Metis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Metis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Temmuz 2019 Cuma

DENİZ KENARINDA GEYİKLER - RALF ROTHMANN



Okuması kolay,anlaması yorucu bir öykü kitabı özetle. 

Edebiyat var mı var, 
"Korkunun sonu aynanın ardında; camdan bir kapı, uzun bir koridor” ; 
“Ve kadını üzüntüsünden uyurken buldu.” 
gibi kendi içinde üstelik pek lezzetli bu tarz cümleler şimdi ne anlattı bu öyküde karışıklığı içinde kayboluyor. Daha çok kurgusuz hikayeler anlatmış Rothmann.

Kısacık bir kitap ancak elime alıp bir kere de bitirebileceğim bir yazım dili yok. Öte taraftan hikayelerin geçtiği Avrupa kırsalını zaten çok severim,burada da en çok hoşuma giden coğrafi atmosfer oldu.Daha kışa yakışacak bir kitapmış aslında.

Ralf Rothmann 1953 yılında Schleswig'de doğmuş. Gençliği romanlarının bir kısmına mekân olarak aldığı Ruhr bölgesinde geçmiş. Öğrenimini yarım bırakarak inşaatlarda ve çeşitli işlerde çalışmış. İlk öykü kitabı Messers Schneide’yi 1986’da yayımlamış. Heinrich Böll, Max Frisch gibi pek çok edebiyat ödülü var.

Yorumlayanlar özellikle romanlarının otobiyografik öğeler taşıdığını söylüyor ki bunu öykülerinde de görmek mümkün. Olayın kahramanları genelde yazarın daha önce yaptığı meslekleri yapıyor.
Öykülerin isimleri son derece ilgi çekici,genelde çok hoşuma gitti. Ancak kurguyla en az bağlantılı kısımların başlık olarak seçilmesi ile okuyucuyunun ilgisini mi çekmeye çalışmış,  anlayamadım.

31 Mayıs 2019 Cuma

BİR GARİP AŞK ÖYKÜSÜ - CARL JOHANN VALLGREN



Carl Johann Vallgren’in 2002 yılında yayımlanan Bir Garip Aşk Öyküsü Türkçe’de çevrilmiş ilk kitabı.Fiziksel kusurlarıyla doğmuş Hercule  Barfus ile Henriette Vogel’in aşkını anlatan bir kurgusu var. Bir çeşit Güzel-Çirkin hikayesi ancak büyülü gerçekçilik (buna itiraz edenler olabilir) unsurları mevcut.Yerini elbet tutmaz ama bana Marquez'i özlediğimi hissettirdi. Suskind'in Koku'suna benzetenler de olmuş.

Hercule insan düşüncelerine sızabiliyor. Kilise’nin Hercule’e şeytanın oğlu  yapıştırması yapacak çirkinliğini Vallgren çok başarılı biçimde tasvirlemiş.  Dönem 19.yy başları. O dönemin aydınlanmacı ruhuyla çatışan eski geleneklerin acımasızlıklarını ,sadece dini otoritelerin değil,halkın da ötekileştirdiği tımarhanelere kapatılan bu insanların durumunu dokunaklı bir şekilde hikaye etmiş.

Öte taraftan Hercule’ün aşka inancı,kıskançlıkları,acıları o kadar insani ki ;onun üstün mücadelesini saygıyla karşılamamak mümkün değil.Zamanın Prusya toprağı Königsberg ‘de başlayan hikayesi Avrupa boyunca İtalya,Britanya ve en sonunda Amerika’ya uzanıyor.

Yazarın anlatımı,dili sade ve çok akıcı.Başarılı bir çeviriyle son derece keyifli,okunası bir kitap Bir Garip Aşk Öyküsü. Kapaktaki resim Goya'nın bir tablosuna ait.Yazarın dilimize  çevrilmiş Deniz Adamı isimli bir kitabı daha var.

1964 İsveç doğumlu Vallgreen aynı zamanda bir müzisyen.Söz ve müziklerini kendisinin yaptığı albümleri var. İncelemek isteyenler için linkini ayrıca buraya ekliyorum.


10 Ocak 2019 Perşembe

HÜZNÜN FİZİĞİ - GEORGI GOSPODINOV


Beden hatıralardan kaçamaz ve insan sonsuza dek çocukluğunda kalır mı gerçekten ?
Kalmaz mıyız çoğunlukla. Hele Hüznün Fiziği'ni okurken kendi anılarımdan çıkamadım. 

Komünist bir ülkede olmamamıza rağmen 70’lerin sonu 80’ler imkanlarında bir dünya betimlediğinde zaman kapsulünü okullarda çoğumuza yaptırmamışlar mıdır.Pazar günleri seyrettimiz Kızılderili filmleri,Britanica Ansiklopedileri,sonra annemin,ananemin bana elbise diktiği Singer dikiş makinesi,biz de VHS videolar kiralardık; konu komşu seyredilirdi.
Hiç Tamagotchim olmadı,bıraksalar gerçek bir köpeğim olurdu ama.
Zaman kapsulü şimdi Facebook derken ne isabet. 
Öyle şeylerden söz etmiş ki, Alain Delon deyince bi durdum.Babam çok severdi. Cyrano de Bergerac akil kafayla gittiğim ilk oyundu.
Gaustin’in zihni-çılgın projeleri çok sempatik değil miydi?Bilet parası olmayana film anlatmak, hele kondom defilesi (kimin aklına gelir ki)

Gospodinov anlatımını bölümlere ayırmış ama anlattıkları gene ortaya karışık.O hatıradan bu felsefeye atlarken ailesi,mitoloji bir yana kimler yok ki; Pessoa, Borges, Hemingway, Gaustin, Augustinus...


Direkt söz etmez ama Minator en çok Picaso’yla özdeşleşmiştir. Hıristiyanlık öncesi Mithra Kültü onun sürrealizmi ile Minotauromachy eserinin simgesi olur. Sadece boğa da değil, Mithra kültünün merdivenlerini kullanarak Çarmıha Geriliş'te iki dini bir görür.
Nasıl ki Minotauros Picasso'da vahşeti ve dönemin faşizmini ifade eder, kitapta anne baba çalışmak zorunda olduğu için Komünüzmin terk edilmiş hisseden çocuğu aynı zamanda sistemi sorgular.
Kurgu sistematiği olmadığından herkes için kolay bir okuma olmayabilir ancak ben çok beğendim.

"Kıyametten sonraki gün hiçbir gazete olmayacak. Ne kadar garip. Dünya tarihinin en mühim olayı basına yansımadan kalacak.''

26 Şubat 2016 Cuma

BEŞPEŞE - Murathan Mungan - Faruk Ulay - Elif Şafak - Celil Oker - Pınar Kür

Beşpeşe,duayen grafik tasarımcsı Bülent Erkmen’in projelendirdiği ,nesne kitap olarak addedilen bir tür.Murathan Mungan’ın başladığı sonra sırasıyla Faruk Ulay,Elif Şafak,Celil Oker ‘in devam edip Pınar Kür’ün bitirdiği hikaye her yazarla farklı bir tada ulaşıyor.
Kural olarak her yazar kendinden önceki yazarın bölümünü okuyup,tek bir bölüm yazacak ve sonraki yazara teslim edecek;kitap geriye dönük olarak düzeltme yapılmadan basılacaktı.
Kurguya gelince Zehra henüz onbir yaşındayken annesini kaybetmiştir.Bu bir cinayet mi,yoksa intihar mı,yıllardır Zehra için bir soru işaretidir.Büyüme sürecini de etkileyen bu travma ile şimdi tiyatro eğitimi almaktadır.
Hikayeyi ve kahramanları yaratan Murathan Mungan,kendi bölümünü bir hayli detaylandırmış.Dolayısıyla kendinden sonra gelen yazarları bu kahramanlara bağlamış. Bu kurgudan heyecanlı bir polisiye çıkar mı acaba diye okurken,Elif Şafak bambaşka bir kanala girerek kendi uslubunu konuşturmuş.Kadını merkeze alarak adeta edebiyat yapmış.Bütün öyküyü alaşağı edip Celil Oker’e teslim etmiş.Hikaye nihayet biraz hızlanmışken,Pınar Kür de bu sefer Elif Şafak’ın kurgusunu alt üst ederek başka bir yöne sapmış ve kendince bir son yazmış.
Hikayenin farklı yazarlarla devam etmesi kurgu bütünlüğünü bozmuş doğal olarak.Ancak burada amaçlanan da bu sanırım.Deneysel bir tür ortaya çıkarmak ve bu türün ne olduğunun kararını okuyucuya bırakmak.Bir yazarın değindiği bir konuya veya ilişkiye sonra değinilmeyince arada kopukluklar olmuş,Ucu açık kalmış,anlaşılmayan bölümler var. 
Gene de bir deneyim olarak okunup,bir bakış açısı yakalanabilir.Ayrıca baskı,mürekkep,kapak,kağıt,cilt hepsi çok kaliteli,üzerlerinde çok uğraşılmış.