Bu kitabı Ocak ayında kitap
kardeşliği ile okumuştum. Nazan Bekiroğlu’nun okuduğum ilk kitabıydı.İki günde
su gibi bitti. Yazarın köklerini arama serüvenini, bu doğu yolculuğunu ben pek
beğendim.
Dedesi Setterhan ile büyükannesi
Zehra’nın ayrı ayrı izlerini sürerken bir taraftan 1900’lerin başında savaşla,göçle karşılaşanların
insanlık hallerini anlatıyor.
İranlı halı tüccarı Mirza’nın
oğlu Setterhan yaşadığı aşk acısından kaçmak için geldiği Batum’da Bolşevik
devrimi patlak verince Trabzon’a kaçar.Tabii onun bu yolculuğu Tebriz,Taht-ı Süleyman,Bakü,Tiflis,Ateşgahlar arasında Zehra ile tanışmaya giden bir macera.
Öte tarafta Zehra ve abisi İsmail
Trabzon’da Büyük Hanım ve Hacı Bey ile yaşamaktadır. İsmail Balkan Harbine
katılır ve bir daha geri dönmez. Onun mektupları çok hüzünlü. Rus işgalindeki
Trabzon’dan ise Zehra ve Büyükhanım'ın da dahil olduğu halkın büyük çoğunluğu muhacirliğe çıkar. Bir taraftan Ermeni
tehciri olmaktadır. Herkes yollarda kendi acısı içinde yürümektedir. Bu
bölümleri insan boğazı düğümlene düğümlene okuyor. Hele Gence Milli Komitesi’nin
Kafkasya’da esir düşen Osmanlı askerlerine yardımı .Garda trenleri bekleyip
camdan sarkmış esirlere su ve yiyecek vermeye çalışmaları ,ölülerini alıp
Müslüman mezarlarına gömmeleri ,Cemiyet-i Hayriye’nin yaptıkları romanı
bambaşka bir boyuta taşımış .Keşke Nazan Hanım bununla ilgili bir roman yazsa
da okusak.
Yazar hikayesini anlatırken
görünmez olup geçmişte yaşananlara tanıklık ediyor. Ben romanlarda gerçeklik
duygusu aramam. Hatta beni gerçek dünyadan ne kadar koparırsa ,o masalın içinde
ne kadar kaybolursam o kadar mutlu olurum okurken.O yüzden yazarın görünmez
olup dedesi ve büyükannesini izlemesi ve hikayeyi bu şekilde anlatması benim çok hoşuma gitti.
Bekiroğlu'nun tek kitabını okudum ama çok bana göre değildi sanki evet lirik bir dille yazıyor ama nedense ben bir türlü sevemedim , yani, okunur ama :)
YanıtlaSil