Murakami’nin bu kitabı
için son zamanlarda okuduğum en iyi kurgu diyebilirim. Daha önce Sahilde Kafka’yı
okurken de aynı şeyi düşünmüştüm. Yazarın gerçek üstücü konu yaratma ve bunu
ifade tarzı bana göre çok başarılı.
Konular, bağlantılar ya
da karakterlerin olayları kabulleniş biçimleri anlamlı mıdır,bunları sorgulayan
okuyucular için tatmin edici olmayabilir ancak benim için bu mantık örgüsünün hiçbir
önemi yok. Murakami sanki sanat sanat içindir diyerek yazıyor. Ben de onu sanat
için okuyorumJ
İnsanların içine
yerleşen koyunun peşinde bir adam, evi terk ederken bir donunu dahi bırakmayan
karısı, kulak mankeni, fare, J, koyun profesörü, Yunus oteli sahibi. Hiç
birinin ismi yok ancak betimlemeler öyle tatmin edici, yazarımızın kulak
fetişizmi, kedi sevgisi, müzik zevkleri, kitap tercihleri bu karakterlerin
arasına öyle bir dağılıyor ki kimsenin ismine gerek de duymuyorsunuz zaten.Kedisi
bile sonradan isimlendirilir bir başkası tarafından.Ona Ringa derler.
Kadın figürler erkek
kahraman üzerinde gene çok etkili. Karısı tüm
çekmecelerini boşaltıp gittiğinde ondan hiç bir iz kalmaması ne kadar sarsıcı
ise hiç görmeden kulaklarına hayran olduğu kadınla tanışıp birlikte olması o
kadar şaşırtıcıdır.
Radyodan,
pikaptan veya bir müzik kutusundan kulaklarımıza Riley B. King Kenny Burrel
,Larry Coryell,Jim Hall,Nat King Cole
çalınır.South of the Border dinlerken müzik zevki ideoloji kadar aşınmamış diye
düşünür.
Kahramanlardan biri Conrad
romanı okurken bir diğeri Plutarkhos’un Yunan Trajedyalarını okur. Yalnız bir
anında kendini De Chirico tablosundaki terk edilmiş çocuğa benzetir.
Kahramanlar kahve
içerken,bir mavi Lövenbrau açarken, sevişirken, işerken öyle gerçekçidir ki
romanın gerçek üstücü olduğunu unutuverirsiniz. Her şey size olabilir görünmeye
başlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder