E-Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
E-Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2018 Cuma

KIZIL SORUŞTURMA - SIR ARTHUR CONAN DOYLE


Kızıl Soruşturma çoğumuzun bildiği, canımız Sherlock 'un ortaya çıktığı hikayedir.
Dizinin ilk kitabı olan bu romanda olayları Doktor Watson ,anıları şeklinde anlatır. Hikaye Watson’un Holmes ile tanışmadan önce ordu doktoru olarak Hindistan’a gitmesi, Afganistan’da yaralanması ve çok bitkin halde Londra’ya gelerek Sherlock Holmes ile tanışmasıyla başlar.

Hem Watson'ın, hem de Holmes'un kalacak uygun yere ihtiyaçları vardır. İşte ikiliyi bir araya getiren durum da bu olur. Beraber bir yer kiralarlar. Ancak Doktor Watson henüz Sherlock Holmes’un ne iş yaptığını bilmiyordur. Holmes da henüz çok ünlü bir detektif değildir.
Kafasında onun özelliklerini şöyle toparlar

1. Edebiyat Bilgisi - Sıfır.
2. Felsefe Bilgisi - Sıfır.
3. Astronomi Bilgisi -Sıfır.
4. Politika Bilgisi -Az.
5. Botanik Bilgisi -Değişken. Genel olarak belladon, afyon ve zehirler konusunda bilgisi iyi. Bahçıvanlık hakkında hiçbir şey bilmiyor.
6. Jeoloji Bilgisi -Pratik ama sınırlı. Bir bakışta, toprak türlerini birbirinden ayırabiliyor. Yapılan yürüyüşlerden sonra bana, pantolonundaki çamur lekelerini gösterip renklerinden ve koyuluğundan, bu lekelerin Londra’nın hangi bölgesinde üzerine bulaşmış olabileceğini söylüyor.
7. Kimya Bilgisi -Çok derin.
8. Anatomi Bilgisi -Kusursuz ama sistematik değil.
9. Kriminoloji Bilgisi çok fazla. Yüzyılda yaşanmış ve işlenmiş olan bütün cinayet ve skandalları en ince ayrıntısına kadar biliyor.
10. İyi viyolonsel çalıyor.
11. Yetenekli bir eskrimci, boksör ve kılıç ustası.
12. İngiliz yasaları üzerine iyi bir pratik bilgisi var."


Yazar , Holmes’u bu ilk hikayede kendinden önce dedektif hikâyelerin kahramanlarıyla kıyaslar.Biri Edgar Allan Poe'nun  Dupin karakteri. Diğeri ise Fransız yazar Gaboriau’nun Lecoq’u.

Sherlock Holmes, ayağa kalktı ve piposunu yaktı. “Beni Dupin’le karşılaştırarak bana iltifat ettiğinizden hiç şüphem yok,” diye karşılık verdi. “Benim düşünceme göre Dupin, çok aşağılık kompleksli bir insandı. Arkadaşları düşüncelerini açıkladıktan sonra, çeyrek saat sessiz kalarak lâfa karışması çok gösterişli ve yapay bir hareketti. Hiç şüphesiz, analitik bir dehaya sahipti ama Poe’nun hayâl ettiği türden bir fenomen olmaktan çok uzaktı.” 

“Gaboriau’nun eserlerini okudunuz mu?” diye sordum. “Lecoq, sizde bir dedektif düşüncesi oluşturuyor mu?” Sherlock Holmes, alaycı bir şekilde burun büktü. “Lecoq, zavallı bir acemiydi,” dedi, öfkeli bir sesle, “Beğendiğim bir tek yönü vardı, o da enerjisi. O kitap beni hasta etmişti. Sorun, meçhul bir mahkûmu teşhis etmekti. Ben bu işi yirmi dört saat içinde yapabilirdim. Lecoq altı ayını verdi. Bu kitap, dedektiflerin kaçınması gereken davranışların bulunduğu bir ders kitabı olarak kullanılabilir.”

Holmes'un kendini bu dedektiflerden üstün görerek kendini beğenmişliği okuyucuya aktarılır.Bu durum aslında Arthur Conan Doyle'nin bu yazarlara olan hayranlığından kaynaklanır.
Sonrasında yazar, Sherlock'la ciddi bir çekişmeye girecek ve ondan kurtulmak isteyecektir. Ancak okuyucu baskıları yüzünden Agatha'nın Poirot'ı gibi devam etmek zorunda kalır.



14 Kasım 2014 Cuma

GOLEM VE CİN - HELENE WECKER

Uzun süre pazarlama ve iletişim sektöründe çalışan Helene Wecker,ilk aşkı yazarlığa döndüğünde bu kadar güzel bir eser çıkaracağını biliyor muydu acaba.Golem ve Cin ilk sayfasından itibaren inanılmaz keyif aldığım,elimden bırakamadığım kitaplarımdan biri oldu.
Raflarda yerini aldıktan sonra pek okuyucu  tarafından olumlu eleştiriler alan kitabı,biz Kitap Ağacı olarak fantastik-gotik edebiyat ayı olarak belirlediğimiz Kasım için oylayıp seçtik.
Golem Yahudi inancına göre kilden var edilen gerçek üstü bir varlık. Yahudi asıllı Helene Wecker’ın kocası Arap asıllı. Dolayısyla ne Golem ne Cin yazarın hiç  de uzak olmadığı mitler.Her ikisi de göçmen ailelerin banliyölerde büyümüş çocukları.Bu yüzden kitapta alttan alta hissedilen göçmenlik ,yabancılık ve yalnızlık duygularını yazarın çok iyi bildiğini düşünüyorum.
Wecker iki kültür arasındaki farklılıklardan hikayeler yaratmaya çalışırken bir arkadaşının tavsiyesiyle daha önce hiç denemediği fantastik öğeleri kullanmaya karar verir.1800’lerin sonunda Batı Avrupa’dan ve Suriye’den Amerika’ya göç etmiş mitlerine aşina olduğu iki insanüstü karakter “Golem ve Cin” üzerine yazmaya başlar.
Başlangıçta kafasında yarattığı Golem’in daha çok Prag Golemi’ne ( inanışa göre haham Judah Loew Ben Bezalel tarafından 17.yüzyıl Prag Musevilerini antisemitiklere karşı koruması için canlandırılan kilden heykel) ya da Frankestein’ın canavarına yakın bir karakter olduğunu söylüyor. Daha sonra roman boyunca daha duygusal ve insancıl bir karakter yakalamış.
Cin ise daha çok Ortadoğu ve Müslüman dünyasına ait bir mit olmasına rağmen batı söylencelerinde de Binbir Gece Masallarına benzer hikayeler olduğunu fark ediyor ve ateşten bir karakter yaratmaya karar veriyor.
Bu kitabı yazarken yaptığı araştırmalarda en çok şaşırdığı şeyin ise Musevi cemaatinin içindeki sosyalist hareketin büyüklüğü olduğunu söylüyor.Bu konu benim de dikkatimi çekti ayrıca okumak istiyorum.

Hikayeye dönersek ;Otto adında mutsuz ve etrafınca sevilmeyen bir genç marangoz,kendisine eş olarak bir kadın Golem yapması için Yehudah Schaalman’a gider. Schaalman kadim öğretilere sahip ihtiyar bir büyücüdür.Ruhları olmayan Golemler sahibine köle olması için yapılır, görevi koşulsuz hizmet etmektir ancak kontrolü gerekir, çok güçlüdür.Büyücü Golem’i yapar ve bir sandığa koyar.Görüntüsü aynen bir insan-kadın gibidir.Zeki,çalışkan ve meraklı olmasını istediği yeni karısıyla New York’a giden bir gemiye binen Otto dayanamayıp Golem’i canlandıracak sözcükleri gemide okur.

Öte tarafta New York’un Suriye Mahallesi’nin iyilik meleği Meryem kalaycı Arbeely’ye tamir edip parlatması için ailesinden kalma eski bir ibrik getirir .Kalaycı ibriği parlatırken içinden yaklaşık bin yıldır ibriğin içine hapsolmuş bir cin ortaya çıkar. İnsan bedenine mahkum bu ateşten varlık Suriye çöllerindeki muazzam sarayından  kopartılıp büyüyle bağlanmıştır.

Biz kitap boyunca bu iki farklı varlığın hikayesini okuyoruz.Bu hikayeler birbirine nasıl bağlanıyor, çocukluk masallarımıza kadar nasıl uzanıyor ayrıntı vermiyorum ama şu kadarını söyleyebilirim ki büyüler,büyücüler,hahamlar,cinler,golemler size  harika bir kitap sunuyor.

1899’ ların New York’unda oluşturulan hikayede  şehir,mekanlar,insanlar,dükkanlar,köprüler çok güzel resmedilmiş.Neredeyse o havuzun başındaki heykel gözünüzün önünde canlanıyor. Ayrıca kitabın dili ve çevirisi de çok başarılı. Kurgu için zaten söylenecek fazla bir şey yok;başından sonuna akıcılığından ve heyecanından hiçbir şey kaybetmiyor.
"Bugünlerde çok sıkılıyorum ne okusam" diye soranlara ilk  Golem ve Cin’i öneririm artık J


24 Haziran 2014 Salı

GERMİNAL - ÉMILE ZOLA

Daha önce 92 Kozlu faciasında ölen işçileri anmak için okuyup film gösterimini yaptığımız Germinal maalesef Soma ile kendini tekrar hatırlattı. Madencilerin zorlu çalışma şartları içinde önlenebilecek tehlikelerin önemsenmediği ve düzeltilmediği bir düzende umalım ki bu kitabı artık sadece edebi değeri ve Zola’nın harikulade anlatımını övmek için konuşalım.
Bu ay Kitap AğacıKitap Kardeşliği ve Pinuccias’nın Yazar Ayları ile beraber okuduğumuz Germinal devrimden yaklaşık 100 yıl sonra devrimin kimler için yapıldığını sorguluyor. Sınıf çatışmasını en acımasız şekilde veren,sefaleti açlığı en rahatsız edici şekilde yüzümüze vuran kitaplardan biridir Germinal.Öyle noktaları vardır ki derinden etkilenirsiniz.Baba madenden gelip yemeğe oturunca evdeki çocuklar gözlerini babanın tabağına dikerler çünkü onlar da açtır;insanda isyan duyguları uyandırır bu sahne.Bu kabullenmişlik niye diye sorarsınız. 
Fransa’nın Montsou kasabasında küçük yaşta madene inip ölene kadar madende çalışan bu insanların sefaleti yaşam şekillerini de biçimlendirir. Tek odalı bir evde herkesin bir arada giyinip soyunduğu aynı leğende banyo yaptığı bir yaşamda mahremiyet,cinsellik,ahlak gibi kavramlar da sorgulanmaz.Etienne’in bizler hayvan mıyız ki tarlalarda çiftleşiyoruz sözü sadece çalışma şartlarının değil yaşadıkları düzenin de değişmesi gerektiğini vurguluyor işçilere. Zola greve giderken örgütlenme ve çözülmeyi  sınıfsal çatışma içinde bölünmeyi gerçekçi bir şekilde anlatırken aslında her kahramana dönemin ideolojik mücade biçimlerini de yüklüyor. Birlikte hareket edildiğinde bugün bile geçerli olan görünmez korku duvarının nasıl yıkıldığını ama sermaye-iktidar ortaklarının nasıl ikna edici olup bu dalgayı bölebileceklerini tüm güncelliği ile okuyoruz.Kadınların eve biraz ekmek almak için kendilerini sattığı bu köyde işçilerin ayaklanıp ekmek diye bağırması tüylerimizi diken diken ediyor.Kısaca herkesin en azından bir kere okuması gereken büyük bir eser Germinal. 


13 Haziran 2014 Cuma

YALAN SURELERİ - FİLİZ ÖZDEM

Veda Üçlemesi'nin son kitabını da paylaşıp okuduğum diğer kitaplara geçmek istiyorum. Çünkü bu arada okuduğum fakat buradan paylaşamadığım pek çok kitap birikti.
Bu sefer Sude’nin arkadaşı Gözde’nin bir saat otuz beş dakikada anlattığı hikâyesini okuyoruz. Aşk,ölüm,yalnızlık,yazamama üzerine beni mahveden bir anlatımla Gözde’nin ağzından onun hissettiklerini okurken bir taraftan Gözde’den dört kuşak önceki kadınların küçük biyografilerine yer veriyor yazar.İşte hep sorduğum o soru bir kere daha karşıma çıkıyor,fark etmeden bizden öncekilerin hayatlarını mı devam ettiriyoruz nesiller boyu.
“Bir insan hayatımızdan gidince, bu gidiş mutlak bir yok oluşla eşleşmiyor. Giden yalnızca o insan oluyor. Oysa onun bizim içimizde, kendimize has o mahrem coğrafyada bastığı yollarda açtığı gedikler, ayak izleri kalıyor. Ben onu özlemiyorum, ama içimde bastığı yerler hâlâ duruyor ve acıyor 
Hangimizde bu ayak izleri kalmıyor,hangimizin canı acımıyor.
Bana hiçbir söz vermedin. Ama bana ne çok söz söyledin sen. Geçtiğin bütün yollardan geçtim, ayak izlerine basmadan ve senin değişiminden kopya çekmeden. Nasıl bir eğri izlediğini gördüm. Bir melek nasıl yırttı kendini ve içinden nasıl bir şeytan çıktı. Senin kendini kandırışın oldum. İnsan, iftiraya dönüşmüş kendisinden nasıl kurtulur? İnsan paslı bir kapıya dönüşmekten nasıl kurtulur? Rüyalarımda batan çiviler gözlerimde kaldı. Çıplak ayaklarla beni karda yürümeye mecbur ettin. Tatlı bir uyuşmayla gözlerim kapanırken, üşümenin ülkesine kaymadığımın farkındayım. Arada bir yerdeyim, ne geri dönmem mümkün artık ne de oraya gitmekten alıkoyabilirim kendimi 
Nietzsche'nin dediği gibi "insanca pek insanca…

30 Mayıs 2014 Cuma

DÜŞ HIRKASI - FİLİZ ÖZDEM

Düş Hırkası,Veda Üçlemesi'nin ikinci kitabı.Filiz Özdem’in derin aktarımı beni etkilemeye devam ediyor.Ben çok duygulanarak okudum bu kitabı.Aslında ilk kitaptan bağımsız görünüyor ancak genel çerçevede hem bir veda hem de ilk kitapla bir dirsek teması sezdirdiğinden devam kitabı özelliği var.
Kitabın ismi Düş Hırkası. Düş Hırkasını bu hikayede Cevat giyiyor. Cevat’ın onu geçmişinden ve ait olduğu her şeyden sıyıran deliliği bize insan hikayeleri veriyor. O deliliğin tanık olduğu insanların iç dünyalarını okuyoruz.
Kitapta beni en çok Reyhan’ın duyguları etkiledi.Duygusal ve içine kapanık ancak içi çok gürültülü olan Reyhan’ın Cevat’la çocukluk anıları,başaramadıkları aşkları,yıllar sonraki duyguları, hayatla barışması...Bu duyguları vermek için sayfalar dolusu bir roman yazmaya gerek yokmuş dedirtti.
Öte yandan yazar politik duyarlılığını farklı açılardan vermeye devam etmiş. Bir yandan Hrant Dink’in öldürülüşünün ardından gösterilen toplumsal tepkiler,intihar bombacısı,eşcinsellik ,dindarlık gibi bu topluma ait olguların karakterler üzerindeki varoluş sıkıntılarını yazarken öte yandan ucundan köşesinden Sude’nin hayatına sızmış.  

28 Mayıs 2014 Çarşamba

KORKU BENİM SAHİBİM - FİLİZ ÖZDEM

Benim için yeni bir yazar daha. Kendisini dijital okuyucuma kitap ararken tesadüfen keşfettim. Oysa Filiz Özdem öyle üretken ki. Benim okuduğum Veda Üçlemesi’nin haricinde şehirler üzerine monografileri,şiir,roman,ve çocuk kitapları,Pier Paolo Pasolini, Luigi Malerba, Italo Calvino, Edmondo de Amicis ve Carlo Collodi’den çevirileri var.
Filiz Özdem, yazar popülerliğinin ticarileşmesi konusuna yapacağımız eleştiriler için en güzel örneklerden biri .Böyle kuvvetli ve duygusal yazan birini çok satanlarda göremiyoruz maalesef.
"Korku Benim Sahibim" Veda Üçlemesi’nin ilk kitabı. Hrant Dink’in teşvikiyle yazdığını söylüyor ve kendi köklerine de inişin bir uzamı olarak otobiyografik özellikler de taşıyor.
Yitirilen bir sevginin travmaları, baba şiddetinden hikayeci bir dedeye sığınılan çocukluk korkuları Sude’nin gözünden anlatılıyor. 
Çok sık kabus gören biri olduğumdan herhalde Sude ‘den ve onun duygularından çok etkilendim. Bir yıkım hikayesinde duygu yoğunluğunu bir insan bu kadar mı güzel verebilir. Çok sevdiği dedesinin Ermeni olduğunu öğrendiğinde köklerindeki kayıp insanların peşine düşüyor.Bir isim,bir mezar arıyor. Aslında kendini arıyor.
Kitabın kapağındaki dantel yazarın asıl ismi Gülünya olup sonra Ayşe olarak değiştirilen büyük ninesine ait bir yastık yüzü. Dikkatli bakıldığında kendi dinlerine ait simgeleri dantelin üzerinde görüyoruz ki kitapta da Sude yıllardır sırtını yasladığı yastığa daha anlamlı baktığında bunu fark ediyor.

22 Nisan 2014 Salı

ÇIPLAK VE YALNIZ - HAMDİ KOÇ

Uzayıp giden hiç okunmamışlar listeme Hamdi Koç’la devam ediyorum. Bu yazarı daha önce niye hiç okumamış olduğumu anlayamadım. Hatta en çok bilinen kitabı Melekler Erkek Olur’la bile dikkatimi çekmemiş.
Roman 1960 darbesinin yapıldığı günlerde Ünye’de geçiyor. Ankara’da santral memuru olarak çalışan ve hiçbir akrabasının olmadığını iddia eden Mesut’a bir gece telefon geliyor ve amcasının öldüğü söyleniyor. Ailenin kalan tek erkeği olduğundan cenazeyi kaldırması ve işlere sahip çıkması için ısrarla Ünye’ye çağrılıyor. Mesut burada önceleri iştah uyandıran mirasa heveslense de ailesi ile ilgili bilinmeyenleri öğrenmeye başlıyor.
Kitapta ölüm fazla detaylandırılmış hatta amcanın defnedilmesine kadarki süreç adamın fiziksel durumu öyle bir anlatılmış ki bu kısımları okurken ben rahatsızlık duydum. Ancak çoğunluğu diyaloglardan oluşan roman, karakterler arasında bir mizah da yarattığından bu rahatsızlıklar geçici oluyor. Yazarı başarılı kılan da bu olmuş bence.
İdamlar dönemi siyasi uygulamaların taşra kentlerine yansımalarını da romanın alt metninde fazlasıyla görüyoruz. Hamdi Koç kitapta gotik öğeleri fazlasıyla kullanmış.Hayaletler, mezarını beğenmeyen ölüler, geleceği okuyanlar. Bunlar bir yere bağlanıyor mu; yok hayır ama romanın gerçekliği içinde bana göre sırıtmıyor ki ben zaten okuduğum kitaplarda pek bunu aramıyorum. Hele ki ucundan kıyısından değindiği 20.yüzyıl başlarında geçen toplu katliamlar ayrı bir araştırma konusu.
Yazar bu kitabı 4 yılda bitirebildiğini söylemiş hatta ona hiç bitmeyecek gibi gelmiş. Ama iyi ki yarım bırakmamış bence çok güzel kesinlikle okunması gereken doyurucu bir roman olmuş. Başlarda çok mu uzatmış hissine kapılsam da kitap bittiğinde bu duygudan çok uzaktaydım.

18 Mart 2014 Salı

Baba,Oğul ve Kutsal Roman - MURAT GÜLSOY

Bir süredir daha önce hiç okumadığım yazarları okumaya çalışıyorum. Murat Gülsoy da bunlardan biriydi. Özellikle etkilenmemek için hakkında olumlu olumsuz hiçbir şey okumadan Baba Oğul ve Kutsal Roman’ı seçtim. Şöyle söyleyeyim ; kitaba uçakta başladım ve hiç ara vermeden inişten önce dört saatte bitirdim. 
Kitabın alt yapısı o kadar entelektüel ki ben bunu biliyorum,ben bunu okudum, o cümleyle şuna gönderme yapıyor diye diye kendi kültür birikiminizi karşılaştırmaya başlıyorsunuz bir süre sonra. 
Nabakov’u çok severim .Yazar “Lolita gibi bir roman yazamadıktan sonra yaşamak niye “ diye soruyor. Dr Jekyll’ın Mr Hyde’ı gibi içinde Gollum ve Olric taşıyor.O Olric'le konuşmaya başlayınca ben bir tanıdıkla karşılaşmanın tebessümünü yaşıyorum,gene karşıma çıktı.Kısa zaman önce  Tutunamayanlarla  fazlaca iştigal ettiğimden Olric alt benliği neredeyse beni ele geçirecek J Neyse Gollum benden uzak dursun.Tanpınar’ın Acıbadem’deki Köşk’ünü anlatırken Escher’in labirent merdivenleri hemen gözümün önüne geliyor.Yazar okuyucusunu küçümsememiş .Sevgilisi Asena’yı öldürmüş mü.Peki Shrödinger’in Asenası derken Asena aslında zaten ölü müydü?Shrödinger kuramı! Evrendeki atomlardan Nietzsche’nin Bengi Dönüşü, Kafkaesk kapılar ,hediyelik eşya pazarlamasında upps bir Andy Warhol.Daha kimler yok ki.Ama en çok Tanpınar’dan.. Huzur’dan Saatleri Ayarlama Enstitüsüne ,Yaz Yağmuru’na ya üniversite konuşmasında ya Merve’ye kur yaparken.
Köpeğinin adı Kıtmir rüyalarda gezen adamın köpeği de Yedi Uyurlar’dan alınma.
Dolu dolu bir psikolojik roman. Yoksa defalarca konu edilmiş bir Fight Club hikayesini böyle başarılı vermek herkesin harcı olmaz. Ben çok beğendim. En kısa zamanda bir kitabını daha okumak istiyorum. Ama sırada Hamdi Koç  ve Yekta Kopan var.

14 Mart 2014 Cuma

NAR AĞACI - NAZAN BEKİROĞLU

Bu kitabı Ocak ayında kitap kardeşliği ile okumuştum. Nazan Bekiroğlu’nun okuduğum ilk kitabıydı.İki günde su gibi bitti. Yazarın köklerini arama serüvenini, bu doğu yolculuğunu ben pek beğendim.
Dedesi Setterhan ile büyükannesi Zehra’nın ayrı ayrı izlerini sürerken bir taraftan 1900’lerin başında savaşla,göçle karşılaşanların insanlık hallerini anlatıyor.
İranlı halı tüccarı Mirza’nın oğlu Setterhan yaşadığı aşk acısından kaçmak için geldiği Batum’da Bolşevik devrimi patlak verince Trabzon’a kaçar.Tabii onun bu yolculuğu Tebriz,Taht-ı Süleyman,Bakü,Tiflis,Ateşgahlar arasında Zehra ile tanışmaya giden bir macera.
Öte tarafta Zehra ve abisi İsmail Trabzon’da Büyük Hanım ve Hacı Bey ile yaşamaktadır. İsmail Balkan Harbine katılır ve bir daha geri dönmez. Onun mektupları çok hüzünlü. Rus işgalindeki Trabzon’dan ise Zehra ve Büyükhanım'ın da dahil olduğu halkın büyük çoğunluğu muhacirliğe çıkar. Bir taraftan Ermeni tehciri olmaktadır. Herkes yollarda kendi acısı içinde yürümektedir. Bu bölümleri insan boğazı düğümlene düğümlene okuyor. Hele Gence Milli Komitesi’nin Kafkasya’da esir düşen Osmanlı askerlerine yardımı .Garda trenleri bekleyip camdan sarkmış esirlere su ve yiyecek vermeye çalışmaları ,ölülerini alıp Müslüman mezarlarına gömmeleri ,Cemiyet-i Hayriye’nin yaptıkları romanı bambaşka bir boyuta taşımış .Keşke Nazan Hanım bununla ilgili bir roman yazsa da okusak.
Yazar hikayesini anlatırken görünmez olup geçmişte yaşananlara tanıklık ediyor. Ben romanlarda gerçeklik duygusu aramam. Hatta beni gerçek dünyadan ne kadar koparırsa ,o masalın içinde ne kadar kaybolursam o kadar mutlu olurum okurken.O yüzden yazarın görünmez olup dedesi ve büyükannesini izlemesi ve hikayeyi bu şekilde anlatması benim çok hoşuma gitti.


11 Mart 2014 Salı

EŞİK - IRMAK ZİLELİ

2012 Yunus Nadi Ödülü alan Eşik bir anı romanı. Irmak Zileli 12 Eylül döneminde siyasi bir ailenin içinde çocukluğunu yaşayan Eylül’ün büyüme hikayesini anlatıyor.Gün Zileli ve Feyza Perinçek’in kızı ,Doğu Perinçek’in de yeğeni olan Irmak Zileli aile içinde yaşanan siyasal çatışmalar ve ayrılıklardan yola çıkarak yarı otobiyografik yarı kurgu bir kitap yazdığını söylüyor.Ancak kitap kesinlikle politik değil.Daha çok anne-baba ile baba-dayı arasındaki çekişmelerin , baba-kız ilişkisinin ergenliğe geçmekte olan bir kız çocuğunu nasıl etkilediğini anlatıyor.
Parçalanmış aile çocuklarının tipik sorununu yaşayan Eylül ne annesini ne de babasını üzmek istiyor.Hatta Eşik’e kadar politikadan uzak duruyor babasının anlattıklarından sıkılıyor.
Yazarın anlatım tarzını ve parantez arası düşüncelerini sevdim. Eylül’ün söyleyemediklerini yazar bugünden geçmişe söylüyor sanki.
Irmak Zileli diğer yazarlarla girdiği polemikleri bir tarafa bırakıp kendi yazım yolculuğuna eğilirse bize daha okunacak çok güzel kitaplar sunacaktır diye düşünüyorum. 

Öte taraftan bu kitap bende Gün Zileli'nin İletişim Yayınlarından çıkan anıları için bir farkındalık yarattı.En kısa zamanda okunmalı...

10 Ekim 2013 Perşembe

EKİM OKUMALARI


Sevgili Pınar'ın Okuma Şenliğine katılmış olsaydım Kinyas ve Kayra benim için herkesin okuduğu ancak benim okumadığım kitap kategorisinde seçebileceğim alternatif olabilirdi.Olabilirdi diyorum çünkü yıllardır kapağından nefret ettiğim için bu kitabı satın alamadım :) 

Kitap Kardeşliği Ekim etkiliğinde  Kinyas ve Kayra okunuyor.Ben de elektronik kitap satın alarak kapağını görmeden nihayet bu kitabı okuyabileceğim.

 Yazar Aylarında ise Jose Saramago okuyoruz..Ben Kabil'le katılıyorum.





7 Ekim 2013 Pazartesi

YERE DÜŞEN DUALAR - Sema Kaygusuz

Bir Binbir Gece Masalı okudum ki dili nefis. Kitabın sonunda harika bir sofradan kalkmış gibi haz doluydum. Şahane bir anlatımı var Yere Düşen Dualar'ın.
Konusuna gelince kitap iki ana bölümden oluşuyor. Üzüm ve Altın. Birinci bölüm daha gerçekçi bir kurgu iken,ikinci bölüm yansımalarla ilerliyor.Leylan’ın küçük bir adada geçen hikayesi ,ölen amca,terk eden anne ,bir gözü görmeyen alkolik baba.Leylan’ın üzümü yüceltmesi,şarap yapması ona insan gibi karakterler biçmesi.Tüm bu hikayede geçen ayrıntılar ,kahramanlar metaforik olarak ikinci bölüme uzanıyor.Bir yandan Çingene mitlerini okuyoruz bir yandan özlenen bir anneyle yaşanan psikolojik kompleksler tek gözü görmeyen bir çocukta anne-eş-baba ile vücut buluyor. Baba olgusunun karmaşıklığı nefret hayranlık kendini ispat hissiyatı kim güreşçi aslında yenen kim yada kazanmak kavramının gerçekliğini sorgulatıyor. Daha önce atına kendi adını veren yüksek egoyu sonrasında atın kendisi olarak yada atın adını alan çocuk olarak görüyoruz. O zaman çok sevdiğimiz şeylerle bütünleşme onun karakterine bürünme halini bir başka türlü anlıyoruz. Bunları okurken öyle masalsı bir ormanda bir nehir kenarında geziyoruz ki yazarımız tüm anlatıyı alegorik olarak önümüze seriyor ve ben gözümü kapattığımda Yaşur’un kanıyla ısınıyorum.

28 Eylül 2013 Cumartesi

MENEKŞELER ATLAR OBURLAR-Hüsnü Arkan

“Yaşam kurgudur, gerçek düştür. Yalnızca inancınızla biçimlenen bir avuç hamur. Neye inanıyorsanız, gerçek odur”... 
Benim gibi sulu gözlü birinin bu kitabı yalnızlığı tavan yapmış evden binlerce km uzaktayken okuması hiç akıllıca olmadı. Boğazım düğümlene düğümlene okumama rağmen elimden bırakamadım desem sanırım kitap hakkında hissettiklerimi açıklamış olurum. Hüsnü Arkan öyle güzel yazmış ki çoğu zaman o akıp giden düz yazının uzun bir şiirin parçası olduğunu düşünüyorsunuz.
Arka planda siyaset ve evet dillendirmese de bildiğimiz 12 Eylül. Hayallerini kaybeden kahramanın aslında nasıl gerçek olmayan bir kurguda yaşadığına şahit oluyoruz.
Kendi deyimiyle oburlarla gurmelerin savaşında menekşe kokan kadınların arasında güven duygusunun ne demek olduğunu atlardan öğrenen bir çocuğun büyüme serüveni. Ege’de bir çiftlikte kendi ailesinin yarattığı feodaliteyi yıkmaya çalışırken hayallerinin peşinden İzmir’e gidip meyhane açan Hüseyin’in hikayesi.
"Anlamsızlığın bir anlamı vardı, bir adı vardı; hayat diyorlardı buna. Her sıradan sözcük gibi, içine girince, yineleyince bir şey ifade etmiyordu. Sıradan olmayan sözcükler arıyordum.Yoktu. Çevremdeki insanlar, sözcükleri kendilerini iyi hissetmek, çıldırmamak için kullanıyorlardı. Aslında hepsi de evreni saran boşluğa aitiler ama bunu kabul etmektense, o boşluğa bir anlam yükleyip varlıklarını birbirlerine onaylatmayı yeğliyorlardı."
Beğeni elbet subjektiftir ;Hüsnü Arkan bu kitapta bana göre muhteşem cümleler yazmış.Tam anlamıyla edebiyat yapmış.Ben bayıldım...

6 Eylül 2013 Cuma

LEYLEKLERİN UÇUŞU - Jean Christophe Grangé

Bu kitap elimde haddinden fazla süründü. Araya 6 kitap alıp okumuşum. Oysa kitap istenirse 1-2 günde bitecek türden son derece sürükleyici.Öte yandan kitaptaki şiddet dozu çok yüksek bu sebeple sürekli okuyamadım.Benim için çok fazlaydı.
Neyse kitabı bu hafta leylek göçüne denk geldiğimde artık bitirmem gerektiğine karar verdim. Kitap leyleklerin göç yolları ekseninde Avrupa’dan Orta Afrika’ya macera-polisiye-gerilim içerirken ben belgeselvari bir leylek kitabı arayışlarına başladım bile.
Yani iki leylek ailesi yuvası arasında birkaç km mesafe varsa hadi Eylül'ün 8 i Pazar günü saat 10 da göçe başlıyoruz haberini birbirlerine nasıl iletiyorlar.Yada e hadi hareket zamanı kararını kim nasıl veriyor.Bunu geçtiğimiz hafta sonu sabah saatlerinde küçük bir leylek grubuna denk geldiğimizde daha çok merak ettim.Havada dairesel hareketler çiziyorlardı. Bu arada uzaktan parça parça gruplar onlara doğru uçuyordu. Akşam üzerine kadar böyle devam ettiler. Bekleyen grup sürekli büyüyordu.Akşam üstü saat 6'da artık çok kalabalıktılar ve sonra o meşhur V'yi oluşturup uçmaya başladılar.Görüntü muhteşemdi.Seneye aynı yere yuvalarına döneceklerini bilmek inanılmaz ancak bu iç güdüyü anlamak imkansız.
Kitabımıza dönersek kuş bilimci Max Böhm her yıl Avrupa'ya geri dönen leyleklerin bu sefer dönmemesi üzerine Louis Antioche'den (soyadı Antakya'nın antik isminden geliyor) kuşların göç yollarını takip etmesini ve neden geri dönmediklerini öğrenmesini ister.Louis bu yolculukta hem gerçek sebebi öğrenecek hem de birbiriyle bağlantılı başka olayların içine çekilecektir.Kurgu olarak Leylek Uçuşu'nu Kızıl Nehirler'den daha çok beğendiğimi söyleyebilirim.Anlatım olarak ise beni aştı:) Ne televizyonda ne de kitaplarda sapıkça şiddetlere fazla dayanamıyorum.
Daha gülümseten masallara gelirsek Danimarkalı Andersen'in bebekleri taşıyan leyleklerinin tanrıça Holda'nın habercileri olduğunu biliyoruz.Tanrıça yağmurla gökten düşen ölü ruhları çocuk bedenlerine sokar onları annelerine götürmek üzere leyleklere taşıtırmış.Bu inancın pek çok kültürde olduğu gibi Türk Mitolojisinde de yeri var.Kim kimden etkilenmiş bilinmez ama meraklısı Pervin Ergun'un buradaki yazısından özet bir bilgi edinebilir.

24 Ağustos 2013 Cumartesi

İTALYAN DÜĞÜNÜ-Nicky Pellegrino

Bu kitabı okurken bol bol İtalyan Kahvesi içtim. 
Spagettiler pişirdim. 
Canım deli gibi biscotti çekti.
Beppi’nin tariflerini denemek istedim.
Catherine’nin aşkını Pieta’nın hikayesine tercih ettim. 
Ve mutfağı yemek kokan bir evin sıcaklığını, aşkı bulmuş insanların ne kadar şanslı olduklarını düşündüm.

23 Ağustos 2013 Cuma

YABAN KOYUNUN İZİNDE-Haruki Murakami

Murakami’nin bu kitabı için son zamanlarda okuduğum en iyi kurgu diyebilirim. Daha önce Sahilde Kafka’yı okurken de aynı şeyi düşünmüştüm. Yazarın gerçek üstücü konu yaratma ve bunu ifade tarzı bana göre çok başarılı.
Konular, bağlantılar ya da karakterlerin olayları kabulleniş biçimleri anlamlı mıdır,bunları sorgulayan okuyucular için tatmin edici olmayabilir ancak benim için bu mantık örgüsünün hiçbir önemi yok. Murakami sanki sanat sanat içindir diyerek yazıyor. Ben de onu sanat için okuyorumJ
İnsanların içine yerleşen koyunun peşinde bir adam, evi terk ederken bir donunu dahi bırakmayan karısı, kulak mankeni, fare, J, koyun profesörü, Yunus oteli sahibi. Hiç birinin ismi yok ancak betimlemeler öyle tatmin edici, yazarımızın kulak fetişizmi, kedi sevgisi, müzik zevkleri, kitap tercihleri bu karakterlerin arasına öyle bir dağılıyor ki kimsenin ismine gerek de duymuyorsunuz zaten.Kedisi bile sonradan isimlendirilir bir başkası tarafından.Ona Ringa derler.
Kadın figürler erkek kahraman üzerinde gene çok etkili. Karısı tüm çekmecelerini boşaltıp gittiğinde ondan hiç bir iz kalmaması ne kadar sarsıcı ise hiç görmeden kulaklarına hayran olduğu kadınla tanışıp birlikte olması o kadar şaşırtıcıdır.
Radyodan, pikaptan veya bir müzik kutusundan kulaklarımıza Riley B. King Kenny Burrel ,Larry Coryell,Jim Hall,Nat King Cole çalınır.South of the Border dinlerken müzik zevki ideoloji kadar aşınmamış diye düşünür.
Kahramanlardan biri Conrad romanı okurken bir diğeri Plutarkhos’un Yunan Trajedyalarını okur. Yalnız bir anında kendini De Chirico tablosundaki terk edilmiş çocuğa benzetir.
Kahramanlar kahve içerken,bir mavi Lövenbrau açarken, sevişirken, işerken öyle gerçekçidir ki romanın gerçek üstücü olduğunu unutuverirsiniz. Her şey size olabilir görünmeye başlar.



20 Ağustos 2013 Salı

MUHTEŞEM GATSBY - F Scott Fitzgerald

Great Gatsby Fitzgerald'ın 1925'de yazdığı tüm zamanların en çok satan kitaplarından artık kült diyebileceğimiz romanı. Daha önce 7 kez filmi de çekilen opera ve tiyatro uyarlamaları bulunan yapıt bu yıl Leonardo DiCaprio,Carey Mulligan ve Tobey Magurie’nin oynadığı yeni uyarlama ile tekrar popüler oldu.Birçok yayın evi kitabı tekrar bastı.Benim tercihim e-kitap formatında olması dolayısıyla Özgür Umut Hoşafçı çevirisi oldu. Hasan Ali Yücel çevirisini bazı okurlar çok sevmiş bazısı da nefret etmiş. Mitra yayınevi basımı açıkçası kötü değildi.Fitzgarald'ın hep anlatılan Caz Çağı ve Amerikan Rüyası  söylemlerini kitap boyunca yeterince hissediyoruz. Ön metin okumalarında gördüğümüz aşk,ihanet,kıskançlık duygularının arkasında zengin olma ve sınıf atlama hayalleriyle yasa dışı yollardan para kazanan bir adamı,kendi amerikan rüyasını gerçekleştirmek için kocasını aldatan metres bir kadını yada maddenin ve eşyanın her türlü duygunun üstüne geçtiği yaşamları okuyoruz.
Şüphesiz 1920'ler hem Amerika hem de Avrupa'da savaş sonrası yaşanan sıkıntılardan sonra toplumların değiştiği eğlencelerin yaygınlaştığı bununla o zamana kadarki değerlerin yok sayılmaya başladığı dönemi belirtir.Kadın hakları kadının erkeklerle toplum içinde eğlenmesi,kısa etekler giymesi,sigara içmesi gibi daha önce hoş karşılanmayan bir çok davranış biçimi artık hayatın içindedir.Savaş dönemi mutfağıyla ilgilenen evini temizleyen kadınların yerini 1920'lerde caz müziğin çaldığı partilerde içkisini yudumlayan, uzun sigaralıklarını içen kadınlar almıştır.Flapper diye adlandırılan bu akım sadece modanın değil yaşam şeklinin de yönünü tamamen değiştirmişti.
Yitik kuşak temsilcilerinden Fitzgerald bu dönemi en iyi anlatan yazar olarak bilinir hatta Şahane Saçmalık olarak anılan bu dönem Fitzgerald’a yüklenir. 1920’de This Side of Paradise adlı romanı basılınca bir gecede ünlü olmuştur.
Karısı Zelda ile olan inişli çıkışlı ilişkisi adeta Gatsby ve Daisy'nin ilişkisine benzetilir. Her ne kadar sonunda evlenebilmiş olsalar da Fitzgerald’ın daha iyi bir geliri olana kadar Zelda onun evlilik teklifini kabul etmemiştir. Evlilikleri süresince tam bir Caz Çağı hayatı yaşarlar. Hatta Fitzgerald’ın beş dolarlık banknotları sigarasını yakmak için kullandığı söylenir. Zelda’nın çapkınlıkları ve flörtlerini kıskançlıkla izler.Defalarca intihara kalkışan Zelda'ya sonunda tedavi edilemez şizofreni teşhisi koyarlar.
1929 Great Crash denilen ekonomik çöküş ile Caz Çağı sona erdiğinde Fitzgerald’ın yazdığı kitaplar demode bulunmaya başlar.Dünya ciddi bir krizin eşiğindedir.Fitzgerald mutsuzdur borçlarını ödemek için kısa öyküler yazmaya çalışır ancak mutsuzluğu öykülerine de yansır ve başarılı bulunmaz.1940’ta kalp krizinden hayatını kaybettiğinde kendi deyimiyle sadece dönemin sözcüsü değil aynı zamanda dönemin tipik bir ürünü olmuştur.

28 Mart 2013 Perşembe

Cybook Bookeen

Siparişini verdiğim elektronik kitap okuyucuyu kullandıktan sonra yorumlarımı paylaşacağımı söylemiştim. Öncelikle belirtmeliyim ki beklentimin çok üstünde bir tatmin duygusu verdi.
7” tabletle yan yana koyduğumda boyutu aşağıdaki gibi.

Tabletin yaklaşık 345 gr geldiğini düşünürsek bu cihaz sadece 180 gr. Okurken bilekleri yormuyor. Biz narin hanımların ekstra kol kasına ihtiyacı yok J
Ekran matlığı gayet başarılı ki bence en önemlisi bu ; saatlerce okuma yapmama rağmen gözlerim yorulmadı.Uzakta olduğum süre içinde kurtarıcım oldu diyebilirim. Küçük portföy çantama bile sığıyor ve şarj ömrü çok uzun.
Cihaz içinde Almanca, İngilizce, Fransızca, İspanyolca olmak üzere toplam 150 kitap ve sözlük yüklü olarak geldi. Almaya niyetli ama kararsız arkadaşlara kesinlikle tavsiye ediyorum.
Peki bu arada ben yeni cicimle neleri okudum

LEYLA'NIN EVİ : Tiyatro uyarlaması da olan Zülfü Livaneli'nin bu romanı 3 insanın kesişen hayatını anlatıyor. İstanbul Hanımefendisi Leyla Hanım romanın baş karakteri .İnsanlardan uzak bir yaşantı süren bu yaşlı kadın oturduğu yalıdan çıkartılıyor. Onun yalnızlığı ve çaresizliği eski çalışanın oğlu Yusuf'a ve onun kız arkadaşı Roxy'e uzanıyor. Yusuf ,Leyla Hanım'ı sokakta kalmaması için Cihangir'e getiriyor.Oturduğu muhitten hiç çıkmamış bu hanımefendi için burası bambaşka ve ürkütücü bir dünya.Başlangıçta Roxy'nin ona gösterdiği tepkiler sonrasında Roxy'nin tekrar Rukiye olmayı kabullenişindeki sürece parelel olarak değişiyor.Almancı olduğu için dışlandığını düşünen giyimi ve davranışlarıyla aykırı olmaya çalışan Roxy müzik yapıyor.Yaşlı bir hanımefendiyle bu asi Hip Hop'çunun bir araya gelmesi ilginç bir tezat oluşturuyor.Hoş bir Livaneli romanı.

DÖRTLÜ İTTİFAK : Sherlock Holmes okumalarım devam ediyor. Hafiyemiz bu sefer Agra hazinesinin peşinde.Özellikle yolculuklarda kafa boşaltmak için okunacak kitaplardan.

KALBİMİN SAHİBİSİN :Kitabı alırken çok ciddiye almamıştım.Biraz da uzun süre kitap alacak fırsatım olmayacak bulunsun düşüncesindeydim.Hatta evde olsaydım muhtemelen sıra gelmezdi. Hiç de öyle Harlequin tadında bir kitap değil. 1800'lerin sonunda kadınların uzun elbiseler giyip münasip eş bekledikleri bir dönemde kahramanımız Essie koca beklemekten sıkılıp bir bisiklet kulübü kuruyor.Tabii oraya varana dek yaşadığı hayal kırıklıkları,kasabalılar tarafından dışlanması,aşk acısı vs. ile kitap ilerliyor.Kitap neredeyse romantik komediden çıkmış ,romantik feminist olmuşJ .Sanırım Deanne Gist ,Essie'nin maceralarına devam edecek ve kitabın devamı gelecek. Özetle kitap keyifliydi.  

HİÇ HESAPTA YOKKEN : Orjinal adı Ten Beach Road olan Wendy Wax'ın bu kitabı bir ilke imza attı ve yatay olarak basıldı. Yani alışıldığı gibi kitap enine değil boyuna okunuyor.Hoş bir dostluk öyküsü.Edebiyat dünyasının acımasızlığı içinde birbirine destek olan dört kadının bir amaç için mücadelesini konu alıyor özetle.
Aslında içinde travmatik bir yazamama korkusu taşıyan çok satan kitapların yıldızı Mallory ,ailesine bakmak için gündüzleri garsonluk yapıp geceleri yazmaya çalışan hayatı çok zor Tanya, bir vaizle evli çok satan din kitapların yazarı Faye,dibe vurmuş ve sözleşmesi iptal edilecek bir yazar Kendall'ın bir araya gelip bir kitap yazma serüvenini okuyoruz kitapta.Amaç kitabı Kendall adıyla basıp hem onun yeteğini göstermek hem de isimleri olmadığı için yazma serbestisine sahip olmak.Bir televizyon programında herşey ortaya dökülüyor ve işler karışıyor. Dostluk duygusunu vermesi açısından sıcak bir kitap olmuş.

HURUFİLİK : Ömer Tecimer çok güzel bir başvuru kitabı yazmış.Hurufilik tarikatını anlatıyor.Bu kitabı notlar alarak okumak lazım.5 sayfa burada ,10 sayfa orada okunmuyor.Bu açıdan beni zorladı diyebilirim.Bu yüzden uygun bir zamanda hakkını vererek tekrar okuyacağım. Hurufiğin çok ilginç açıklamaları var. Gerçeklerin harflerde gizli bulunduğunu evrendeki tüm şifrelerin harflere dayanarak çözüleceğini iddia ediyor.Hurufilere göre yaratıcı kendi ismini "Allah" kelimesini gözlere he,burna elif,burnun iki yanına da lam harflerini getirerek  insanın yüzüne nakşetmiş..Kitap Hurufiliğin kurucusu Fadl'ul Lah Astrabadi'nin (Fazlullah Esterabadi) Miranşah tarafından öldürülmesine kadar geçen hayatını anlatıyor.Bu arada Kabala ,vahdet-i vücud ,bektaşilik -alevilik-mevlevi inançlarıyla olan etkileşimlerine değiniliyor.

5 Şubat 2013 Salı

1Q84

Sonunda beklediğim oldu. Murakami'nin yurtdışında bir kaç cilt basılmasına rağmen bizde ansiklopedi gibi 1086 sayfa basılan tuğla kitabı e-kitap olarak satışa çıktı.Her yerde okunur artık :)

İdefix ve D&R fiyatları 37 TL

25 Ocak 2013 Cuma

TEKNOLOJİ YORAR


İş seyahatlerinde taşımak zorunda olduğumuz malum ağırlıklardan dolayı yanıma ancak bir kitap alabiliyorum. Kitap biterse ya da beğenmezsem ne okuyacağım stresini bir süredir e-kitaplarla gidermeye çalışıyordum. Beğendiğim kitapları İdefix’ten e-kitap formatında satın alıyor ve Google Play’in  Kitaplık uygulamasıyla da tablete aktarıyorum ve oradan okuyorum.
Öncelikle belirteyim hiçbir dijital uygulama gerçek kitabın verdiği hazzı vermiyor.Yıllarca kitap sayfası çevirmeye alışınca bazen dalıp ekranın kenarını kıvırmaya çalışıyorum ya da ara verince kitabı ters kapatma alışkanlığımdan aynısını cihaza yapıyorum.J
Pratik gibi görünen bu teknolojik oyuncaklarda e-ink denilen mürekkep özelliği olmadığından maalesef  uzun süreli okumalara uygun değiller ki elimdekini bitirip sonraki beş gün sadece e-kitaplarla idare ettiğim için gözlerim bir hayli yoruldu.Şimdi bardak bardak havuç suyu içiyorum J
Neyse baktım benim bu dijital okumalarım devam etmek zorunda ben de kendime doğru düzgün bir e-reader almaya karar verdim.Yaptığım araştırmalarda kullananların Booken Cybook’tan memnun olduklarını gördüm. Fransız menşeli Booken’da birkaç cihaz alternatifi var. Ben Cybook Odyssey’i  sipariş ettim. 

Cihazda E-Ink Pearl ve Touch Screen özellikleri var. Yani yeni nesil e-mürekkep pearl denilen gerçek kağıt hissi uyandıran ekran keskinliğine ve okunurluğuna sahip.Cihaz elime Şubat sonu gibi geçecek. O zaman gerçekten kullanışlı olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi verebilirim. Ama şimdilik tabletten kitap okumaya geçici bir süre için ara veriyorumJ

İsteyenler Cybook Odyssey hakkında şu adreslerden daha detaylı bilgi edinebilir.

Cihaz İdefix’te de satıyor fakat şu an sitesinde gördüğüm kadarıyla stoklarında yok.

Bu kadar şikayetten sonra neler okumuşum kısaca onlardan da bahsedeyim.


Ünlü dedektifimiz Sherlock Holmes ve arkadaşı Dr. Watson'un çözdüğü polisiye hikayelerin toparlandığı iki kitap.Okuması son derece rahat ve meraklısı için keyifli.



Bir Dilekle Başladı Herşey yeni yıl hediyemdi.Yolda hemen okuyup bitirdim. Blossom Sokağından yeni hikayeler.Üstelik bu sefer baş karakter bir kitapçı.Ben de kendime yirmi dilek listesi yapabilirim her an.
Gül Limanı Oteli Debbi Macomber bu kitapla yeni bir seriye başlamış oldu. Jo Marie'nin hikayesini daha çok okuyacağız gibi görünüyor.Bu sefer yazarımız Blossom Sokağından çıkıp bize Sedir Koyundan sesleniyor.
Her ikisi de tipik Macomber kitabı .Pozitif  ve sıcak .Bu yüzden onun kitapları bende hep yaz, güneş,tatil ve arkadaşları görme istediği uyandırıyor.