmuz 2019 Perşembe

GÖR BENİ - AZRA KOHEN



Azra Kohen’in gene çok ilham alıcı, altı çizilesi cümleleriyle dolu kitabı. Özetle bir aşk ve tarih kitabı ancak alt metinleri her zamanki gibi bilgi yüklü. İnsanlık tarihinin sadece savaşlar tarihi olmadığını, insanı anlamak için “insanlığın nereden geldiğini çocuklarına öğretmek zorundasın” felsefesini savunuyor.
Kitaptaki öğretmen karakter oğlunu Çanakkale Savaşı’nda kaybetmiş.Kitap boyunca bilinen resmi tarihi değil de, dinler tarihinden başlayarak gerçekleri öğretmeye çalışıyor.

Sevgili Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ı çok sever ve okurum. Kitaplarına burada da daha önce değinmiştim.Kitapta "Cumhuriyet Kadınını" simgeleyen kahramanlardan birinin ismi İlmiye diğerininki Ülkü.
Sümer Tarihi bu topraklarda yaşayan herkesin bilmesi gereken bir bilgi. Kendi topraklarının tarihini bilmeyen milletler geleceklerini de oluşturamıyor maalesef. Dışarıdan yazılmış,manipülatif, özgüveni yerle bir eden tarihler öğretildiğinde yada kazanılan başarılar değersizleştirildiğinde sizi bölüp özkaynaklarınızı da rahatça sömürüp kullanıyorlar.

Hikayenin geçtiği 1930’lar Türkiyesi’nde Anadolu'da savaşı yaşamış olanların cumhuriyet ve kuruluş değerlerine sahip çıkmasıyla; İstanbul’da sadece boğazda İngiliz gemilerini görmüş saraya yakınların algısının farkını çok iyi anlıyoruz. Toprakları ve özgürlüğü istila edilmiş  bir halk elbet özgürlüğü için savaşır,  o bilince ulaşır. Başardıktan sonra da sımsıkı sahip çıkar. Herkesin bu bilinçte olmasına bugün ne kadar ihtiyacımız var ortada.
Gör Beni çok güzel noktalara değiniyor bunların birçoğu bizi bugün bölen düşüncelerin tohumlarının atıldığı dış politikalar.

Her kitabında "merak et, araştır, öğren ,sen bundan sorumlusun, bu dünyaya bir geliş amacın var” felsefesi Gör Beni’de de var. Bize verileni değil gerçek bilgiye ulaşmaya çalışmak hepimizin görevi. 
Kitapta okuduğum çoğu alternatif tarihi başka kaynaklardan daha önce okumuştum ancak geniş Sümer Tarihi’nin okul kitaplarından özellikle 1946’lardan sonra çıkarıldığını ve Rockefeller Vakfı’nın bastığı kitaplarının okutulmaya başlandığını ilk defa duydum. 

28 Nisan 2017 Cuma

Dorian Gray'in Portresi - Oscar Wilde

Kapağın üzerinde kocaman sansürsüz basım yazınca yıllar sonra tekrar okumak istedim. Sansürlü haliyle karşılaştırmak için aradan çok zaman geçmiş, birebir karşılaştıramadım ama eşcinsellik çağrışımlarının o kitapta da olduğunu hatırlıyorum.

Dorian Gray’in portresi Oscar Wilde’ın yayınlanmış tek romanı. 1891’de yayınlandığını düşünürsek o dönem İngiltere’de çok büyük tepki görür ,roman yazarın izniyle kısaltılır ve cinsellikle ilgili cümleler ayıklanarak basılır.

Bu roman için kendini Dorian’la özdeşleştiren Wilde yaşadığı dönemde ahlak bozukluğundan hapse atılır ve sonrasında büyük bir mali sıkıntı içinde Fransa’da ölür.

Everest’ten çıkan Ülker İnce çevirisi 2014'te Dünya Kitap Dergisi'nin  en iyi çeviri ödülünü almıştı. Nicholas Frankel’in editörlüğünü yaptığı baskı 1890’da dergiye teslim edilen sansürsüz nüsha dikkate alınarak çevrildi.

Çoğunluğun bildiği hedonizm ve insan ruhunun kötücülüğünün şekilselleştirilmesi konuları bir tarafa da bu kitap yıllar sonra okuduğumda bile bana sansürlü sansürsüz aynı şeyi hissettirdi.

Aşık Veysel sen çok yaşa….

24 Mart 2017 Cuma

VAKİT HAZAN - ASLI E. PERKER

Aslı Perker’in daha önce Sufle’sini okuyup çok beğenmiştim. Cellat Mezarlığı ne zamandır okumak istediğim bir kitaptı ancak yazarın yeni kitabı çıkınca onu erteleyip önce Hazan Mevsimi’ni okudum.

Öncelikle şunu söyleyebilirim ki bu kitabın anlatımını daha somut daha olgun buldum. Sufle’deki içsel tahliller ne kadar vurucuysa Vakit Hazan’ın gerçekçiliği de o kadar kuvvetliydi.Eski dili çok yerinde,sıkmadan ustaca kullanmış yazar.Yaşam tarzları,dönemin modası,eğlenceler gibi pek çok veriyi de hikayenin içine usul usul yerleştirmiş.Hikayenin geçtiği zamanı çok iyi yansıtmış.Fatih ve Nişantaşı gibi semtlerin ayrımını, lodos yüzünden Şirket-i Hayriye’nin çalışmamasını garipsemiyoruz tabii.

Hikaye 1920’lerin başında geçiyor.Milli Mücadele yılları,İstanbul işgal altında. Yabancıların gelmesiyle değişen bir günlük yaşam var toplumda. Modernleşmeyi savunanlar,feminist hareketler,gazete haberleri her biri dönem için ayrı veriler.Yazar bunlar için ciddi bir ön araştırma yapmış.

Ana karakter Handan küçük yaşta annesini kaybetmiştir. Babası ileri görüşlü bir devlet adamıdır. Kızını Darülfünun’da okutur. Yazar Handan ‘ı dönemin çelişkilerinden bağımsız yaratmaz. Handan, Halide Edip’e hayrandır. Onun Sultanahmet mitingini dinleyip çok etkilenir. George Elliot kitapları okur. Milli Mücadeleciler ve statükoyu savunanlar ile modernite ve geleneksellik arasında kendi yoluna bulana kadar bir karar vermeye çalışır.

Annesinin feminist bir hareketin içinde olduğunu ancak genç kız aklıyla fark eder. Aslı Hanım, Handan’ın annesi üzerinden Fatma Nesibe Hanım ve onun Beyaz Konferanslarını da anmış. Kadın mücadelesinin en önemli isimlerinden biri olan Fatma Nesibe Hanım üniversiteden hocam Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi kitabında da geniş yer bulur. Çok iyi bir akademik çalışmadır.

Kurgudan bağımsız kitapta geçen gerçek isim ve olaylar isteyene başka kapılar da açacaktır.

Özetle çok lezzetli bir tarihi-kurgu yaratmış yazar. Ben okurken çok keyif aldım. 

15 Kasım 2013 Cuma

BEYOĞLU'NUN EN GÜZEL ABİSİ - AHMET ÜMİT

“İnsan hem iyidir hem kötü hem şeytan vardır içimizde hem de melek. Hangisini uyandırırsak hangisini beslersek o ele geçirir ruhumuzu”.
Aslında Ahmet Ümit’in bu yeni çıkan kitabını hemen alıp okumayı düşünmüyordum. Önceki kitabı Sultan’ı Öldürmek ‘i pek beğenmemiştim. O yorumu okumak isteyenler buraya bakabilir. Kitap Kardeşliği Kasım etkinliğinde seçimi Beyoğlu’nun En Güzel Abisi'nden yana yapınca Kinyas ve Kayra’nın arasına alıp şıp diye okuyuverdim. Zira diğerinin yanında pek çerez geldi.
Birbiriyle çatışan kumarhane sahipleri, kadın satıcıları, hayat kadınları, Tarlabaşındaki kentsel dönüşümden rant sağlamaya çalışan mafyavari figürler,tinerciler,Gezi Direnişi çerçevesinde yazarımızın meşhur kahramanları Başkomiser Nevzat ile yardımcıları Ali ve Zeynep yılbaşı gecesi işlenen bir cinayeti roman boyunca çözmeye çalışıyor
Gezi olaylarından bahsetmeyi sosyal bir sorumluluk olarak görmüş sanırım ancak konunun içine çok da yedirememiş. Olur olmaz zamanda ortaya çıkan gençlerin kurguyla bağlantısı zayıf. Bakın bunlarda var ben bunları hissediyorum ve yazıyorum demek için varlar sanki.
Öte taraftan çok satan bir yazarın Tarlabaşı gibi önemli bir semtin rant alanı haline getirilmesine dikkat çekmesi farkındalığı artırmak açısından çok önemli.Gelgelelim bu konuda ne yapılır nasıl karşı durulur; STK ‘larının bizim gibi zayıf olduğu toplumlarda romandaki Nazlı gibi Don Kişot’luğa soyunmuş daha çok insana ihtiyaç var.
Şehirdeki rant herkesi rahatsız eden bir konu. Bu sene Bienal’de kentsel mekanlara odaklanarak Gezi Parkı, Taksim Meydanı, Tarlabaşı Bulvarı, Karaköy ve Sulukule mahallesi gibi kentteki en tartışmalı yerlerde projeler planlanmıştı. Ancak kamusal alan sorununu irdeleyen projelerin otoriteden izin alınarak yapılma zorunluluğu dolayısıyla vazgeçildi. Kentsel dönüşümün sadece mekansal olarak binalar inşa etmek olmadığını algılayamayan otoriler içinde nerede yaşayacağı,nerede çalışacağı,nerede sosyalleşeceği göz ardı edilen insanlarla,tarihsel ve kültürel çeşitlilik taşıyan mahallerinin malum konut projelerine feda edildiği,alışveriş merkezlerinin mahalle pazarlarının yerini aldığı yaşam alanımızda, küresel yatırımı çekmek için yaratıkları mekanizmayı bizlere zorla dayatıyorlar. Bize de Fransa'da sokak pazarlarındaki peynircilerin imrene imrene resimlerini çekmek kalıyor. Hyde Park’ta uzanıp kitap okuyanları kıskanıyoruz. Elbette Tarlabaşı’nın başına gelecek olan da böyle bir şey olacaktır. Cercle D’Orient binası ortada. İstanbul’da pek çok kamu binasının özelleştirilip kar amacıyla yeniden kullanımı söz konusuyken Galata Rum Okulu, gibi Rum cemaatine ait kamusal binaların ise kültür ve sanata vakfedilerek kentin hizmetine sunulması bence kentliliğe bakış açılarının hala bizden farklı olduğunu göstermekte.Neyse kitapta denildiği gibi canlı cansız herşeyin satılık olmadığı bir dünya dileyelim.
Kitabımıza dönersek fazla mesaj kaygılı ve tekrarlı bulduğumu söyleyebilirim. Özellikle yazarımız Başkomiser Nevzat’ın aile travmasını anlatmayı bundan sonraki kitaplarında bırakmalı ve Evgenia ile olan ilişkisinin de boyutunu değiştirmeli artık. Aynı şeyleri son kitaplarında çokça kullanması en azından benim açımdan sıkıcı olmaya başladı. Bu kitabın kurgusunu da Sultan’ı Öldürmek’te olduğu gibi gereksiz uzatılmış buldum.
Bir karakter olarak Ahmet Ümit’in romanda olması ise sempatikti. Sonraki kitaplarında daha başrole yakın bir karakter yaratır umarım.



8 Temmuz 2013 Pazartesi

Düğümlere Üfleyen Kadınlar - ECE TEMELKURAN


Ece Temelkuran Muz Seslerinden sonra gene Ortadoğu’da geçen bir roman yazmış. Bu sefer sadece Beyrut değil Mısır,Tunus,Libya,Lübnan’ı içine alan bir öykü kurgulamış. 
Kitap bir yolculuk hikayesi gibi görünse de kahramanlarımızın kendi iç yolculuğuna eşlik ediyoruz. "Tanrı bizi sevmese bile cesur bir anne bize yeterdi "diyen bu aykırı ama yalnız kadınları Madam Lilia kucaklıyor. Tunus'da bir otelde  tanışan Maryam, Amira ve gazetecimiz Casablanca’dan fırlamış Ingrid Bergman edalarıyla dolaşan Madam Lilia’nın peşine takılıp yolculuğa çıkıyorlar.
Maryam devrime inanmış bir Mısırlı akademisyen.Günlerce Tahrir'de yatıp kalktığını ve kendinden küçük bir adamdan çocuk sahibi olduğunu öğreniyoruz.Bir taraftan kendi hayatının da devrimini yapıyor yani.

16 Ağustos 2012 Perşembe

MUZ SESLERİ


Posted by Picasa Biliyor musun, muzlar büyürken ses çıkarırlar.”

'Nasıl? Ne sesi?'

'Ses işte. Muzlar bir elin birbirine yapışık parmakları gibidir önce. Sonra o parmaklar büyüyüp birbirlerinden ayrılırken ses çıkarırlar. Eğer ağustos ayında bir gece bir muz tarlasına girersen, başka bir gürültü yoksa o sesleri duyarsın...'

'Nasıl bir ses?'

'Çuk çuk çuk...'

'Dalga geçiyorsun benimle.'

'Niye dalga geçeyim habibti? Muz sesleri bir Lübnan gerçeğidir!' "

Ben bilmiyordum muzların sesini,Beyrutlularda bilmezmiş. Ortadoğunun gürültüsü içinde bilinmeyen özel olan bir ses.Aşkın sesi kadar naif,az bulunur..Yazarımız kitabın adını böyle koyuyor
9 ay Beyrutta yaşayarak bu kitabı yazıyor.Arapça öğreniyor.

Muz Sesleri bence iki kere okunacak kitaplardan. İlkinde hikayeyi okursunuz ikincisinde Ece ‘yi.

Aşkı,savaşı ve Beyrut’u anlatırken önce Toz oluyor sonra Biz sonra da Siz .Ortadoğu’nun tozunda Oxford,Paris batıcılığı ile bakılan oryantalist ötekileştirme ön yargılarından insan yaşamlarındaki hakikate ,duygulara varmaya çalışıyor.
Hikayede Deniz var Oxford’da İslam ve yoksulluk politikaları üzerine master yapan oradakilere hiç benzemek istemeyen ama benzerse kabul göreceğini bilen...Sevgilisi olmasına rağmen yalnız ,içindeki özlemlerle kardeşine yazdığı mektupta “Kadında zaman geçmez. Sakın iyileşmek için zamana güvenme” diyen ama Beyrut’ta yarınsız bir zamanın, yaraları nasıl görünmez kıldığını öğrenecek olan Deniz.

"Birlikte yaşanan hikayeler, insanları birbirinin evi yapıyor Şatilla Kampında .Doktor Hamza ile Michelle’in kaderlerini birleştiriyor "insan bir insanda başka bir hayatın kapısını görünce aşık olur" diyen. Kampta insanlara bile yer yokken o yoksunlukta karnı büyürken güzel bir şeylere bakmak istediği için portakal ağacı diken güçlü kadının hikayesini ,savaştan kaçırdığı kızı Filipina’ya mektuplarla anlatıyor Hamza......
"Filipina,
Ben annene, onca zaman sadece bir tek söz verdim. Sadece bir tane. Onu ağustosta muz tarlalarına götürecektim. Muz seslerini dinleyecekti. Çuk çuk çuk çuk... Nasıl sevineceğini, hayret edeceğini düşündükçe... Seni bu yüzden gönderiyorum Filipina. Çünkü bu savaş tek bir söz bile verdirtmiyor insana. Sana bir hayat bile söz veremeyeceğim için gidiyorsun. Değil ki muz sesleri. Belki bir gün... Kim bilir... Ağustosta bir gece, büyüdüğünde...
Bunu hiç unutma Filipina. Sen bir savaşın ortasında, Lübnan'da doğdun. Senin Beyrutun portakal çiçeği kokuyordu, bir duvarı beyaz kireçle boyanmıştı, binalar debke yapar gibi ve insanlar hiç yıkılmayacak binalar gibi birbirlerine tutunmuştu. Senin Lübnanında sadece muz sesleri vardı."

 Jetawi Yokuşu yaşamları, Marwan ,Filipina,tekinsiz politika,tekinsiz aşk, yardım edenin ve edilenin birbirini görmemesi için düşünülmüş ekmek ağacı Beyrut’un kozmopolit yapısı içinde  aslında “tozun “ ne olduğunu anlatıyor.
Bir yerden sonra benim tozuma karışıyor söyledikleri.Herkes kendine hikayeler arıyor ..Herkes kendi hikayesini arıyor. “Dilini bilmediğin bir yerde ağlamak fenadır çünkü seni senin dilinde susturacak kimse yoktur" derken  ” hatırlamanın o berbat mola yerine varıyorum bir anda…Kendi hikayelerim içinde kaybolan ,kaybolmak için hikayeler arayan,artık hafızama değil hikayelerime inandığım sorulardan geriye cevapların kaldığı ,geriye sadece cevapları olan insanların kaldığı. Ama benim kavgamda öfkesi büyük olan kazanmıyor…..

29 Mayıs 2012 Salı

Sultan'ı Öldürmek


Okuduğum bilimsel tarih kitaplarından sonra polisiye örgüsü içinde tarihi de referans aldığını söyleyen yazarı sanırım biraz geç fark ettim ki arayı kapatmak için kitaplarını arka arkaya okumaya başladım. Seyahatlerde en rahat akan kitaplarım oldu hepsi. Ta ki Sultan’ı Öldürmek ’i okuyana kadar.
Hikayeyi kurgularken gereksiz bir tekrara girmiş yazar ve kitap uzadıkça uzamış. Aynı deneyimsel psikolojik kaygıların anlatıldığı sayfalar neredeyse aynı cümlelerden oluşuyor. Bu kitapla yazar biraz da  Dan Brown olmaya soyunmuş. Sorulmayanın , tabu  sayılanın , kutsal atfedilenin sorgulandığı , bazen ters yüz edildiğini görüyoruz ki bana konuyla ilgili ilave bir şeyler daha okumamı salık verdiğini söyleyebilirim. Kitap bir yandan Freud’a  özellikle Dostoyevski ‘nin Karamazov Kardeşler'ini referans alarak yazdığı makalesine atıfta bulunurken romanın örgüsünü de özellikle Patrisid (Baba Katilliği ) ile ilişkilendiriyor.  Burada kitapta konuyu ilginç kılan II.Mehmet’in ( Fatih olmadan önce) babası II.Murat’ı öldürmüş olabileceğinin tartışılması .
20 yıl önce kendisi gibi tarihçi olan sevgilisi tarafından terk edilen Müştak Serhazin bir gün eski sevgilisi tarafından yemeğe davet edilir. Eve gittiğinde kapıyı açık , sevgilisini de ölmüş bulur ve zaman zaman nükseden unutma hastalığı olduğu için de cinayeti kendi işleyip işlemediğini hatırlayamaz. Burada devreye Ahmet Ümit'in meşhur Başkomiseri Nevzat ve  yardımcıları Ali ile Zeynep devreye giriyor. Kitap bu cinayet araştırması ve tarihçilerin Fetih-Fatih tartışmaları etrafında ilerliyor.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

UYUMSUZ DEFNE KAMAN'IN MACERALARI - SU


Buket Uzuner’in uzun zamandır beklediğim bu son kitabı bende hayal kırıklığı yarattı. Nedense Kumral Ada - Mavi Tuna ve İki Yeşil Su Samuru’ ndan sonra hiçbir kitabı bana o yakaladığım lezzeti ve enerjiyi veremedi. 
Öğrencilik yıllarımın psikolojisiyle okuduğum tüm kitaplarıyla onu çağdaş-çalışan-şehirli-özgür kadını yücelten karakterleriyle önemli bir yere koymuştum. 
Aradan geçen o kadar zamandan sonra ne İstanbul ne de Su beni kurgusal olarak tatmin etti. Belki ben artık çalışan kadının özgür; şehirli kadının çağdaş; modern kadının da mutlu olduğuna inanmadığımdandır.Gelibolu hikaye olarak daha ilginçti.
Su dörtlemenin ilk kitabı. Sonrasında Hava,Toprak ve Ateş ile devam edecek.
Kitabın konusuna gelirsek özetle aktivist  gazeteci Defne Kaman ortadan kayboluyor ve Şaman anneanne soyaddaş oldukları Komiser Ümit Kaman ‘a başvuruyor.  Ümit’in dertleştiği sahaf Semahatin ve Alevi Ümit’in Sünni sevgilisiyle arasındaki aşk ilişkisi de kitap boyunca hikayeye eşlik ediyor.
Kitapda bol bol Şamanizm ve Kutadgu Bilig’e atıflar yapılıyor.
Yazarın hikayeyi kurgulamasındaki mantık örgüsüne çok değinmek istemiyorum aslında. Sonuçta bu sanatçı/yazarın kendi iç dünyasında oluşturduğu hayal bir kurgu. Benim için önemli olan bu hayali romana  nasıl aktardığı ,beni de bu hayale ne kadar inandırabildiği ki kendi adıma başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim .Anlatımda çok fazla mesaj kaygısı ve her toplumsal soruna değinme mecburiyeti hissedilmiş. Çevre, HES, Kadına Şiddet, Alevi-Sünni Ayrımı ,Hayvan Hakları, birbirini tekrarlayan bölümler,uzun anlamsız  cümleler bir süre sonra beni sıktı.
Bu kitaptan bana arta kalanlar tekrar Muazzez İlmiye Çığ okuma isteği ve bu zamana kadar neden Kutadgu Bilig okumadığımı sorgulamak oldu.