Patricia Highsmith için ne söylesek az. Kült kitaplar yazmış hayatının büyük bir kısmını Avrupa’da geçirmiş,Teksas’da başlayan hikayesi İsviçre’de son bulmuş ,yaşamı, tercihleri sıra dışı bir kadın.
1950 yılında, 29 yaşındayken yayınlanan ilk romanı
"Trendeki Yabancılar ile büyük başarı yakalar.Kitap Alfred Hitchcock
tarafından filme uyarlanır. Yirmi iki romanının beşinde ortaya çıkan Tom Ripley
defalarca filme çekilir.
Patricia kitaplarında alışık olduğumuz polisiye kurguya sahip
değildir.Okuyucuyu katil kim kovalamacasının içine sokmaz.Onun hikayelerinde
suçlu zaten bellidir.Karakteri genellikle bundan pişmanlık duymaz,örtbas
etmenin, yakalanmamanın yollarını arar.İnsan ruhunun derinliklerindeki kötülüğü
deşer. Kurgunun atmosferi kasvetlidir.
Trendeki Yabancılar’da da suç kurgusu baştan
örülmüştür.Buna rağmen hikaye psikolojik analizler yaptıracak gerilimi yaratır.
Ana karakterlerden Bruno, nasıl derler tam bir piskopat.Babasından nefret eden, sevgi ve kabul
görmeyi dışarıda arayan bir karakter.Guy onun tam tersi görünse de Highsmith'in yarattığı hiç bir karakter tam anlamıyla beyaz değildir.Gerçi Bruno'nun tacizleri okuyucuda Guy'dan yana olma eğilimi verir.Ben de okurken Bruno'dan nefret ettim. Kafanı
çevirdiğin yerde onu görüyorsun,korkutucu da bir taraftan.
Bruno'nun mizojinizmi anneden kaynaklanıyor. Onu yüceltirken diğer kadınları
kötülüyor. Bunda babasının annesine davranışı da rol oynuyor muhtemelen. Guy’ın
karısı Anne konusunda bile gel git yaşıyor kafasında. Emin olamıyor karakteri
için. Hafif gördüğü Miriam'ı bu yüzden çok rahat öldürüyor. Hakettiğini
düşünüyor.
Öte taraftan Guy'ın Platon okuması kurgu açısından anlamlıydı. Aklıma varlığın aslında mağara duvarına yansıyan gölgeye benzetilmesi geldi. Sanki Bruno geldi Guy'ın o karanlık izdüşümü oldu yada karakterini yok edip ters bir akis yarattı .Trendeki Yabancılar'ı sadece polisiye bir hikaye değil aynı zamanda psikolojik bir metin olarak değerlendirmek bu anlamda daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.
Öte taraftan Guy'ın Platon okuması kurgu açısından anlamlıydı. Aklıma varlığın aslında mağara duvarına yansıyan gölgeye benzetilmesi geldi. Sanki Bruno geldi Guy'ın o karanlık izdüşümü oldu yada karakterini yok edip ters bir akis yarattı .Trendeki Yabancılar'ı sadece polisiye bir hikaye değil aynı zamanda psikolojik bir metin olarak değerlendirmek bu anlamda daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.