Pegasus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pegasus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ocak 2021 Cuma

YENİÇERİ AĞACI - JASON GOODWIN

 



Uzun zamandır okumak istiyordum, hakkında yazılan yorumlar çok iyiydi. Aynı zamanda tarihçi olan  Jason Goodwin dönemi öyle güzel anlatmış,mekanları,sokakları ,kültürel yaşayışı öyle detaylı vermiş ki okurken bu hikayeyi yabancı birinin yazdığını unutuyorsunuz..Hele yemek tarifleri. Yaşim bir midyeli pilav yapıyor off offf....Bu tariflerle 2016’da Yashim Cooks Istanbul 'u çıkarmışlar.

Jason Goodwin Cambridge Üniversitesi’nde Bizans Tarihi okumuş, ardından Osmanlı’ya merak sarmış. İki arkadaşı ile Polonya’dan İstanbul’a yürüyerek bir seyahat yapmışlar. Geçtikleri eski Osmanlı yerleşimleri bilgisini ve ilgisini daha da pekiştirmiş.Bu seyahati Bir Ucu Altın Boynuz ismiyle kitaplaştırmış.2006 yılında dedektif Yaşim serisinin ilk kitabı Edgar Ödüllü Yeniçeri Ağacı’nı yayımlamış.  

Hikaye 1836’da geçiyor. Yeniçeri Ocağı kaldırılmış üzerinden 10 yıl geçmiştir. Yeni ordu Asakiri Mansure’den subaylar öldürülünce 2.Mahmut eski haremağası Yaşim’i olayı çözmesi için görevlendirir. Bu arada haremde cariyelerden biri ölü bulunmuştur. Yaşim İstanbul’un bu tarihi atmosferinde  sürükleyici bir soruşturma yürütür.

Serinin diğer kitaplarından Yılanlı Sütun 2007 de basılmış.

·         The Bellini Card (2008)

·         An Evil Eye (2011)

·         The Baklava Club (2014) ın çevirilerini bulamadım.

Goodwin, Yaşim’i kültüre hakim,padişaha ve ailesine bağlı ,her yere girip çıkabilen hadım bir karakter olarak yaratmış. İyi yemek yapan,edebiyata düşkün biri.  Valide Sultan ile arası çok iyi.Ondan Fransızca kitaplar alıp okuyor. Balzac, Stendhal, Gautier ve Alexandre Dumas seviyor, rüyasında Tehlikeli İlişkiler’deki Merteuil Markizi ile konuşuyor.Rumca, Ermenice, Fransızca biraz da Gürcüce biliyor.

Goodwin’in dili rahat, okuması keyifliydi.Kurgu sonlara doğru iyice karışsa da elimden bırakamadım. Yılanlı Sütun’u da okuyacağım.


31 Mayıs 2020 Pazar

ZEHİR - S.J.BOLTON



Okumalarımın yoğun olduğu zamanlarda olmama rağmen,içimden çok da yazmak gelmiyor. Her geçen gün daha da acayip bir hal alan yaşamlarımız bir distopya romanının içinde gibi hissettiriyor ziyadesiyle.

Bolton’ın ilk kitabını çok hızlı bitirince,Zehir  bu ara okunacak en iyi seçeneklerden biriydi. Bu kitap da Kurban gibi ortalama bir thriller.Öyle süper bir gerilim ve koşturmaca yok ama kendini rahat okutuyor .Yalnız eğer yılanlarla ilgili fobiniz varsa biraz rahatsız edici olabilir. 

Hikaye İngiltere kırsalında, geçmişinde karanlık tarikat-kilise ilişkileri olan bir kasabada geçiyor. 
Anladığım kadarıyla Bolton romanlarında, her şeye burnunu sokan ve kendini olayların ortasında bulan kadın kahramanlar hikayenin de ana karakterleri. Her iki hikayenin sonuçları tahmin edilebilir olmasına rağmen kadın karakterlerin ilişkileri beni yanılttı. J



17 Nisan 2020 Cuma

KURBAN - S.J.BOLTON


Geçtiği atmosfer yada içerdiği mitolojik öğeler yüzünden Kurban bana Bataklığın Kayıp Tanrıları’nı anımsattı.Çok sürükleyici ve kolay okunan bir konusu var.Hikaye Shetland adalarında geçiyor. Doğa,çayırlar,uçurumlar,dalgalar tipik bir Kuzey arka planında geçen mistik cinayetler.

Doğum Uzmanı Tora, Shetland’a taşındıktan sonra evinin bahçesinde kalbi sökülmüş bir kadın cesedi bulur. Üzerine Trol efsanelerini anımsatan işaretler kazanmıştır. Aynı işaretler evinin bodrumunda da vardır.

Kurban’ı Bolton geleneksel Britanya mitlerine olan tutkusundan yazar. Lancashire doğumlu S.J.Bolton kariyerinin ilk zamanlarını pazarlama ve halkla ilişkiler alanlarında çalışarak geçirir.Londra’da finans alanında kariyer yapan Bolton sonrasında serbest çalışıp kendine bir aile kurmak ve yazmak için Londra’dan ayrılır. 

Kurban yazarın ilk kitabı.Bazı acemilikleri göz ardı edilirse gayet güzel okunuyor.Ben sevdim.

18 Aralık 2019 Çarşamba

LYKKE - MEIK WIKING



Geçen yıl okuduğum Hygee (burada) ve Lagom (burada) gibi Lykke de İskandinavların yaşamdan keyif almak üzere kullandığı kelimelerinden biri. Mutlu olma sanatı gibi bir  anlamı var.

Hygee ve Lagom’ u yirmi milyonluk beton bir şehirde yaşarken sistemsel olarak çoğunu uygulamak neredeyse imkansız eleştirisiyle yorumladıktan sonra Lykee'i okumayı düşünmüyordum. Ancak bu karanlıkta kalkıp karanlıkta eve vardığımız uzun kış günlerinde bir parça yardıma ve motivasyona  hayır diyemeyeceğim. Her ne kadar kolektif bilincin yönlendirdiği yaşam tarzlarının ekseninde yaşıyorsak da kendimize uyarlayabileceğimiz ufak tefek kişisel uygulamalar ile kesinlikle ilham verici.

Meik Wiking, Danimarka Mutluluk Enstitüsü’nün başkanı, Hygee kitabının da yazarı. Nasıl daha mutlu oluruz sorusunun cevabını vermeye çalışıyor. Lykke daha çok  yöntemler üzerinden gidiyor. Değişik ülkelerin alışkanlıklarından örnekler veriyor. Bisiklet kullanmaktan günlük egzersizlere, yiyecek önerilerinden uluslararası mutluluk raporlarına,ülkelerin gülümseme oranlarını kıyaslayacak kadar ayrıntılı  kültürel bir kitap yazmış.

Birleşmiş Milletler bünyesinde, bağımsız araştırmacılar tarafından yapılan araştırmalar ışığında bu yıl 7.si yayımlanan Dünya Mutluluk Raporu 2019 , 156 ülkede yapılan araştırmalar ve anketlerden oluşuyor. Yapılan araştırmalar, kurulan kişisel ilişkilerin yanı sıra komşuluk ve mahalle ilişkilerinde yaşanan sosyal tatminin en büyük mutluluk kaynağı olduğunu gösteriyor.Neyse ki biz toplumsal ilişki olarak buna daha yakın yaşıyoruz. Bizim geri sıralarda olmamızın başka nedenleri var.

Lykke, yaşam tarzınızı kökten değiştirmenizi önermiyor; sadece ufak değişikliklerle daha mutlu bireyler olmanız için ipuçları veriyor.

Çok hoş fotoğraflar ,detaylar var. Keyifli vakit geçirilebilecek dediğim gibi çoğu yapılabilir ilham verici fikirler veren bir kitap.

19 Haziran 2019 Çarşamba

GÖZ KOLEKSİYONCUSU - SEBASTIAN FITZEK


Fitzek’in daha önce Yolcu 23’ünü okumuş ve beğenmiştim. Göz Koleksiyoncusu yazarın son kitabı. Hikaye alışılmışın dışında sondan başa doğru kurgulamış ve dizgisi de öyle yapılmış. İlk sayfayı açtığınızda örneğin sayfa 387, bölüm 12  yazıyor  sonra geriye doğru gidiyor.
Hikaye ilerledikçe ilginçleşiyor ve sonunda neden başa döndüğünü anlıyoruz dolayısıyla hikaye yarım kalıyor.  Devam kitabı bakalım ne zaman gelecek.

Fitzek bu hikayede görme engelli bir karaktere yer vermiş. Kitabı yazarken de onlarla ilgili çok araştırma yapmış. Yanlış bilinen bir sürü efsaneyi  karakteri üzerinden okuyucuya aktarırken bu alandaki farkındalığı da artırıyor .

Ana karakter Zorbach eski bir polis.Yaşadığı kötü bir deneyimden sonra işini bırakmış, gazeteciliğe başlamış. Kaçırılan çocuklarla ilgili haber peşindeyken kendini olayların içinde buluyor.

Kurgu genel olarak sürükleyici ve kendini çok rahat okutuyor,gerilim düzeyi tatmin edici.  Hikayenin neden başa doğru gittiğini ancak sonunda anlayabildım, bu benim için keyifli oldu. Öte taraftan katil tam tahmin ettiğim gibi çıktı ki bu kısmı zayıftı.Daha sürpriz bir isim kurguyu katlardı.


26 Nisan 2019 Cuma

İNTİKAM YAZI -ANDREAS GRUBER


İntikam Yazı Walter Pulaski serisinin bizde basılmış ilk kitabı. Bu seri dışında yazarın Maarten S. Sneijder ile Peter Hogart serileri  gibi polisiye kurguları ayrıca korku ve fantastik kitapları da mevcut. 1968 Viyana doğumlu Andreas Gruber ailesiyle Grillenberg’de yaşıyor.

Kitabın konusu  Almanya Avusturya Danimarka üçgeninde geçiyor. Muhtemelen çok iyi bildiği bir bölge olduğundan oradaki coğrafi atmosferi çok iyi yansıtmış.Kuzey Denizi ve Sylt adasının yağmurlu karanlık ortamı hikayenin gerilimine uygun bir arka plan sağlamış.

Viyana’da gizemli kazalara kurban giden bazı zengin adamların ölümlerinin tesadüf olmadığına inanan Avukat Evelyn Meyers olayı araştırmaya başlar. Öte taraftan Leipzig’de bir psikiyatri kliniğinde göçmen bir kız intihar etmiştir. Başka kliniklerde de benzer olayların olması Başkomiser Pulaski’yi şüphelendirir.  İki paralel hikayenin bir noktada birleşmesi dehşet verici gerçeklerin ortaya çıkmasına sebep olur. 
Temposu yüksek kurgu yer isimlerinin çokluğundan biraz zorlasa da okuyucunun merakını sürekli  canlı tutuyor. Ayrıca hikayede biraz abartı ve mantık hatası yok değil ancak ben Pulaski’ yi sevdim.


Gene Pegasus'tan çıkan Ölüm Fermanı ve 48 Saat Sneijder serisine ait ancak ilk iki kitap atlanıp nedense üçüncüden başlanmış.

31 Ağustos 2018 Cuma

YOLCU 23 - SEBASTİAN FITZEK


İskandinavların karanlık polisiyelerinin yanında bu Almanların da ayrı bir yeri var. Genellikle pek hayal kırıklığı yaşamadığım için yazarın önceki kitaplarını okumadan Yolcu 23' ü denemek istedim.

Sebastian Fitzek hem ülkesinde hem de çevrildiği ülkelerde çok seviliyor.1971 Berlin doğumlu yazar ilk kitabı Terapi ile 2006’da Almanya’da Da Vinci’nin şifresini ilk sıradan indiriyor.Yalnız Almanya’da 5 milyon civarında kitap satan Fitzek ‘in dünya çapında 12 milyondan fazla sattığı söyleniyor.

Yolcu 23  adı istatistiki bir önermeden geliyor.İddiaya göre her yıl ortalama 23 kişi deniz yolculuğu sırasında ortadan kayboluyor. Kurgu da bu önermenin üzerine kurulu aslında.

Berlin Polis Departmanından psikolog- polis Martin Schwartz beş yıl önce karısını ve oğlunu bir gemi yolculuğunda kaybetmiştir.Acısını unutmak için kendini en tehlikeli görevlere atarken bir gün yaşlı bir kadın yazardan telefon alır.Kadın ona Sultan of the Seas gemisine mutlaka binmesini ve ailesinin başına gelenleri bulacak ipuçları olduğunu söyler.
   
Benim için son derece sürükleyici ve merak uyandırıcı bir hikayeydi. Sonuna kadar tatmin etti ,asla suçlunun kim olduğu konusunda emin olamadım.

Yazarın daha önceki kitapları çıtayı çok yükseğe koyduğu için Fitzek hayranlarının beklentisini çok karşılamamış . Demek ben henüz daha iyilerini okumadığım için şanslıyım. Sizler de bana öneride bulunursanız çok sevinirim.

29 Ağustos 2018 Çarşamba

LAGOM - LINNEA DUNE


Ne fazla ne eksik ,tam kararında. Yani tam da doğada olması gerektiği gibi.

İsveç’in Lagom felsefesi özetle sadelik üzerine kurulu. Evde,iş yerinde,sosyal hayatlarında aşırılıklardan kaçınarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Kişisel ilişkilere ve hobilerine çok önem veriyorlar,Doğada fazlasıyla vakit geçiriyorlar.

Hygge ‘yi okurken düşündüklerim bu kitapta da geçerli elbet. Sosyal haklar ve yaşam standardı açısından fersah fersah uzaktayız. Bu dengeli yaşama sanatının %40'ı bize bağlıysa geri kalanı yaşadığımız sisteme bağlı maalesef.
Çalışma hayatının dengede olabilmesi için önce sistemin sonra iş verenlerin bunu sağlaması gerek. Aileye vakit ayırma,çocuklarla ilgilenmenin ebeveyn izinleriyle ayarlanması gibi bize ancak gelecekten gelen uygulamalarla bizim Lagom yaşamamız ütopik.

Kırsala kaçma hayali kurmadan, şehir yaşamını çevreye zarar vermeden idame ettiren ve sistemin onlar için her şey olduğu ülkeler doğal olarak mutluluk yöntemleri üzerine felsefe yapıp pazarlayabiliyorlar.

Büyük büyük ebeveynlerimizin yaşam tarzlarını küçümseyip kendi özümüzden koptuğumuzdan beri “mutluluğa nasıl ulaşılır” konusu bugünün bir tüketim aracı haline geldi .

Zaten kendi tarımını yapan birkaç kuşak öncesini bir tarafa bırakırsak , biz apartman çocuklarına ekin dikin kendinizi daha mutlu hissedeceksiniz önerileriyle gelen İskandinav kültürü ormanda mantar toplayıp,göllerde yüzerek bu felsefeyi  dünyaya ihraç ediyor. 

Bizim ise kendimize dönüp kızmamamız imkansız. Evet Lagom, bu şehirde bir önceki kuşağın işten çıkınca yüzdüğü içi balık dolu bir deniz vardı,senin evde yap dediğin herşey zaten evde yapılırdı.Sosyalleş dediğin komşuluk her akşam içilen çay ;evde eksilince istenen tuzdu. Arkadaşlık sokakta seksek oynamaktı. Şimdi mi ? işten çıkıp 1 saat trafikte en nezaketsiz karşılaşmaları savuşturup eve denge içinde ulaşıyorum;hatta ne sosyal ne ekonomik gidişata takılmıyorum!

24 Temmuz 2018 Salı

SÜRÜ - FRANK SCHATZING


Frank Schatzing’in bu tuğla kitabının kapağına TheTimes’dan “dev bütçeli bir film gibi" yorumu boşuna gelmemiş. Sayfa sayısı çok, puntoları küçük bu kitabı taşıyıp,okumak ne kadar meşakkatli olsa da bırakılmayacak bir hızda okunuyor.

1957 doğumlu Alman yazar Köln’de doğmuş.Üniversitede İletişim Bilimleri okumuş. Sonrasında reklam ajansı kurmuş. 90’lı yıllarda  romanlarını yazmaya başlamış. Onu asıl tanıtan Sürü yani The Swarm 2004’de yayınlanmış. Pek çok ödüle de layık bulunan Sürü 27 dile çevrilmiş.

Sürü temel  anlamda insanın kendini her türlü canlıdan üstün gören kibrine bir eleştiri.  Bilmediğimiz okyanus dünyasının  gezegendeki en zeki  canlı olduğu yanılgısındaki insanoğlunu dize getirme kurgusu üzerine sadece bir roman değil enfes bir araştırma. 
Denizlerin kirlenmesinin,ısınmasının nelere mal olabileceğini kafamıza vuruyor. Öyle bilim kurgu gibi değil  her yaşam kaynağına saygı duymamızı öğütlüyor özetle.  Deniz tabanındaki bakterilere, dip solucanlarına ,omurgasızlara..
Hepsinin bir varlık sebebi var kendi üst yaşam zincirini etkileyen özellikler barındırıyorlar.Zihinsel yetenekleri bizim için hala bir muamma. Frank Schatzing bu bilinmezi çok güzel kullanmış ve çok okunası bir roman yazmış.

22 Haziran 2018 Cuma

HYGGE - MEIK WIKING


Biz memleket problemleriyle hemhal olmuşken yaşadığımız her sosyo-ekonomik, politik sıkıntı psikolojilerimizde misliyle karşılığını bulmuşken, şu aralar  "bak dünyada mutlu insanlar da varmış" diye karşımıza kitaplar yeni yaşam felsefeleri çıkıyor. Dünyanın en mutlu insanların yaşadığı iddia edilen Danimarka’da  buna da Hygge diyorlarmış. Tam çevrilemeyen ancak hissedilen bu Hyggelig yaşam şekli uzun ve karanlık kış günlerini daha az depresif geçirmek isteyen ,kendine keyifler arayan bölge insanı tarafından çok önemseniyor.

Artan sosyal medya kullanımı ile çığ gibi büyüyen tüketim alışkanlıkları ve kapitalizmin pompaladığı yaşam tarzı eskisi kadar haz vermemeye başladığından sadeleşme, Uzakdoğu felsefeleri bize de uğramaya başladı. Eski mütevazi yaşamlarımızı yeniden keşfeder olduk.Evimizi Marie Kodo ile düzenleyip, kahvemizi kendimiz yapıyor ve çok cool oluyoruz. Bunlara ek olarak benim özellikle çok öykündüğüm İskandinav yaşam tarzı da dünyada merak edilenlerden.  Hygge daha çok bir yaşam tarzı ve bunu her alana yansıtan bir felsefe.Aydınlatmalardan gidilecek restauranta kadar seçimleri etkiliyor.

Öte taraftan fark ediyorum ki biz Alman ekole sahip bir anneden geldiğimizden yıllarca bunu bilmeden uygulamışız zaten.Çocukken sırt çantasına sandviçler ve termos kahve hazırlayıp bizi müze müze gezdirip sonra parklarda piknik yaptırması çok Hygge imiş de biz bilememişiz. 

Hygge felsefesi için çok paraya ihtiyaç yok. Arkadaşlarla bir araya gelip sohbet/yemek, kışın bir battaniye altında kahve/şarap vs ile güzel bir kitap keyfi,yakılan bir mum , işyerinde öğle arası bir parkın bankında kahve içip nefes almak onların kendilerine ayırdıkları mutluluk zamanları. Aslında çok bizlik ! Bu koca şehirde plaza beyaz yakalılarının gidebileceği en yakın ağaçlı alan kaç km uzaktadır yada benim gibi çalışma binası sanayinin içinde olan biri için . Bu öğle tatilimi (ki bizim böyle bir öğle tatilimiz de yok laf aramızda) şu yolun karşısındaki oto tamircisinde veya kalıpçıda geçirip usta size kahve içmeye geldim bi Hygge yapalım diyeceğimJ

Neyse kendime bi git Allah aşkına demiyorum.Yapabileceklerimizi,olumluları alıyor, en azından bize bağlı faktörleri bu felsefeye entegre ederek uygulamaya başlıyoruz. Hiç yoktan iyidir hele şehir dışına çıkınca.

20 Haziran 2018 Çarşamba

HAÇLI KATİL - CHRIS CARTER

Chris Carter suç psikolojisi alanında bir uzman. Michigan'da adli psikoloji okumuş ve uzun süre bölge savcısının psikolog ekibinde çalışmış. Sonra her şeyi bırakıp müzikle ilgilenmiş. İngiltere’ye döndüğünde ise kendini sadece yazarlığa vermiş. 

Haçlı Katil yazdığı ilk kitap. Bizde de henüz çevrilen tek kitabı. İncelediğim kadarıyla sonraki 8 kitabı için de yorumlar çok iyi. Özellikle Executioner için Grange benzetmesi yapmışlar. Sanırım fazla kanlı bir konusu var.
Yarattığı kahraman Dedektif Robert Hunter bu tarz romanların klasik yalnız adamı. Geçmişiyle sorunlu,ilişki yürütemeyen ama işinde çok başarılı,çok zeki. 

Katil dedektif ilişkisinin ötesinde LA'deki toplumsal sorunlar,adalet sistemi,cezalar yazarın muhtemel karşılaştığı vakaların da sinyalini veriyor ve neden-sonuç bağlantılarını daha gerçekçi kılıyor.
Hikayenin suç kurgu ilişkisi de gayet mantıklı ve sürükleyici gelişti. Genelde tutan tahminim bu sefer tutmadı ve bu daha çok hoşuma gitti. 

23 Ekim 2017 Pazartesi

SUFLÖR - DONATO CARRISI


Donato Carrisi’yi çok satanların başına yerleştiren Suflör bir çok dile çevrilmiş beş uluslararası edebiyat ödülüne sahip bir ilk roman , bir gerilim polisiyesi.

Roma’da yaşayan yazar 1973 Fransa doğumlu.Hukuk eğitimi  aldıktan sonra kriminoloji alanında uzmanlaşmış ve senaristlik yapmış. Dilimize çevrilmemiş altı kitabı daha var.

Suflör’ü bitirdiğimde bende bıraktığı hisle bir devam kitabı var mı diye araştırdım fakat diğer kitaplarının tanıtım yazılarının herhangi birinde devamı olduğuna dair bir referans bulamadım. 

Kitabın temposu çok hızlı ve kurgunun gerilim düzeyi çok yüksek. Üstelik merak duygusunu okuyucuda uzun süre tutabiliyor. Ancak finale doğru kişisel kanaatim yazar ya okuyucuyu hafife almış yada ilk kitap acemililiğiyle çok bilindik polisiye klişelerine düşmüş.Üstelik şaşırtmak amacıyla tasarladığı final olayının sebep sonuç ilişkisini ben yeterli bulmadım.
Öte yandan mekansal olarak hikaye çok nötr. Olaylar nerede geçiyor belli değil bu da okuyucunun canlandırma görüsünü zorluyor.


O yüzden uzun zamandır okuduğum en iyi polisiye hikaye diye devam ederken finale doğru fikrim değişti. Suflör sonuçta yazarın ilk kitabı ve “sadece varılan nokta değil yolculuğun kendisi de güzeldir” denilip okunabilir.

22 Mayıs 2017 Pazartesi

GATACA - FRANCK THILLIEZ

“Üç beyin teorisi;insan beyninin evriminin bin yıllar zarfında üç aşamada gerçekleştiği düşüncesine dayanır. Üç ardışık beyin yapısı,bir anlamda kaymak tabakaları gibi üst üste binerek bugünkü büyük akıllı ve başarılı beynimizi oluşturmuştur.Bu aynı zamanda ilk primatlardan bu yana kafatası hacminin artışını da açıklıyor.Birincisi canlı türlerinin çoğunda ortak ve en eski olan şu meşhur sürüngen beyin.Kafatasının derinliklerinde gayet iyi korunduğundan sarsıntılara en dirençli beyinsel yapı da o mesela.Beslenme,uyku,üreme gibi temel ihtiyaçları tatmin ederek hayatta kalmamızı sağlıyor.Nefret,korku,şiddet gibi bazı ilkel davranışlardan da sorumlu.
İkinci beyin,limbik sistem esas itibariyle hafıza ve duyguları idare ediyor.
En yeni olan ve neokorteks adı verilen üçüncüyse,dış tabakalarda yer alıyor ve dil,sanat,kültür gibi entelektüel becerilerle ilgileniyor.Düşünceyi ve bilinci oluşturuyor.”

E-Sendromu’nun devamına duyduğum merakla hemen arkasından GATACA’yı da okudum.Eğer ki genetiğe ve bilime ilginiz varsa polisiye olay örgüsüyle harmanlanmış bu iki kitabı kesinlikle atlamayın.

G A T C dizisi yani grosso modo, insan genomunun 1 numaralı kromozomundaki ilk 30000 nükleodi temsil ediyor. Dizilimler zaten çok ilginç şöyle ki ; hücrelerimizden tek bir tanesinin DNA’sını oluşturan 46 kromozom uç uca eklense insan boyunda bir DNA ipliği ortaya çıkıyor ama insan vücudundaki bütün hücrelere aynı şey uygulandığı takdirde yaklaşık bir milyar beş yüz milyon km’lik bir uzunluk söz konusu oluyor yani tek bir kişi için Güneş ile Satürn arasındaki mesafe kadar.


Öte taraftan başka bir ilginç konu Neandertel’lerin yok oluşu.Kromanyon tarafından ( -ki bu şiddete daha yatkın olan bizler oluyoruz) soykırıma uğradığı tezi. 
Bu ve bunun gibi çok değişik bilgiler de içeren şahane bir konusu var.Henebelle ve Şarko gene birlikte…

25 Nisan 2017 Salı

E SENDROMU - FRANCK THILLIEZ

Franck Thilliez’in daha önce Hayalet Bellek’ini çok beğendiğimi yazmıştım.Dedektif Lucie Henebelle ile tanışmamız bu kitapta olmuştu. Kulüpte arkadaşlar Gataca okuyacaklardı,kronolojik olarak önce E Sendromu geldiğinden ben öne onu aldım. E Sendromu ve Gataca devam kitapları.

Teğmen Henebelle’e bu kitaplarda Paris polisinden şizofren komiser Frank Şarko’da eşlik ediyor;birlikte çok iyi bir takım oluşturmuşlar.

Henebelle’in eski erkek arkadaşı izlediği bir filmden sonra görme yetisini kaybetmiştir.Fizyolojik hiçbir sıkıntısı olmamasına rağmen yaşadığı psikolojik travma yüzünden göremeyen arkadaşına yardım etmek isteyen teğmen 1950’lere ait bu tuhaf filmin subliminal mesajlar içerdiğini fark eder. Bu filmin gizeminin peşine düştüğünde yolu Şarko ile kesişir.


E Sendromu bence sadece bir polisiye değil aynı zamanda çok iyi bir psikolojik-gerilim hikayesi. Temposu hiç düşmeyen, bilimle harmanlanmış zekice bir kurgusu var.Soğuk savaş döneminin kan donduran çılgın deneylerinin devletler elinde nasıl bir güç haline geldiğini görüyoruz.

Şimdi sırada Gataca var ve maalesef  yazarın Türkçeye çevrilmiş henüz başka bir kitabı yok.

22 Mart 2017 Çarşamba

KARABASAN - WULF DORN

Bir önceki yıl yoğun kalabalığın yol açtığı çarpıntılarımdan sonra Wulf Dorn’un hatırına bile geçtiğimiz Tüyap kitap fuarına gitmek istememiştim. Sağolsun arkadaşlarım benim için son kitabı Karabasan’ı imzalattılar. Sonrasında da kulüpte okuyup tartıştık.
Diğer Wulf Dorn kitapları gibi bir iki günde şıp diye okunacak bir hikaye aslında ancak bizim beklentimiz çok yüksek olduğundan yeterince tatmin edici olmadı.
Ben yazarın daha önce Oyunbaz’ını okumuştum dolayısıyla çıta benim için çok yüksekteydi.Zaten Oyunbaz kurgusu itibariyle de okuduğum en iyi  polisiye kitaplardan biri. Karabasan ona erişebilecek bir kitap olmamış. Kötü mü ; kesinlikle değil, daha gerilimli ve adranalini yüksek bir anlatım bekliyorduk.

Diğer taraftan kapak tasarımından dolayı yayınevine kızmıştım ancak orijinal Incubo’nun da kapağı aynıymış. Muhtemelen içerikte o resmin bir  anlamı olduğu için onu kullanmak istemişler ancak yazarı Wulf Dorn olmasaydı bu kapak tasarımıyla kitabı alacağımı hiç sanmıyorum. Bence uluslararası alanda kötü bir tercih olmuş.

29 Ocak 2016 Cuma

Örümcek Ağındaki Kız - Stieg Larsson & David Lagercrantz

Stieg Larsson’un Milenyum Serisi bittiğinde yazarın ölmüş olmasından dolayı pek çoğumuz serinin devam edeceği beklentisinde değildik herhalde.
Kitaplar 2004’de Larson’un ölümünden sonra ünlenmiş ve seri dünya genelinde milyonlarca satarak bir fenomene dönüşmüştü.Lisbeth Salender’in İsveç’in derin-yeraltı dünyasında gazeteci Michael Bloomvist’le macerasını elimizden düşürmeden  bir solukta okumuş, bu sıra dışı anti-sosyal,dövmeli,piercingli kızı çok sevmiştik.

Feminist bir bakış açısıyla yazılan kitabın orijinal ismi aslında Kadınlardan Nefret Eden Erkekler'miş. Larsson’un 32 yıllık hayat arkadaşı Eva Gabrielsson Stieg yaşasaydı asla kitabın ismi Ejderha Dövmeli Kız olmazdı diyor.Lisbeth’i de lise yıllarında şahitlik ettiği bir olayda suçluluk hissettiği için yaratmış.Sue Grafton,Val McDermid ve Elizabeth George kitaplarından ilham alarak kadınlardan nefret eden erkeklerden nefret eden asi-uyumsuz bir karakter oluşturmuş.Aslında Lisbeth'in o hale nasıl geldiğini de her bir kitapla daha iyi anlıyoruz.

Larsson,İsveç’in önde gelen kominist gruplarından birinin üyesi muhalif bir gazeteci.Milenyum serisini okurken sağ akıma karşı bu politik görüş zaten çok hissedilmekte.Ölüm tehditleri aldığı için evlenmedikleri söylenen Eva Gabrielsson yazarın ölümünden sonra hiçbir hak iddia edemedi ve tüm gelir yazarın ailesine kaldı.Yayınevi 4.kitap için David Lagercrantz ile anlaştı ve tüm itirazlara rağmen kitabı yayınladılar. 

Ben okurken Lagercrantz üzerinde çok fazla  Stieg Larsson baskısı hissettim.Öncelikle olaylara giriş yapabilmek için başlangıcı çok detaylandırmış.Bir sürü isim,bir dolu mekanda geçen olayla konuya girmekte epey gecikti.Bir de bu kalabalığın içinde siber alemin karışıklığı ve teknik terimler havada uçuşunca çok merak etmeme rağmen ben bile neredeyse kopma noktasına geldim.Neyse ki sonrasında konu toparlandı da sürüklenmeye başladım.Seri kuvvetle muhtemel devam edecek çünkü kitabın gidişatı bir sonrakine yönelik bitti.Bu arada ikiz kardeş Camilla nihayet bu kitapta ortaya çıktı.


26 Ağustos 2014 Salı

OYUNBAZ - WULF DORN

İlk defa Wulf Dorn okudum .Alman yazarın Psikiyatrist ve Şizofren kitapları ülkemizde de çok popüler.Wulf hayranı arkadaşlar ağustos oylamasında Oyunbaz’ı önerdiler ama Kürşat Başar’ın Yaz’ı kabul görünce biz de fidan yapıp okuduk.
Diğer kitaplarıyla karşılaştırmalı bir yorumda bulunamayacağım fakat okuyanlar Oyunbaz'la yazarın kendini aştığını söylüyor. 
Psikiyatrist Jan Forstner’ın kendisine aşık olduğu ama açılamadığı sanrısına sahip sarışın bir kadının amacına ulaşmak için dur durak bilmeyen çılgınlıklarıyla gelişen olaylarda tempo ve heyecan çok yüksek.
Psikolojik-gerilim tutkunları eminim bu kitabı çok sevecektir. Benim bu türle başım çok hoş olmasa da  kendi içinde beni inanılmaz tatmin etti. Hele sonu muhteşemdi. Asla tahmin edemeyeceğim şekilde bitti. Belki ilerleyen dönemde kendimi aşıp Psikiyatrist ve Şizofren’i de okurum. Ne de olsa bu yıl benim farklı tür ve yazarlar için Challenge yılım.J