Veda Üçlemesi'nin
son kitabını da paylaşıp okuduğum diğer kitaplara geçmek istiyorum. Çünkü bu
arada okuduğum fakat buradan paylaşamadığım pek çok kitap birikti.
Bu sefer Sude’nin
arkadaşı Gözde’nin bir saat otuz beş dakikada anlattığı hikâyesini okuyoruz.
Aşk,ölüm,yalnızlık,yazamama üzerine beni mahveden bir anlatımla Gözde’nin
ağzından onun hissettiklerini okurken bir taraftan Gözde’den dört kuşak önceki
kadınların küçük biyografilerine yer veriyor yazar.İşte hep sorduğum o soru bir kere
daha karşıma çıkıyor,fark etmeden bizden öncekilerin hayatlarını mı devam
ettiriyoruz nesiller boyu.
“Bir insan
hayatımızdan gidince, bu gidiş mutlak bir yok oluşla eşleşmiyor. Giden yalnızca
o insan oluyor. Oysa onun bizim içimizde, kendimize has o mahrem coğrafyada
bastığı yollarda açtığı gedikler, ayak izleri kalıyor. Ben onu özlemiyorum, ama
içimde bastığı yerler hâlâ duruyor ve acıyor”
Hangimizde bu ayak izleri kalmıyor,hangimizin
canı acımıyor.
“Bana hiçbir söz vermedin. Ama
bana ne çok söz söyledin sen. Geçtiğin bütün yollardan geçtim, ayak izlerine
basmadan ve senin değişiminden kopya çekmeden. Nasıl bir eğri izlediğini
gördüm. Bir melek nasıl yırttı kendini ve içinden nasıl bir şeytan çıktı. Senin
kendini kandırışın oldum. İnsan, iftiraya dönüşmüş kendisinden nasıl kurtulur?
İnsan paslı bir kapıya dönüşmekten nasıl kurtulur? Rüyalarımda batan çiviler
gözlerimde kaldı. Çıplak ayaklarla beni karda yürümeye mecbur ettin. Tatlı bir
uyuşmayla gözlerim kapanırken, üşümenin ülkesine kaymadığımın farkındayım.
Arada bir yerdeyim, ne geri dönmem mümkün artık ne de oraya gitmekten
alıkoyabilirim kendimi ”
Nietzsche'nin dediği gibi "insanca pek insanca…
bu yazarı keşfetcem ki sayenizdeee :)
YanıtlaSilPaylaşımım vesile olduysa ne mutlu bana :) Siz de beğenirsiniz umarım.
Sil