Dorothy Sayers , Agatha Christie, Margery Allingham ve Ngaio Marsh
ile birlikte Altın Çağ'ın Queens of Crime ı olarak anılır. 1893 yılı
doğumlu Sayers, Oxford Üniversitesi'nden mezun olan ilk kadınlardan biri. 1923'de
Banyodaki Ceset (Whose Body ) ile büyük bir çıkış yakalar.
İki dünya savaşı
arası dönemde yarattığı dedektif Lord Peter Wimsey ‘in kahramanı olduğu pek
çok roman ve öykü kaleme alır. Aristokrat bir ailenin oğlu olan Lord Peter zengin
bir müzmin bekar. En büyük tutkusu ender bulunan kitapların koleksiyonunu yapmak.
Birinci dünya savaşı sırasında yaralanmış.Uşağı Bunter ile yaşıyor. Zeki
çıkarımlar yapan ve en az Sherlock Holmes kadar bilgili biri.
Dorothy dönemi
içinde bir çok tartışmayı da beraberinde getiren bir yazar. Eserlerinde
anti-semitik temalar bulunduğu iddia edilir.İlk feminist polisiye roman
kabul edilen Gaudy Night, Nazizme karşı yazılmışken Unpleasantness at Bellona
Club ise Birinci Dünya Savaşı’ndan dönen yaralı askerlerin yaşadıkları
güçlükleri anlatır. 1957’de ölümünün ardından mirasçıları bir başka İngiliz
polisiye yazar, Jill Paton Walsh'a yarım kalmış romanlarını tamamlama iznini verir.
Banyodaki Ceset’e tekrar dönüp baktığım zaman neden bu anti-semitik bakış açısı
dikkatimi çekmedi daha iyi anladım.Orjinalinde referans verilen cümleler
çevrilirken değişikliklere uğramış.
“I remember so well that dreadful trouble there was about her
marrying a Jew”
“..I’m sure some Jews are very good people …”
“A good Jew can be a good man …”
“..I’m sure some Jews are very good people …”
“A good Jew can be a good man …”
gibi eleştirilen cümleleri bizdeki çeviri tam karşılamıyor. Hatta Jew yerine karakterlerden
birinin ismi geçiyor. “Ford’lar damatlarının kendi dinlerinden bir adam
olmasını istiyorlardı “ derken politik bir bakış açısı değil de sanki ailenin bir
temennisi gibi aktarılmış.Bunu muhtemelen bilerek yapmışlardır diye düşünüyorum. Çeviri okurun algısını tamamen değiştirebilecek bir
güce sahip.
Öte taraftan hikayede Wimsey'yi davayı ciddiye almaya iten ve
cinayetlerin çözülmesinin bir oyun olmadığını, topluma bir görev olduğunu
hatırlatan Müfettiş Parker’ı tanıyoruz.Kurgunun
merkezi iki kurbanın birbirine yüzeysel bir benzerlik göstermesi ve ikisinin
de Yahudi olması. Hikayenin başlangıcında keşfedilen beden tamamen çıplak olduğu
için, adamın sünnet olduğunun anlaşılması okuyucuya bırakılmış. Sünnet,dini
nedenler dışında İngiltere'de yaygın bir uygulama değildi.Dolayısıyla
bilinirliliği çok azdı.
Kurgu Whodunnit in güzel bir örneği. Zeki bir olay çözücü,sadık bir yardımcı,iyi bir polis müfettişi ; tam bir Altın Çağ. Ancak,
tasvir ettiği dönem beyaz yada Hristiyan olmayan insanları eşit
olarak düşünmenin şaşırtıcı olduğu bir zaman - “saygın” insanların bile
gündelik konuşmalarında ırksal yaklaşımlar var.
Kuşkusuz İngiltere 1920'lerde ırkçı bir yerdi. Dönem kurgularını okuduğumuzda o zaman normal kabul edilen
zihniyet ve kullanılan dil bugün ötekileştirici geliyor.
Dorothy L.Sayers
kesinlikle zanaatının ustasıydı ve zamanının kadınıydı.Tabii bu kitapla
aramızda tarihte büyük bir bölünme var. Holokost. Sayers'ın son dedektif
romanının 1939'da yayınlandığını ve Lord Peter'ın son görüntüsünün 1942'deki
“Talboys” olduğu bilgisi ilginç. Shoah hakkındaki gerçek 1942'ye kadar yaygın değildi
1945'teki Nürnberg duruşmalarına kadar, Sayers'ın yazım yolculuğu da tamamen değişti,kurgudan tamamen uzaklaştı ve tiyatro, teoloji ve klasik çevirilere odaklandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder