Kitap Ağacı Devrialem Kulübü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap Ağacı Devrialem Kulübü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2020 Cuma

KIZIL DARI TARLALARI - MO YAN


Başladığımda bu kadar kolay okuyacağımı, hikayenin beni bu kadar sürükleyicini tahmin etmezdim. Elimden bırakamadım. Darı Tarlaları, roman boyunca ana karakter gibi neredeyse her olayın merkezindeydi. Aşk, şehvet, savaş, öfke,intikam ; tüm bu duygular darı tarlalarında yaşanıyor.

İç içe geçmiş hikayeler boyunca ataerkillik, çok eşlilik, lotus ayakların güzel bulunması,kang yataklar gibi Çin’in geleneksel yaşam tarzını da görüyoruz ,savaşın vahşetini de.

Roman bütüncül olarak kronolojik değil. Yeri geldikçe anlatılan geçmiş,özellikle dede ve nine asıl kahraman. 

“-Mişli geçmiş zaman ile yazılmış olması ve olay örgüsünde kronolojik bir sıra takip edilmemesi fazlasıyla yoruyor. “ eleştirisine maruz kalsa da ben çok rahat okudum, görmediği bir zaman dilimini anlatıyor sonuçta. Ayrıca Gabriel Garcia Marquez tarzına özellikle Yüzyıllık Yalnızlık ‘a benzetenler de var ki o tarz bir büyülü gerçekçilik Mo Yan’ın anlatımında yok.

Japonlarla yapılan savaş sahneleri çok vahşi betimlenmiş.Katliamlar, tecavüzler,işkenceler,kokuşmuş cesetler, yakılan köyler, hayvanlar,dışarı çıkan organlar detaylı bir şekilde anlatılırken dayanamayıp okumaya ara verdiğim oldu.Milyonlarca Çinlinin hayatını kaybettiği, çok büyük acıların yaşandığı, insan onurunun hiçe sayıldığı bir ülkenin tarihini kendi  tarzında anlatıyor Mo Yan.

Aslında asıl adı Gujan Moye ,Nobel ödülü almış ilk Çinli yazar. Sakın konuşma anlamına gelen Mo Yan ismini kullanıyor. Çin'in en ünlü ,en sık yasaklanan,en çok korsanı basılan yazarı.

Hikayede beni dehşete düşüren, köpeklerle yapılan bir savaş var ki çok epik.Muhtemelen metafor olarak kullanılan köpekler işgal döneminin farklı Çinli gruplarını temsil ediyor.

“Kalabalığın arasına karışıp mezar içindeki o kemikleri onlarca yıl sonra tekrar gün ışığına çıkan beyaz iskeletleri gördüm.Hangisinin komünist,hangisinin milliyetçi,hangisinin Japon,hangisinin Çin’in kukla ordusu,hangisinin sivil halktan olduğunu korkarım ki eyalet parti sekreteri bile söyleyemez.Kafataslarının hepsi aynı şekildeydi hepsi bir mezarın içine tıkıştırılmış kafatasları tam bir eşitlik içinde yağmurun altında ıslanıyordu”

Savaşın kazananı olmaz, çok güzel özetlememiş mi...

28 Ekim 2020 Çarşamba

BEN,NİNEM ,İLİKO VE İLARİON -NODAR DUMBADZE


Ben, Ninem,İliko ve İlarion ; Dunbadze'den okuduğum ilk kitaptı. 1928 Tiflis doğumlu Nodar Dumbadze’nin otobiyografik unsurlar taşıyan romanı ninesi tarafından büyütülen Ziriko’nun hikayesi.

Yazarın babası Vladimer Dumbadze, Gürcistan Komünist Partisi sekreteriyken  1937 yılında büyük temizlik sırasında tutuklanıp kurşuna dizilir ; annesi ise sürgüne gönderilir. Nodar Dumbadze ise,  Zenobani köyüne, ninesinin yanına gelmek zorunda kalır.

Hikaye bana geçtiği atmosfer bakımından biraz Çevengur'u anımsatsa da okuması daha kolaydı. Dili ve anlatımı rahat ,mizahı kuvvetli bir tarzı var yazarın.İlk sayfadan kapılıyorsunuz

Yaşadığı zorluklarla alay edecek kadar güçlü insanlar,arkadaşlıklar ,unuttuğumuz dostluk duygusu,küçük küçük hikayelerdeki saflık ve sevgi,ilk aşk. Sempati duymamanız imkansız. Gözümün önüne hep geçen yıl kaybettiğim babaannem geldi.


Komünist bürokrasi ile inceden dalga geçerken politikayı, sistem eleştirisini kimsenin gözüne sokmadan sıradan insanların gündelik yaşadığı ironilerle vermesi,Iliko ve Illorion un şakaları ama Zirikoya olan sevgileri hepsi çok güzeldi. Gürcü şarapları bu arada efsanedir. Henüz okumadıysanız Dumbadze'nin bu kitabını mutlaka listenize alın.

30 Ağustos 2019 Cuma

KAYBOLUŞ -GEORGES PEREC


Georges Perec, Kayboluş'u "e" harfini hiç kullanmadan 26 harflik Fransız Alfabesi’ne atfen 25 bölüm olarak yazmış. Çevirmen Cemal Yardımcı’da gene hiç "e" harfini kullanmadan Türkçe'ye uyarlamış ancak 4 bölüm daha ekleyerek 29’a tamamlamış.

Çevirmenin kendinden eklediği bölümler bir yana diğer bölümlerde geçen isimler yerler ve bize ait olaylar gerçekten yazar tarafından mı yazılmış yoksa çevirmen tarafından mı uyarlanmış merak ediyorum. Orjinal metin hakkında bilgi sahibi olan varsa yazsın lütfen.

E'nin kayboluşu Perec'in metaforu.Kimilerine göre bu metafor 2. Dünya Savaşında kaybettiği anne ve babasını işaret etmekte, 
Kayboluş okuyucu açısından zor bir okuma.Kurgu ancak 14. bölümden sonra anlam kazanmaya başlıyor.
Uykusuzluktan muzdarip Anton Ssliharf (orjinalinde Anton Voyl-voyelle kelimesini kısaltmış-) bir gün gizemli bir şekilde ortadan kaybolur,önce intihar ettiği düşünülür. Anton'un tuttuğu günlükten hareketle arkadaşları onu bulmaya çalışır.Ancak  ipucu onları kime yaklaştırsa,o kişi ölmektedir.

Kayboluş son derece deneysel bir yazım..Bir harfi hiç kullanmadan yazmak anlamına gelen Lipogram tekniğiyle yazılmış Lipogram, Oulipo  ( Ouvroir de Litterature potentielle ) denen edebiyatta yaratıcılığın zorlanması akımından geliyor. 

Öte taraftan çevirmene de büyük iş düşmüş.içinde "e" harfi geçen bir kelimeyi kullanmamak onun yerine başka bir kelime bulmak yada otuz beş dememek için  otuz üç+ iki demek  gibi oyunlara başvurması ,çevirinin ötesinde zeka işi.

Bu kitabın yorumlarında doğal olarak "e" ayrıntısı öne çıkartıldığından Perec’in entelektüel bilgi seviyesi gölgede kalıyor.Metinde pek çok yazara ve düşünere gönderme var ancak yazarla eş-kültür seviyesindekilerin anlayabileceği göndermeleri ben dahil çoğu okuyucunun anlamaması olası. . Kendi adıma zor ama besleyici bir okuma oldu diyebilirim.

12 Temmuz 2019 Cuma

DENİZ KENARINDA GEYİKLER - RALF ROTHMANN



Okuması kolay,anlaması yorucu bir öykü kitabı özetle. 

Edebiyat var mı var, 
"Korkunun sonu aynanın ardında; camdan bir kapı, uzun bir koridor” ; 
“Ve kadını üzüntüsünden uyurken buldu.” 
gibi kendi içinde üstelik pek lezzetli bu tarz cümleler şimdi ne anlattı bu öyküde karışıklığı içinde kayboluyor. Daha çok kurgusuz hikayeler anlatmış Rothmann.

Kısacık bir kitap ancak elime alıp bir kere de bitirebileceğim bir yazım dili yok. Öte taraftan hikayelerin geçtiği Avrupa kırsalını zaten çok severim,burada da en çok hoşuma giden coğrafi atmosfer oldu.Daha kışa yakışacak bir kitapmış aslında.

Ralf Rothmann 1953 yılında Schleswig'de doğmuş. Gençliği romanlarının bir kısmına mekân olarak aldığı Ruhr bölgesinde geçmiş. Öğrenimini yarım bırakarak inşaatlarda ve çeşitli işlerde çalışmış. İlk öykü kitabı Messers Schneide’yi 1986’da yayımlamış. Heinrich Böll, Max Frisch gibi pek çok edebiyat ödülü var.

Yorumlayanlar özellikle romanlarının otobiyografik öğeler taşıdığını söylüyor ki bunu öykülerinde de görmek mümkün. Olayın kahramanları genelde yazarın daha önce yaptığı meslekleri yapıyor.
Öykülerin isimleri son derece ilgi çekici,genelde çok hoşuma gitti. Ancak kurguyla en az bağlantılı kısımların başlık olarak seçilmesi ile okuyucuyunun ilgisini mi çekmeye çalışmış,  anlayamadım.

31 Mayıs 2019 Cuma

BİR GARİP AŞK ÖYKÜSÜ - CARL JOHANN VALLGREN



Carl Johann Vallgren’in 2002 yılında yayımlanan Bir Garip Aşk Öyküsü Türkçe’de çevrilmiş ilk kitabı.Fiziksel kusurlarıyla doğmuş Hercule  Barfus ile Henriette Vogel’in aşkını anlatan bir kurgusu var. Bir çeşit Güzel-Çirkin hikayesi ancak büyülü gerçekçilik (buna itiraz edenler olabilir) unsurları mevcut.Yerini elbet tutmaz ama bana Marquez'i özlediğimi hissettirdi. Suskind'in Koku'suna benzetenler de olmuş.

Hercule insan düşüncelerine sızabiliyor. Kilise’nin Hercule’e şeytanın oğlu  yapıştırması yapacak çirkinliğini Vallgren çok başarılı biçimde tasvirlemiş.  Dönem 19.yy başları. O dönemin aydınlanmacı ruhuyla çatışan eski geleneklerin acımasızlıklarını ,sadece dini otoritelerin değil,halkın da ötekileştirdiği tımarhanelere kapatılan bu insanların durumunu dokunaklı bir şekilde hikaye etmiş.

Öte taraftan Hercule’ün aşka inancı,kıskançlıkları,acıları o kadar insani ki ;onun üstün mücadelesini saygıyla karşılamamak mümkün değil.Zamanın Prusya toprağı Königsberg ‘de başlayan hikayesi Avrupa boyunca İtalya,Britanya ve en sonunda Amerika’ya uzanıyor.

Yazarın anlatımı,dili sade ve çok akıcı.Başarılı bir çeviriyle son derece keyifli,okunası bir kitap Bir Garip Aşk Öyküsü. Kapaktaki resim Goya'nın bir tablosuna ait.Yazarın dilimize  çevrilmiş Deniz Adamı isimli bir kitabı daha var.

1964 İsveç doğumlu Vallgreen aynı zamanda bir müzisyen.Söz ve müziklerini kendisinin yaptığı albümleri var. İncelemek isteyenler için linkini ayrıca buraya ekliyorum.


23 Nisan 2019 Salı

IZA'NIN ŞARKISI - MAGDA SZABO


Geçtiğimiz ay çağdaş dünya edebiyatının önemli isimlerinden Magda Szabo’yu okuduk. 1917 Macaristan doğumlu Szabo Avrupa Edebiyatı'nın da en önemli yazarlarından biri kabul ediliyor.

Szabo, Dünya Savaşı sırasında kaleme aldığı yazılarından dolayı sakıncalı kişiler listesinde yer alınca yazılarına ara vermek zorunda kalır.Öğretmenlik yaptığı bu dönemde yazdığı Fresco 1958 yılında yayımlanır ve hem ulusal hem de uluslararası çapta önemli bir çıkış yakalar. Bu başarılı çıkışın ardından 'Yavru Ceylan', 'Iza'nın Şarkısı', 'Kapı' ve 'Katalin Sokağı gelir. Szabo; otobiyografik unsurlar taşıyan ve baş yapıtı kabul edilen 1987 tarihli Kapı ile Fransa'nın saygın ödüllerinden olan 2003 Prix Femina Etranger ödülünü alır.2007 yılında 90 yaşında öldüğünde kitapları 30’dan fazla dile çevrilmiş yazarın kitaplarını bizde YKY'da bulmak mümkün. 

İza’nın Şarkısı’nda hikaye Macar topraklarında geçiyor.Ancak kuşak çatışması,taşra hayatı-büyük şehir ikilemi gibi evrensel  bir kurgusu var. Okurken empati kurmamak mümkün değil. Evlat olma kavramı, anne olma rolü. Sonra iletişimsizlik.

İza’nın soğukluğu aslında kendini koruma güdüsü.Yoksulluktan gelip doktor oluyor,saygı görüyor , ailesi için iyi şeyler yapmaya çalışıyor. Anne yıllarca eş olarak görev bilinciyle çalışmış,şimdi rahat etsin diye oyalanacağı işlerin elinden alınması onun içe kapanmasına neden oluyor.Yaşlıların eski alışkanlıklarını, eşyalarını bırakmaları duygusal olarak ağır olabiliyor. Sanki hatıralarını bırakıyor.İza’nın bilerek kırgınlık yarattığı şeyler değil ama özünde iletişimsizlik var.
Szabo’nun akıcı,tertemiz anlatımıyla beni en az McEwan’ın Kefaret’i kadar etkiledi diyebilirim. 



20 Şubat 2019 Çarşamba

İBRET TAŞI - İSMAİL KADERE




Devrialem okumalarının Ocak kitabı İsmail Kadere’nin İbret Taşı idi. Balkan tarihine özel bir ilgim olduğundan merak ederek okuduğum metni açıkçası kurgusal olarak karışık buldum. Yeni bir şey öğrenebilir miyim diye zorlanarak bitirdiğim bir kitap oldu. Daha önce herhangi bir kitabını okumadığım için diğer kitaplarıyla bir karşılaştırma yapamayacağım. Bu kadar sevilen bir yazar hakkında negatif bir ön yargım olsun istemiyorum. Belki daha sonra başka bir kitabını denerim.

Kitaba ismini veren İbret Taşı baş kaldıran paşaların,başarısız devlet görevlilerinin kesilen başlarının yerleştirildiği yer. Payitaht’ta bir simge olarak duruyor.

Amos Oz’u okurken Kibutz’ları öğrenmiştim.Bu kitaptan da Kra Kra rejimi kaldı.Konu genel olarak isyanlar,idamlar,kesik başlar yönetim erkinin elde tutulma telaşı,güç gösterileri.

İlk bölümde kesik başla yapılan yolculuk ,bozulmasın diye tuzlamalar,kimyasallamalar, taşıyıcının ruh halinin sayfalar dolusu anlatılması pek bana göre değildi.Tepedelenli Ali Paşa'nın yarım yamalak hikayesi,Hurşit Paşa'nın ne ara,neden idam edildiğinin belli olmaması,kopuk kopuk metinler kısacık kitabı zihnimde bir türlü toparlayamadı.

Yazarın (analizlerinde haklı yada haksız )Man Booker almasının da politik olduğunu düşünüyorum. İsmail Kadere Arnavut halkının Batılı Hıristiyan kültürüne ait olduklarını Osmanlı hakimiyetiyle zorla müslümanlaştırılarak doğuya yaklaştırıldıklarını ve bu durumun Arnavut halkının asıl kimliğini yok ettiğini savunuyor.

10 Ocak 2019 Perşembe

HÜZNÜN FİZİĞİ - GEORGI GOSPODINOV


Beden hatıralardan kaçamaz ve insan sonsuza dek çocukluğunda kalır mı gerçekten ?
Kalmaz mıyız çoğunlukla. Hele Hüznün Fiziği'ni okurken kendi anılarımdan çıkamadım. 

Komünist bir ülkede olmamamıza rağmen 70’lerin sonu 80’ler imkanlarında bir dünya betimlediğinde zaman kapsulünü okullarda çoğumuza yaptırmamışlar mıdır.Pazar günleri seyrettimiz Kızılderili filmleri,Britanica Ansiklopedileri,sonra annemin,ananemin bana elbise diktiği Singer dikiş makinesi,biz de VHS videolar kiralardık; konu komşu seyredilirdi.
Hiç Tamagotchim olmadı,bıraksalar gerçek bir köpeğim olurdu ama.
Zaman kapsulü şimdi Facebook derken ne isabet. 
Öyle şeylerden söz etmiş ki, Alain Delon deyince bi durdum.Babam çok severdi. Cyrano de Bergerac akil kafayla gittiğim ilk oyundu.
Gaustin’in zihni-çılgın projeleri çok sempatik değil miydi?Bilet parası olmayana film anlatmak, hele kondom defilesi (kimin aklına gelir ki)

Gospodinov anlatımını bölümlere ayırmış ama anlattıkları gene ortaya karışık.O hatıradan bu felsefeye atlarken ailesi,mitoloji bir yana kimler yok ki; Pessoa, Borges, Hemingway, Gaustin, Augustinus...


Direkt söz etmez ama Minator en çok Picaso’yla özdeşleşmiştir. Hıristiyanlık öncesi Mithra Kültü onun sürrealizmi ile Minotauromachy eserinin simgesi olur. Sadece boğa da değil, Mithra kültünün merdivenlerini kullanarak Çarmıha Geriliş'te iki dini bir görür.
Nasıl ki Minotauros Picasso'da vahşeti ve dönemin faşizmini ifade eder, kitapta anne baba çalışmak zorunda olduğu için Komünüzmin terk edilmiş hisseden çocuğu aynı zamanda sistemi sorgular.
Kurgu sistematiği olmadığından herkes için kolay bir okuma olmayabilir ancak ben çok beğendim.

"Kıyametten sonraki gün hiçbir gazete olmayacak. Ne kadar garip. Dünya tarihinin en mühim olayı basına yansımadan kalacak.''

19 Aralık 2018 Çarşamba

DEVRİALEM

Dünya kazan biz kepçe. Geçen ay ilk okumasını yaptığımız Kitap Ağacı Devrialem Kulübü kitaplarının listesini elimin altında olsun diye buraya ekliyorum. Hem belki listeden okuma yapmak isteyenler de çıkabilir.
Yorumladıkça link vereceğim ki merak edenler de bakabilsin.

Ayrıntılı bilgi isteyenler Sevgili Fatoş @fatosun_zamani ve Pınar @pinuccias ile iletişime geçebilirler. Şahane bir liste yapmışlar.


Kitabın Adı Yazarı Yazarın Ülkesi
İncir Tarihi Faruk Duman Türkiye
Hüznün Fiziği Georgi Gospodinov Bulgaristan
İbret Taşı İsmail Kadare Arnavutluk
Derviş ve Ölüm Meşa Selimoviç Bosna Hersek
Iza'nın Şarkısı Magda Szabo Macaristan
Çevengur Andrei Platonov Rusya
Bir Garip Aşk Öyküsü Carl Johan Vallgren İsveç
Deniz Kenarında Geyikler  Ralf Rothman Almanya
Kayboluş Georges Perec Fransa
Acı Bir Başlangıç Bu Javier Marias İspanya
İnci Gibi Dişler Zadie Smith İngiltere
Dublinliler James Joyce İrlanda
Alıklar Birliği John Kennedy Toole Amerika
Düşen Şeylerin Gürültüsü Juan Gabriel Vasquez Kolombiya
Mayta'nın Öyküsü Maria Vargos Llosa Peru
Ağla Sevgili Yurdum Alan Paton Güney Afrika
Küçük Şeylerin Tanrısı Arundhati Roy Hindistan
Nazlı Kar Junichiro Tanizaki Japonya
Cebelavi Sokağı'nın Çocukları Necib Mahfouz Mısır
Pusudaki Panter Amos Oz İsrail







26 Kasım 2018 Pazartesi

İNCİR TARİHİ - FARUK DUMAN









İncir Tarihi Kitap Ağacı Devrialem Kulübü'nün 20 ülkeden şeçilmiş ilk kitabıydı.

Faruk Duman’ın daha önce Köpekler İçin Gece Müziği’ni okumuştum. Orada o masal atmosferini gene hissetmiş,ormanı ve hayvanları sanki birer roman kahramanı gibi okumuştum.O anlatım biçimini İncir Tarihi nde de hissediyorsunuz.

Her şeyden önce yazım uslubu kendine has.  Eski kelimelerle oynamış.
Metaforlar,mitolojik karakterler:biraz gerçek üstü biraz binbir gece havası var.  Mastarlı cümleleri yada özne vurguları çok belirleyici.

Doğrusu biz küsmekliği kavukludan öğrenmişiz.  Ümmiktir ki … Bir şey yapmaklığımın söz konusu olmadığını…böyle bir dil kullanıyor Faruk Duman.

Yada bir duyguyu anlatırken  onun vuruculuğunu belirtmek için kullandığı kelimeler ;Korku korkmuş…Didik didik didiliriz gibi.
Karanlıkta balıkların soluk alıp verişlerini duyuyordu….

Nevşehirli İbrahim’in Burunnamesi güzeldi mesela. Uslup Oktay İhsan Anar'ı anımsatıyor hemen.

Kitapta sufilerin bir ağacı yada bir hayvanı asla yalnızca bir ağaç yada hayvan olarak görmediğini bunları Allah’ın yeryüzündeki işaretleri olarak gördüklerini belirtiyor.

Faruk Duman’da nesneleri sadece nesne olarak görmüyor. Onlara bir kişilik yakıştırıyor.

"Sonra irili ufaklı kuşlara her biri yedi canlı piyade gibi ölümsüz kaplanlara tilkilere fillere yılanlara börtü böceğe haber salarak kendi askerlerini de silahlandırarak cümlesini Rumeli’nin uçsuz bucaksız  ovasında topladı.”
“Bozkıra öyle bir feryat ettim öyle yalvardım ki bozkır efendi bana acımakla sanırdın bunu kendi eliyle tutup kaldırdı gel aradığın şey buradadır dedi”…
“Kol da bunu duyunca olmaz demedi parmaklarını açıp yüzüğü bize verdi”… gibi

 Hayvanlara,doğaya,insan uzvuna,hançerlere kadar hepsi kitabın karakteri içinde yer alıyor

Ana karakter Zeyrek’in kitap boyunca çocukluktan ilk gençliğe geçişini kendini varlığının farkına varmasını görüyoruz.  Aşık olduğu kadının adı Kelime Hatun. Gence’li bir şairle kelimelerin niteliğini tartışıyor. Hikayeninin  halkası Kelime’ye kavuşunca   tamamlanıyor. İnsanın anlam arayışı gibi.

Ümmik’e Beberuhi der mesela. Karagöz ‘ün kısa boylu matrak karakteri. Aslında bir süper kahraman.Zeyrek’i defalarca kurtarıyor. Tas sadık bir hayat arkadaşıdır.Sevilendir,korunandır

Benim de katıldığım en güzel cümlelerden biri “Yurt dediğimiz şey kokudan ibarettir ve biz aslında kendi yurdumuzu bu kokuyla tanırız”. Muhtemelen çoğumuz için çocukluğumuzun kokusu İncir kokusudur. Üsküdar’da büyümüş biri olarak ayrıca anlamlıydı. Hele de okurken evden çok uzaktayken.