Ece Temelkuran Muz Seslerinden
sonra gene Ortadoğu’da geçen bir roman yazmış. Bu sefer sadece Beyrut değil
Mısır,Tunus,Libya,Lübnan’ı içine alan bir öykü kurgulamış.
Kitap bir yolculuk
hikayesi gibi görünse de kahramanlarımızın kendi iç yolculuğuna eşlik ediyoruz. "Tanrı bizi sevmese bile cesur bir anne bize yeterdi "diyen bu aykırı ama yalnız kadınları Madam Lilia kucaklıyor. Tunus'da
bir otelde tanışan Maryam, Amira ve
gazetecimiz Casablanca’dan fırlamış Ingrid Bergman edalarıyla dolaşan Madam Lilia’nın
peşine takılıp yolculuğa çıkıyorlar.
Maryam devrime inanmış bir
Mısırlı akademisyen.Günlerce Tahrir'de yatıp kalktığını ve kendinden küçük bir adamdan çocuk sahibi
olduğunu öğreniyoruz.Bir taraftan kendi hayatının da devrimini yapıyor yani.
Amira Tunuslu bir dansçı. Bu
yüzden toplumdan ve ailesinden dışlanıyor. Dans edemedikten sonra ne yapayım
devrimi derken Yasemin devrimine küçümseyen göndermeler yapıyor.
Telefondaki kişi gelme burada
gazetecileri tutukluyorlar dedikleri
için hava limanından geri dönen gazetecimizin ise bir alt metni yok. Sadece işsiz olduğunu biliyoruz ki bu bize kahramanlardan biri yoksa Temelkuran mı dedirtiyor. Neyse neden tutuklanacaktır, nasıl bir gazetecidir, ne yazar, ne yapar. Neden onlarla
bu yolculuğa çıkar yeterli bir iç aktarım yok kahramandan. Daha çok okuyucuya
tahminler bırakılmış. Maryam ve Amira’nın ne olduklarını daha doğrusu Arap
dünyasında ne olmadıklarını daha iyi anlıyoruz kitap boyunca.
Tunus,Libya,Mısır,Lübnan boyunca geçtiğimiz
Arap topraklarında bir yandan Hollywood vari aksiyonlara tanık olurken
bir yandan mitolojik kadın figürleriyle tanışıyoruz. Tabii bu abartı aksiyonları ben yazarımızın biraz da
eğlenmek için yazdığını düşünüyorum. Yoksa
develerle , uçaklarla, gemilerle ülkeden ülkeye akıl almaz sınır geçme planları
askerlerin,eli silahlı adamların ,uyuşturucu kaçakçılarının elinden kurtulmaları
James Bond filmlerini aratmayacak senaryo ile yüzeysel bir üst metin
oluşturmuş. Oysa kitabın felsefi ve sosyal aktarımı çok daha içten. Bir yer
altı nehri gibi altan alta kitabı sarmalayan “kadın“ olgusu mitolojik
karakterlerle yüceltiliyor. Ortadoğu’nun çok da bilinmeyen halkları Amazir'lere
Tuareg'lere uzanıyor.
Kartacayı kuran Mitolojik Kraliçe
Dido, Emevilere karşı erkek egemen İslam anlayışına direnen El Kahina, Muazzez
İlmiye Çığ’ın kitaplarında İştar olarak geçen doğurganlık ve verimlilik
tanrıçası Tanit ile güçlü figürler “erkekler
dünyasında hayatta kalmak için sürekli kılık değiştiriyorlar”.
Mısırlı Maryam ile Tunuslu
Amira’nın Mısır baharı Tunus baharını döver tadındaki itişmeleri politik
ayrılıkları kadın şevkati söz konusu olduğunda birbirini nasıl sarıp sarmaladıklarını gösteriyor. Doğulu kadınların düğünlerinde,
doğumlarında, cenazelerinde sevinçlerini acılarını birbirine katıp büyüttükleri
gibi azaltıklarını da görüyoruz. Güçlü, istediğinde hele aşık olduğunda
inandığında her şeyi değiştirebilecek bu devrimci kadınlar içindeki
tanrıçalarla taçlandırılıyor “kendilerini
başkalarının terazisinde tartmıyorlar.”
Muhammedin aşk mektuplarında bir
kadın nasıl sevilir yada bir memleket nasıl sevmeyi öğrenilir iç hesaplaşmasını
görüyoruz. Erkek dünyasının kaba saba vuran,savaşan öldüren hallerinden kadının
kırılgan ama çok güçlü zarafetine bir saygı görüyoruz.Kadınların dünyasından görünen bu kitapta aslında erkelere de
öğretilenin bu olduğu için acının başka türlüsünü yaşadıklarını bu mektuplarla
erkek bir figürün ağzından dinliyoruz…
Zaman zaman Arap dünyası
klişelerine düşse de merkezinde psikolojik faktörler algılandığında çok da
rahatsız edici olmuyor. Sadece bu ara ticari kaygılardan genelde okuduğum kitapların
çok uzatıldığı hissini yaşıyorum. Yoğun benzetmeler kimi zaman hoşa gitse de
kitapta çok fazla kullanıldığı için bir süre sonra bıktırıyor.Bence bu kitap
1/3 azaltılsa çok daha harika olurdu ama sanırım yazarımız cümlelerine
kıyamamış..
En insaflısı senin yorumun olmuş...genel olarak kitabın, yazarın kendisi gibi yeterince anlaşılamadığını düşünüyorum...yeni bitti kitap ben de,demlenince yazmayı düşünüyorum...sevgiler
YanıtlaSilTeşekkürler Hanife.Ben kitabı kurgu olarak beğendim aslında.Yazarın ikinci romanı,gittikçe daha iyi olacaktır diye düşünüyorum.Açıkçası niye Ortadoğu konusu olunca bu kadar eleştirilmiş anlayamadım. Hitler Almanya'sında zulme uğrayan Yahudileri konu alan yüzlerce roman var.Bosna savaşı gündemdeyken çoğu popüler yazar orayı konu alan kitaplar yazıyordu.Yazarın nelerden besleneceği eleştiri konusu olmamalı bence.
Sil