Sümer Atasözü
Hititler
ve Hattuşa - İştar'ın Kaleminden
Kitap biraz çocukça.Ancak Muazzez Hanım özellikle akademik dilden ve çevreden uzak; gençlerin Hititleri tanımasına yardımcı olacak bir kitap olsun istemiş.Bunun için de İştar'a bir günlük yazdırmış. İştar yakın arkadaşı Hatice Kızılyay'ın kızı.1958 yılında Boğazköy kazılarına kızını da götürdüğünü hatırlamış yazarımız ve kurguyu onun üzerine kurmuş.İştar yaz tatili boyunca annesinden ve kazıda çalışanlardan öğrendiklerini bize de aktarıyor.
Kitap biraz çocukça.Ancak Muazzez Hanım özellikle akademik dilden ve çevreden uzak; gençlerin Hititleri tanımasına yardımcı olacak bir kitap olsun istemiş.Bunun için de İştar'a bir günlük yazdırmış. İştar yakın arkadaşı Hatice Kızılyay'ın kızı.1958 yılında Boğazköy kazılarına kızını da götürdüğünü hatırlamış yazarımız ve kurguyu onun üzerine kurmuş.İştar yaz tatili boyunca annesinden ve kazıda çalışanlardan öğrendiklerini bize de aktarıyor.
Böylece sosyal yaşamı, yasaları, cezaları, saray entrikalarını, efsaneleri, büyüleri ve 3500
yıl öncesinden günümüze karışmış gelenekleri, bu rahat anlatımlı kitapta
okuyabiliyoruz.
Bugün bile Anadolu’da adından söz ettiren bir kütüphanemiz yokken Hitit Sarayı kitaplığının anlatıldığı bölüm her kitap sever için heyecan verici. Bende kitaptan bu bölümü olduğu gibi aktarmak istiyorum.
“Bugünümüz çok heyecanlı
geçti. Çünkü, Hitit Sarayı'nın kitaplığının bir kısmı bulundu. İyi ki, kazıya gitmiştim. Tabletlerin arka arkaya çıkmaya başlaması herkesi şaşkına döndürdü. Kazıda bulunanlar,sevinçten neredeyse birbirine sarılacaktı. Taş, toprak yığıntıları arasında, tabletin birinin ucu görünüyor. O çıkarılmaya çalışılırken yanından biri, arkasından bir başkası kendini gösteriyordu. Sevinilmeyecek gibi değildi doğrusu. "Yine kitaplık bulundu!"
dedikleri zaman ben de şaştım, nasıl anladılar diye. Yavaşça anneme sokulup sordum. O da bana üzerinde iki delik bulunan küçük bir tableti göstererek, "İşte kanıtı" dedi. Meğer o tabletçik,
kitaplıktaki raflara konan belgelerin ne olduğunu bildiren bir tür etiketmiş. O,deliklerden ip geçirilip raflara asılırmış. Raflar yanmış, etiketler ve tabletler yerlere saçılmış. Onun gibi daha 6 etiket bulundu. Şimdi bu tabletlerde nelerin yazılı olduğu merakı başladı.
Annem tabletlerin birini alıyor, birini bırakıyor, bir taraftan da okumaya çalışıyordu.Aralarına toz, toprak ve çamur dolmuş yazıların okunması olanaksızdı. Akşama kadar güneş altında yanarak kazı yapanlar tabletleri çıkarmaya, bizler de çıkaranları ve çıkanları merakla izlemeye çalıştık. Akşam eve gelince, sanki büyük bir savaştan çıkmış gibi dinlenmek üzere kendimizi yerlere attık. Yemekte hep bulunan tabletlerden söz edildi. Ben konuşulanları yarı anlar yarı anlamaz dinliyordum. Beni öyle merak sarmıştı ki, odamıza bir an önce gidip annemden neler
konuşulduğunu tam olarak öğrenmek istiyordum. Odaya girer girmez ilk sözüm, "Lütfen anne, bana şu Hitit Kütüphanesi'nden bilgi ver!" demek oldu.Annem bütün gün çok yoruluyor. Kazı yerine gidiyor, gitmediği zamanlarda kazıdan çıkan eserleri numaralıyor, onların buluntu yerlerini, ne olduklarını defterlere yazıyor. O yüzden genellikle onun dinlenme zamanı odamıza girince başlıyor. Yatağa uzanıyor ve benim merakla sorduğum sorulan yanıtlamaya çalışıyor. Onun uykusu gelinceye kadar onu dinliyor, sonra da aklımda kalanları unutmadan defterime geçirmeye çalışıyorum.Annem, "Kızım, yazı bilmek yeterli değil, yazılanları saklamak, onlardan başkalarının da yararlanmasını sağlamak gerek. İşte bundan 3 500 yıl önce Hititler, onlardan çok önce de Sumerliler yazdıkları belgeleri arşiv ve kitaplık olarak saklamayı bilmişler. Buna inanmak zor, ama görüyorsun çıkan tabletleri. Daha önce de binlercesi bulundu. Eğer onları saklamayıp atsalardı, böyle bulamazdık."
"Ama anne! Mademki kilden yapılmış belgeler çürüyüp gitmiyor,o zaman nasıl olsa atılmışları da bulabilirdik" dedim.
Annem, "Olabilirdi. Buna örnek Sümer okullarında yazılıp da atılan alıştırma tabletlerinin bulunuşu. Çocukların yazdığı kargacık burgacık yazıları da saklayacak değillerdi ya! Onlar da atıldıkları yerlerde bulundu. İyi ki, bulundu! Onlardan da okullarda çocukların neler okuduklarını öğreniyoruz, o başka. Ama kitaplık olan yerlerde tabletleri bulduğumuz gibi, raflara konan etiketleri ve kataloglarını da buluyoruz" dedi.
"Ay bir de katalogları mı var?" diye şaşkınlıkla sordum.
"Ay bir de katalogları mı var?" diye şaşkınlıkla sordum.
"Evet kızım. Kütüphanede korunan tabletlerin konularını, o konunun kaç tablette yazılı olduğunu, yazanın adını kapsayan katalog dediğimiz listeler yapmışlar. Bu listelerde yazılı olanların bulunup bulunmadığı, zaman zaman kontrol edilmiş olduğu, 'bu tablet daha önce vardı, şimdi bulunamadı' şeklinde bu listelerde bildirilmiş olmasından anlaşılıyor. Bu listelerde yazılı konuların pek çoğu bulundu. Onlar da kitaplıkların varlığını kanıtlıyor" diye yanıtladı annem.Doğrusu şaşmamak elde değil. Binlerce yıl önce yaşayan insanlar hiç de düşündüğümüz gibi ilkel değillermiş. Onların attıkları temeller üzerine bugünkü uygarlık kurulmuş. Annemin anlattığına göre, yapılan bu kataloglarda, dinsel törenler, bayramlar, kral yıllıkları, krallıklar arası antlaşmalar, mektuplaşmalar, sihir metinleri gibi konularına göre ayrı ayrı gruplandırılmış bu belgeler. Bunlar arasında,efsaneler, hikâyeler gibi edebi olanlar da bulunmuş. Hatta daha önemlisi Mezopotamya'dan Gilgameş Destanı, anneye mektup gibi, Akadca, Sumerce yazılmış tabletler bile varmış. Bunlar o çağlarda kültür alışverişinin tam bir kanıtı. Kitaplık için yazılan tabletlerin en sonunda tabletteki konunun adı, konu bir tablete sığmamışsa kaçıncı tablet olduğu, yazıcının adı, babasının, bazen dedesinin, hatta dedesinin baba ismi bile yazılmış. Bu altyazılardan, kınlan veya bozulan bir tabletin yeniden yazıldığını, bazen bir çırak kâtibin, başkâtip denetimi altında onu yazdığı öğreniliyor. Bu yazıcılar veya kâtiplerin "başkâtip, kâtip, çırak kâtip" diye unvanları da varmış. Başkâtipler son derece değerlilermiş. Kral IV. Tuthaliya her nedense Hattuşa'dan sonra Tarhuntaşşa'yı başkent yaptığı zaman, Hattuşa'nın idaresini başyazıcı Mitannamuva'ya bırakmış. Ayrıca tahta tablet yazan yazıcılar da varmış. Metinlerin önce tahta tablete müsvedde olarak yazılıp, sonra kil tablete geçirildiği, bazı kataloglarda "tahta tablete göre düzenlenmiştir" diye yazılmasından anlaşılıyormuş.”
Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği
Sümerlerin Bereket ve Aşk Tanrıçası İnanna doğurganlığı ve bereketi
simgelediği için erken dönem inanışlarında çok önemliydi. Kocası Çoban Tanrısı Dumuzi ile birleşmeleri
baharda her yıl şenliklerle kutlanırdı. İnanışa göre tarlalar onların sayesinde
ürün verir koyunlar onların sayesinde yavrulardı. Tabletlere göre o Sümer’in neşesiydi.
Kadınlarda görmek istedikleri bütün özellikleri onun şahsında toplamışlar,ona tapmışlar ve şiirler yazarak ölümsüzleştirmişler. İnanna Hititlerde İştar Musevilerde Astarte olmuş. Sonraki dönemlerde ata erkil yaklaşımla güçlerini erkek tanrılara kaptırmış ona sadece güzellik ve aşk tanrıçalığı bahşedilmiş Yunan hikayelerinde Afrodit ve Roma'da Venüs adını almıştır.
Mabet fahişeliği
Sümerden sonra Babilliler ve Asurluların aracılığı ile İsrail’e geçmiş.Bugünden bakınca garip gelen ancak dini bir rituel olarak kendini tanrılara
hizmete adamış rahibelerin yaptığı kutsal bir görevi temsil ediyor.
Ön yargıdan uzak bir okumayla Mezopotamya
Hikayeleri, Bereket kültü , Tevrat’a geçmiş efsaneler, Kutsal
Evlenme ve Mabet Fahişeliği üzerine ilginç bilgilerin paylaşıldığı bir kitap hatta kitapçık diyebiliriz.
Gilgameş - Tarihte İlk Kral Kahraman
Tarihin yazılı
en eski destanı Uruk Kralı Gılgameş’in (Gılgamış) ölümsüzlük arayışının öyküsü
12 kil tablete Gılgameş’in yaşadığı çağdan yüzyıllar sonra Akad civi yazısı
olarak kaydedilmiş. Bulunan tabletlerdeki kırıklar ve bozulmalar yüzünden
metnin bir çok yerinde boşluklar varmış. Bundan dolayı şiir olarak okunması sıkıcı
ve anlaşılması güç olacağını düşünen Muazzez Hanım bu metinleri öyküleştirerek
yazmış.Çok da sürükleyici olmuş.
Uruk Kralı
Gılgameş’i Sümerler kendinden çok üstün görmüş onun vücudunun üçte ikisinin
Tanrı üçte birinin de insan olduğuna inanmışlar. Ölümsüzlüğü aradığı bu destanda
aynı zamanda Büyük Tufan’dan da bahsedildiğini görüyoruz.
Kitaptan alıntı yaparak özetle tabletlerde neler yazıyor bir göz atalım;
Kitaptan alıntı yaparak özetle tabletlerde neler yazıyor bir göz atalım;
Tablet I
Gılgameş’in çok
bilgili olduğu,çok gezdiği Uruk duvarını yaptırdığı tapınakları onarttığı
onları bir taşa yazdırttığı halka verdiği sıkıntı,Enkidu’nun kırlarda
aratılışı,bir tapınak fahişesiyle karşılaştırılması, Gılgameş’in gördüğü
rüyalar anlatılıyor.
Tablet II
Fahişenin
Enkidu’yu insanlaştırması,uygarlaştırması şehre getirip Gılgameş ile
karşılaşması,arkadaşlık etmeye başlamaları sedir ormanına gidip oradaki
ejderhayı öldürme planı.
Tablet III
Ejderha öldürme
planından halk özellikle yaşlılar endişeli .Gılgameş’in öleceğinden korkuluyor,caydırmak
için uğraşılıyor.Enkidu’ya onu koruması öneriliyor.Annesi onu koruması için Güneş
Tanrısı’na dualar ediyor.
Tablet IV
Gılgameş ve
Enkidu yola çıkma hazırlıkları yapıyorlar.Güneş Tanrısı’na kendilerine yardım
etmesi için yakarıyorlar.Yola çıkıyorlar.Yolda Gılgameş rüyalar görüyor.Onları
Enkidu yorumluyor.Yolda bir ara Gılgameş bir ara Enkidu korkuyor.Birbirlerine
cesaret vererek yollarına devam ediyorlar.
Tablet V
Sedir ormanlarına geliyorlar.Ormana yaklaştıklarında canavar geldiklerini fark ediyor.Gılgameş’i
uyutuyor.Fakat Güneş Tanrısı’nın yardımıyla canavarı yakalıyorlar.O
öldürmemeleri için yalvarsa da öldürüyorlar.Ormandan kestikleri ağacı Fırat
üzerinden Uruk’a getiriyorlar.
Tablet VI
Uruk’a
döndüklerinde Tanrıça İştar Gılgameş’e evlenmek istediğini söylüyor fakat kabul
görmeyince Gök Boğasını Uruk’a saldırtıyor.Enkidu boğayı öldürüp kalçasını
tanrıçaya fırlatıyor. Tanrıça ikisini de lanetliyor.Sarayda şenlikler
yapıyorlar.
Tablet VII
Enkidu rüyasında
cezalandırılacağını görüyor.Hastalanıyor.Onu kırlardan getirenlere lanetler
yağdırıyor.Güneş Tanrısı onu sakinleştiriyor.Enkidu ölüyor.
Tablet VIII
Bu tablet çok
kırık olduğundan çoğu satır okunamamış. Daha çok arkadaşın arkasından tutulan
yas anlatılıyor. Gılgameş arkadaşı için bir heykel yaptırıyor.
Tablet IX
Gılgameş
arkadaşının ölümünden sonra kendisinin de öleceğini düşünerek korkuya kapılıyor
ve ölümsüzlü aramak için yollara düşüyor.Bir dağda akrep görünümünde insanlara
rastlıyor.Onlar dağın kapısını Gılgameş’e açıyorlar ve o karanlıklar içinde
yoluna devam ederek bir mücevher bahçesine geliyor.
Tablet X
Gılgameş yoluna
devam ederek deniz kenarına ulaşıyor.Orada bulunan içki evini işleten kadınla
karşılaşıyor. (Kadınlar o dönemde çalışıyor J)
Ona ne aradığını soruyor.Kadın bundan vazgeçmesini kimsenin ölümsüzlüğü
bulamadığını elinde olan günlerin tadını çıkarmasını söylüyor. Gılgameş’in
ısrarı üzerine onu ilk ve son kez ölümsüzlüğü bulan adamın yanına götürecek
kayıkçıyı gösteriyor.Kayıkçı Gılgameş’e kürekler hazırlattırıyor.Ölülerin
götürüldüğü sudan geçerek Tanrıların cennetine Utanapiştim’in bulunduğu yere
ulaşıyorlar.Gılgameş Utanapiştim’e başından geçenleri anlatıyor ve arkadaşı
gibi ölmek istemediğini ölümsüz olmak istediğini söylüyor.Utanapiştim bunun
mümkün olmadığını çünkü ölümsüzlüğü ona Tanrıların verdiğini onların bir daha
böyle bir şey yapmayacaklarını anlatmaya çalışıyor.
Tablet XI ( En iyi korunmuş tablet olarak belirtilmiş
kitapta)
Utanapiştim
Gılgameş’e ölümsüzlüğü nasıl bulduğunu anlatıyor. Tanrılar toplantılarında bir
tufan yapıp bütün yaratıklarını ortadan kaldırmaya karar veriyorlar.Bilgelik
Tanrısı ona durumu bildirip bir gemi yaparak ailesini ve mümkün olanları
kurtarmasını söylüyor.Utanapiştim söylenenleri yapıyor.Tufan başlıyor.6 gün 7
gece sürüyor.Yedinci gün gemiden çıkarak Tanrılara kurban sunuyor.Tufana karar
veren tanrı yaptığı suça karşılık Utanapiştim’e ölümsüzlüğü veriyor.Gılgameş’e
7 gün uykusuz kalma testi yapılıyor.Başaramayınca çok üzülen Gılgameş’e eli boş
gitmesin diye denizin altındaki gençlik otuyla gençleşebileceğini
söylüyor.Gılgameş otu buluyor fakat onu da bir yılan yiyor. Hayal kırıklığına
uğramış Gılgameş büyük bir üzüntüyle şehrine geri dönüyor.
Tablet XII
Bu tablette
yazılanlar destana ait değil. Gılgameş,Enkidu ve Yer altı dünyasına ait ayrı
bir öyküyü anlatıyor.
Ölümle ilgili bu hikayeler büyük ihtimalle Yunan
mitolojisini de etkilemiş.Okurken yer altı dünyasından her an Hades çıkacakmış gibi hissediyorsunuz.
Bu destandaki pek çok şey aslında sonraki dönemlerde karşımıza çıkıyor. Tufan’ın kutsal kitaplara geçmesi, bir gemi yapılması, Yunan mitolojisinde ölülerin götürüldüğü sudan geçen kayıkçı, Lokman Hekim’in ölümsüzlük otu gibi bize tanıdık hikayelerin ilk defa MÖ 7. Yüzyılda Asur Kralı Asurbanipal tarafından derlettirildiğini öğrenmek çok ilginç.
Bu destandaki pek çok şey aslında sonraki dönemlerde karşımıza çıkıyor. Tufan’ın kutsal kitaplara geçmesi, bir gemi yapılması, Yunan mitolojisinde ölülerin götürüldüğü sudan geçen kayıkçı, Lokman Hekim’in ölümsüzlük otu gibi bize tanıdık hikayelerin ilk defa MÖ 7. Yüzyılda Asur Kralı Asurbanipal tarafından derlettirildiğini öğrenmek çok ilginç.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder