Sevdalım Hayat iyi ki okumuşum
dediğim kitaplardan biri oldu. Bu çok sevdiğim sanatçının meğer bilmediğim ne
çok yönü varmış J Onun
yaşam hikayesini okurken darbelerle sürekli sekteye uğrayan demokratikleşememe
hikayemizi de okuyoruz. Türkiye de okuyan, üreten hele kitap seven ,kitap basan
insanların başına gelenler bugün LeManlık, Penguenlik ..Görülen işkencelerin
tabii ki esprisi olmaz ama Zülfü Livaneli içeri alındığında işkenceyi nasıl
korkuyla beklediğini anlatırken insanın insan
üzerinde nasıl vahşileşebildiğini düşünüyorum.Ailesinde belki
hukukçuların olmasından hasbelkader daha hafif atlatılan bugünleri sonradan zorunlu
bir gurbet takip ediyor.
Yazımını çok sevdiğim Zülfü Livaneli’nin
yazarlık yolculuğunu daha geç dönemli sanatın başka bir dalında başarılı olma
arzusu olarak düşünürdüm. Oysa tam tersi baştan beri asıl olan edebiyatmış,
kitaplarmış. Müzik hayatına biraz da mecburiyetten sürgün yıllarında başlamış.
O yıllarda başarısından o kadar bihaber ki;o memlekette yokken kitlelerin onun
şarkılarıyla meydanlarda yürüdüğünden haberi bile yokmuş.
Süreç içinde beş tane pasaportu
olmuş. Mehmet Yılmaz Basmacı adıyla sahte pasaportla yurtdışına kaçmış. BM’nin
politik mülteci olarak alt düzeyde verdiği pasaportla sürekli polise gidip
ifade vermek durumunda kalmış. Sonra af çıkınca Türk pasaportunu alabilmiş.96
yılında Paris’te UNESCO büyükelçisi olduğunda BM Genel Sekreterinin imzasını
taşıyan en üst düzey kırmızı pasaportla diplomatik dokunulmazlık almış.Milletvekili
olduğunda verilen kırmızı pasaportla ise valizi bile aranmıyormuş artık J
Yaşar Kemal’le kadim bir dostluğu
var. Onunla ve ölen eşi Thilda ile acı-tatlı bir dolu anısını paylaşmış
kitapta. Yaşar Kemal’in nasıl Nobel’e bu kadar yaklaşıp aleyhte kulis yapan
Türkler yüzünden kurulun çekincede kaldığını ve vermekten vazgeçtiğinden
bahsediyor. Kendisine de birçok alanda saldıran sözde aydınlardan hiç haz
etmiyor.
Aslında şaşırmamak lazım.Orhan Pamuk için bile neler yazıldı söylendi. Oysa ülkemizden bir
yazar adını dünyaya duyuruyor.Sevelim sevmeyelim yazar düşmanıyız. İtalyan bir arkadaşım Baba ve Piç ile Benim Adım
Kırmızıyı okudu.Çok beğenmiş ;bana başka kimleri tavsiye edersin diye sordu.
Kaç yazarımızın kitapları çevriliyor ki hala çok kısıtlı.Kimi tavsiye edeceğim!
Başka hoş bir anısı Yılmaz
Güney’le. Onunla hapishanede gizlice görüşür.Yılmaz Güney Sürü’nün
senaryosunu onu düşünerek yazdığını söyler ve filminde oyuncu olmasını ister.Hapisteki dostunu kıracak olmanın vicdan azabıyla ne yapacağını düşünen
Livaneli de onunla bir türkü kaydetmek ister.Tabii Yılmaz Güney bunu kabul etmez. Zülfü Livaneli de Sürü filminde oyuncu olmaz ama pek çok sanatçının
karşılık beklemeden destek olduğu bu filmin müziklerini yapar.
Daha kimler yok ki o anıların
içinde. Maria Faranduri,Mikis Theodorakis ile verdiği konserler doldurduğu
albümler , Yunan dostluğuna katkıları,Haris
Alexiou ile olan dostluğu, Elia Kazan’ın aktör olarak son kez rol aldığı
filmi Sis ve aldığı sayısız ödüller.
Gabriel Garcia Marquez’le sohbeti,Yüzyıllık Yalnızlık’ta geçen ağacın çağrıştırdıkları,Cengiz
Aytmatov ve uzun yıllara yayılan Gorbaçov görüşmeleri onların belki farkında
olmadan Prestroyka’ya olan katkıları,Bono ile olan düeti ve daha neler neler..
Kitaptaptan öğrendiğim başka bir
şey daha. Charlie Chaplin’i çok severim. Bütün filmlerini en az 30 kez
izlemişimdir. Yönetmenliğini biliyordum ama film müziklerinin bestelerini de
kendisi yapıyormuş bu yeni bir bilgi oldu. Ona hayranlığım bir kere daha arttı
Zülfü Livaneli gerçekten ne
sıradan bir müzik adamı ne de yazar. O biriktirdikleriyle, dostlarıyla,
kitaplarıyla,müziğiyle bir kültür insanı. Seviyorsanız bu kitabı mutlaka okuyun
derim.
ay annemin yazarı buuuu. bütün kitaplarını okuyoooo :)
YanıtlaSilBuna bayılır o zaman :)
Sil